Ey okur! Yular senin elinde

Fotoğraf sanatçısı Yusuf Darıyerli’nin uzun zamandır üzerinde çalıştığı Yular adlı fotoğraf çalışmalarından oluşan kitabı okurla buluştu.

MEHMET ŞİMŞEK / aksam.com.tr


Daha önce ‘Panayır’ adlı fotoğraf kitabıyla adından sık bahsettiren Yusuf Darıyerli ile yeni çalışması “Yular”la ilgili söyleşi yaptık. Darıyerli ile  fotoğrafların alt metnini okumaya; daha doğrusu fotoğraf altlarını doldurmaya çalıştık. 

*Panayır'da bir mekan etrafında küçük kısa öykülerden bir kurgu oluşturuyorsunuz.  Odağında bir mekanın olduğu; kısa öykülerden oluşan bir anlatı kurma çabası van sanki. Her fotoğraf kısa bir öykü olarak diğerine eklenerek o mekanla ilgili bir izlenim yaratıyor sanki. Tek tek parçacıklar, anılar toplamından bir atmosferi aktarma çabası diyebilir miyiz? 

Fotoğrafta 'atmosfer', ilgi merkezindeki konuyu kuşatan, çerçeveleyen, algı biçimini etkileyen önemli bir unsur… Fotoğraflar tek başına algılanabileceği gibi özellikle bir fotoğraf kitabında fotoğrafların birbirini destekleyen, tamamlayan ve duygu atmosferini koruyan yapıda seçilmesi ve sıralanması beklenir. YULAR, geleneksel hayvan pazarlarını fotoğrafça yorumlayarak, çetrefilli bir olgu olan hayvancılığımıza bakış deneyimi oldu benim için… Binlerce yıldır var olan kadim bir geleneğe, insan-evcil hayvan ilişkisine gözlerimle dokunmaya çalıştım. İnsanın gözünü değdirebileceği şey; ona yakın, korkmayacağı, içselleştirilmiş olduğuna inanacağımız bir şeydir. Hayvancılık, taşrada geçen çocukluğumdan biraz aşina olduğum bir konu… Dayılarım, köyde öküzlerle harman yaparlardı; amcam evimizin çiftliği andıran büyük arka bahçesinde manda beslerdi. Mutfağımızda taze süt, kaymak ve yoğurt eksik olmazdı.
Hatıralar, bilinç, bilinçaltı, kalıtımsal etmenler konulara bakışımızı, algımızı etkileyen unsurlar. Hayvan pazarlarında karşılaştığım manzaralar, insanlık halleri, kokular, sesler, sabahın ayazı, esprili diyaloglar, pazarlıkların ateşli hali, hayvanların ilginç görünümleri bu fotoğraf projesinde çocukluk anılarımla harmanlanmış, fotoğraflarla birlikte sezinlenebileceğini umut ettiğim atmosferin parçacıklarıdır. 

*Yular'ın önsözünde "Fotoğraf mesajı kalın harflerle vermez" diye çok kuşatıcı bir tespitte bulunuyorsunuz. Bu noktada sanatta nesnellik olur mu, olmaz mı tartışmasını akılda tutarak sormak istiyorum: Yular’da objektifiniz hayvana mı yoksa insana mı yakın durdu?

Geleneksel Hayvan Pazarları üzerinden sosyo-ekonomik bir olguya: Hayvancılığımıza dikkat çekmek istiyorum. Pahalılık, düşük seviyede et tüketimi, aile çiftçiliğinin giderek yok olması, hayvan refahı, bir sonraki aşamada dikkatimizi yöneltebileceğimiz alt konular. Belgesel bir çalışma, pekala gerçekçi bir tavır ortaya koyabilir. Herkesçe paylaşılabilecek duyguların ve fikirlerin tetikleyicisi olabilir. Sözcüklerden ve mesajdan önce  'duygudaşlığın' önde tutulduğu bir mecra olarak fotoğraf, merak ve bilme çabamızı tatmin edebilen ve elbette insana yönelen bir eylem.    

Eski bir soruya yeni cevap aramak adına değerlendirin lütfen... Fotoğraflarınızda sözkonusu ettiğiniz geleneksel hayvancılığın endüstriyel hayvancılık karşısında deyim yerindeyse bir direnişini gözlemlemek mümkün. Hayvancılığı gıda bazlı okuduğumuzda ister istemez işin içine 'kırmızı et' giriyor. Kırmızı et ile siyah beyaz fotoğraf (kavramı aykırılık, zıtlık anlamında kullanıyorum) bir kontrast oluşturmuyor mu?

Sığır üreticiliği anlamında Endüstriyel Hayvancılık ya da Fabrika Hayvancılığı, bütün bu geleneksel yapının üzerine önerilen ama pek çok soruyu da beraberinde getiren bir global sistem. Hayvanların genellikle kapalı alanda kesif yemle beslendiği, GDO'lu besinden ve hastalık önleyici tipte bir beslenmeden dolayı, etin sağlıklı olma durumunun tartışıldığı bir sistem. Ne yazık ki bu sistem, sermayenin belli ellerde toplanmasına yol açıyor, aile çiftçiliğine fırsat vermiyor…
Siyah-beyaz fotoğrafın, nesnelerin özünü daha çok yansıttığına inanıyorum. Bir çeşit soyut, renklerinden arınmış olan nesnelerin, aynı düzlemde buluştuğunu, bize eşit mesafede durduklarını düşünürüm. Fotoğraflarım arasında "kırmızı et" görüntüsü içeren bir fotoğraf yok. Olsaydı da, diğer nesnelerle, hayvanlarla, insanlarla bir zıtlık oluşturmazdı. Siyah-beyaz fotoğraf, konularını şimdiki zamandan geçmişe iter gibidir. Mesafeli bir duruşa imkan veren, konusu üzerine düşünebileceğimiz bir açıklık…          

Fotoğraflarınıza bakıldığında erkek-egemen bir dünyanın kasvet atmosferi hemen göze çarpıyor. Neredeyse mutlu çehreleri görmek pek mümkün değil gibi... Bu ister istemez "fotoğrafı çeken" ile "fotoğrafı çekilen" ilişkisini akla getirmiyor da değil. Ve çok klişe gibi görünse de sormadan edemeyeceğim; tüm bunlar bana taşra sıkıntısını hatırlatıyor. Karelerinize sinen bu sıkıntı, edebiyattan (Hasan Ali Topbaş, Cemil Kavukçu, Yusuf Atılgan vs. gibi yazarlardan); ve de özellikle Nuri Bilge Ceylan'ın filmleriyle bir etkileşim içerisinde oldu mu?

Hayvan pazarı alıcıların satıcıların, üreticilerin, cambazların celeplerin buluşma yeridir. Her şey gökyüzü altında, sabahleyin, öğlene varmadan olur biter. Hayvan pazarlarına bir başka deyişle 'Mal Pazarı' denir; hayvanların bir kazanç unsuru, alınır satılır bir meta olduğu gerçeğini vurgulayan bir tanım… Kırmızı et, kaynağı masum canlılar olan hayvanlardan elde ediliyor. Bu gerçek, bir boğanın başını okşamamış, yularından hiç tutmamış bir metropol insanı için ne kadar gizemlidir… Duygular ve hüzün, insan ilişkilerinde olduğu gibi insan ve diğer canlılar arasında da mevcuttur. Pazar alanında da dramatik bir örgü karşımıza çıkar. Boş kalan meralar… Emeğinin karşılığını bulamayan üreticiler, köyünü, bağını terk etmek zorunda kalan kesimler, yeterince kırmızı etle beslenemeyen insanlar belki de "taşra sıkıntısı" olarak ifade ettiğiniz duygunun somut birkaç nedeni olabilir…



Saydığınız önemli insanlar kendi alanlarında insan ruhunu derinlemesine işleyen yapıtlar meydana getirmişlerdir. Hepsi de bu coğrafyanın yarattığı insan ve onun dünyasına yönelmiştir. Ben Cemil Kavukçu'nun öykülerinden,  O'nun Panayır ile ilgili olduğu sonucunu çıkartmış, Panayır kitabım için önsöz yazmasını rica etmiştim… Konu insan olunca, yazının da fotoğrafın da duyguları paylaşmak için bir araç olduğunu biliriz. Merakla bakmayı bilenler için her yapıt, keşfedilmeyi bekleyen bir zenginliktir.           

Kitabın öznelerini teşkil eden insan ve hayvan ilişkilerinde sürekli bir çekişme-itişme hâli var? Son tahlilde bu mücadeleden teknolojik hileleri kullanabilen insan galip çıkıyor. Görebildiğim kadarıyla bir-iki karede bu hiyerarşi bozuluyor ve bahse konu insanlar hayvana sevgi ile yaklaşıyor. Berikilerde bu şefkati görmek pek mümkün olmuyor. Objektifiniz bu trajedi karşısında nasıl bir pozisyon belirliyor? 

Hayvanların pazardaki halleri, alaca karanlıkta kamyon kasalarından traktör römorklarından indirilişi, bekleyişleri görülmeye değerdir. Doğuya doğru gidildikçe pazarların fiziki koşulları değişir, büyükbaş hayvanlar genellikle yularsız olarak getirilir. Kars hayvan pazarında, başına  ürkmesin diye çuval geçirildiği halde öfkelenen bir tonluk bir boğanın, kalabalığı  yararak bir baştan diğer başa koşuşunu hatırlıyorum… Arkasında değnekleriyle çoban sürüsü, "Kaçılın! Adam devirir!" diye bağıranlar, boğanın bir baş darbesiyle 180 derece savrulan ama küçük bir felakete sebep olacağını iyi bildiği için, hayvanın iki eliyle sarıldığı yularını bırakmayan cesur adamı hatırlarım… Yetiştirdiği tosundan, buzağıdan ayrılırken hüzünlenen çoban çocuğun bakışlarını, "yular parası" olarak verilen küçük harçlığın bu hüznü unutturamadığını hatırlarım… Tanrı, yeryüzüne yeni bir buyruk gönderseydi, bu herhalde: "Hatırla!" olurdu… 
Hatırlamak için belgeleriz, yazarız, çizeriz… Hatırlamak insana mahsus bir nitelik.  Geçmişin ve şimdinin hatırlattıklarıyla geleceğe dönük vizyoner bir güç oluşturabiliriz ancak. Belgesel çalışmaların önemine bütün kalbimle inanıyorum.



Fotoğrafçının niyeti'nin yanısıra 'fotoğrafa nesne olan kişinin niyeti' ve bir de her ikisinden farklı olarak 'fotoğrafın niyeti’ne göz atıldığında 'yular' çok ilginç bir metafora karşılık geliyor... Bir yanda hayvanlar için can pazarı (canbazlık tam da bu denkleme oturan bir kavram) bir yanda ise hayat kavgası veren insanlar... Peki bu durumda sizce kim kimin yularını tutuyor?

Yular, ip veya benzer malzemeden yapılan, büyükbaş hayvanları yönlendirmeye yarayan basit bir nesne. Kitabımda başlık olarak da kullandığım yular, binlerce yıldır var olan insan-hayvan bağının, ilişkisinin sembolik adıdır benim için. Anadolu'da, hayvancılık anlamında büyük bir deneyim yaşanmıştır. Yeterince gelişmemiş de olsa Anadolu'ya özgü büyükbaş ırkları vardır; bu coğrafyanın bize cömertçe sunduğu meralar, otlaklar özellikle küçükbaş hayvancılık için son derece elverişli topraklar vardır. Hatırlamaya mecbur olduğumuz büyük bir deneyim vardır… Diğer yandan, beslenmek zorunda olan, kırmızı ete ihtiyacı olan toplumlar vardır. 
Yuların bir ucundan tutma sırası şimdi okuyucudadır.  

Çok teşekkür ederim

Yular üzerine fikirlerimi paylaşma imkanı sunduğunuz için Mehmet Bey size çok teşekkür ederim. Sağolun.



YUSUF DARIYERLİ KİMDİR?

1958 Düzce doğumlu. Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Programcılığı bölümü ve Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesi mezunu. Çeşitli kuruluşlarda Bilgisayar Programcısı ve Sistem Analisti olarak çalıştı. 1990’larda amatör olarak fotoğrafla ilgilenmeye başladı ve 2000 yılında artık tüm  zamanını fotoğrafa ayırmaya karar verdi. Yurt içinde ve Paris, Londra, Selanik, İsveç’te sergilerde yer aldı. “İstanbul-İstanbul”, “Koyu Siyah”, “Panayır”, “Az Kısalt-İstasyon Berberi Cavit”, “Taşra Fısıltıları” başlıklı kişisel sergiler gerçekleştirdi ve pek çok karma sergide yer aldı. 2008’de PANAYIR adlı kitabıyla birlikte, “Fotoğraf Geçidi: İstanbul 2010” sergiler 1 albümünde çalışmaları yayınlandı. Yusuf Darıyerli serbest fotoğrafçı olarak çalışmakta, belgesel nitelikli fotoğraf projeleri yürütmeye devam etmektedir.

ÖNEMLİ UYARI: Haberde kullanılan fotoğrafların yayın hakkı sanatçı Yusuf Darıyerli'ye aittir. İzinsiz kullanılamaz. Aksi takdirde hukuki sorumluluk kullanıcıya ait olacaktır.