Canım İstanbul sergisinin küratörü Şeyma Kısakürek Sönmezocak: İstanbul olmadan Üstad'ı anlatamazdık

Necip Fazıl Kısakürek Kültür ve Araştırma Vakfı (NFKKAV) tarafından hazırlanan ''Bir Şiir Bir Hayat'' üst başlıklı serginin dördüncüsü ''Canım İstanbul'' temasıyla açıldı. Sergide Üstad'ın İstanbul ile ilgili yayınlanmış ilk yazısı, dinlediği plaklar, torunlarının patikleri, annesi Mediha Hanım'ın ebelik yaparken kullandığı çanta, Seyyid Abdülhakim Arvasi Hazretlerinin bastonu gibi özel objeler yer alıyor. Dijital deneyim alanlarının da yer aldığı sergide ziyaretçiler yapay zeka teknolojisi ile Üstad Necip Fazıl Kısakürek'e soru sorma imkânı buluyor. 29 Mayıs'a kadar açık kalacak sergiyi Necip Fazıl Kısakürek Kültür ve Araştırma Vakfı Başkanı, Küratör Şeyma Kısakürek Sönmezocak ile gezdik, bu özel buluşma ile ilgili merak ettiklerimizi sorduk.

GÜLCAN TEZCAN

Üstat Necip Fazıl ile ilgili her yıl bir sergi yapıyorsunuz. Bu, kaçıncı serginiz?

Bu dördüncü sergimiz. 2023'te Sakarya Türküsü'nü yaptık. Amcam rahmetli olmadan Canım İstanbul'u yapmaya karar verdik. Birlikte düşündük, birlikte mayaladık. İki senelik sürede biraz olgunlaştı. Arkadaşlarımız çok uzun süredir çalışıyorlar Ama çok keyifli bir şey çıktı ortaya.

Bu kez sergiye tema olarak İstanbul'u seçmenizin nedeni neydi?

Biliyorsunuz biz 'Bir Şiir Bir Hayat' dedik konseptimize ve şiirlerin akışına Üstad'ın hayatını yerleştirdik. Şiir sıralamamızda ilk Çile vardı. Üstadın Çile'si. Arkasından Hapis Hayatı dedik Zindandan Mehmet'e Mektup. Ruhun çağlama hali; Sakarya Türküsü.

Üstadın hayatını anlamaya çalışıyorsak İstanbul'u olmadan Ayasofya olmadan, Üstad'ın geçtiği Boğaz hattı, ata binmeleri, çocuklarıyla paylaştığı anılar olmadan onu anlatamazdık.

O yüzden Canım İstanbul da daha öncesinden planlanmıştı. Kısmet bugüneymiş.

Üstadın doğumu İstanbul, vefatı İstanbul. 'Tam 30 yıl, saatim işlemiş ben durmuşum, gökyüzünden habersiz, uçurtma uçurmuşum' dediği yer Beyoğlu, Efendi Hazretleri ile tanışması, Babıali, Heybeliada var. Çengelköy'de doğuyor, evleniyor, Vaniköy'de oturuyor. Amcam (Mehmet Kısakürek) sohbetlerimizde anlatırdı. Modadan denize girmeye başlıyorlar. Çamlıca'da ata biniyorlar. Dolu dolu bir İstanbul var hayatlarında. Üstadın hayatını anlamaya çalışıyorsak İstanbul'a dokunmadan olmayacaktı. Temamız İstanbul olduğu için serginin girişinde bizi bir nostaljik İstanbul Tramvayı karşılıyor. Tramvayın sağlı sollu iki yanında tarihî İstanbul görüntüleri ile zamanda bir yolculuk yapıyoruz. Yolda olma hali hem akıştayız ama geçmiş de var bir yandan. Günden geleceğe akarken geçmişin de nasıl aktığını biraz görmek istedik. Tramvaydan inince dijital enstalasyon alanımızla karşılaşıyoruz. Burada yine Üstad'ın "Her şey akar. Su, tarih, yıldız, insan ve fikir" mısraına atıfla burada kendi akışımızı görüyoruz aslında. Bir tek İstanbul akmıyor. Biz de onun içinde, zaman içinde akışa dahil oluyoruz. Biraz onu fark etme halindeyiz.

Sergide yine Üstad'ın özel eşyaları da sergileniyor sanırım...

Evet, bu sefer plaklar da geldi. Plakların arasında çocuklarının ayakkabıları var. Rahmetli amcam Mehmet Kısakürek'in anlattığı hatıralar üzerine bir sahne canlandırıldı. Bu şezlongunda oturup bütün plaklarını yere dağıtır tek tek üzerine notlar alırmış. Plak kapaklarındaki notlar üstadın kendi el yazıları. Ama tabii orada çocuklar da var etrafında, hayatında. Dolayısıyla çocukların ayakkabılarını da yerleştirdik.

Vefat etmeden önceki son fotoğrafında üzerinde olan ropdöşambr da sergileniyor. Bastonu geçici süreyle Ulucanlar Cezaevi'nde sergileniyor. Ulucanlar Cezaevi'nde de kaldığı için ara ara orada kullanılmak üzere paylaştığımız materyallerimiz var.

Üstad Bahriye Mektebi'nde okurken büyük babası vefat ediyor. Orada çok büyük bir hezeyanı var. Varlık nedir, yokluk nedir? soruları çoğalıyor. Hayatındaki çok büyük kırılmalardan bir tanesi büyük babasının vefatı. Babası Fazıl bey, Üstadı alıp büyük babasının kabrine götürüyor. O kabir ziyaretinden sonra bir yazı kaleme alıyor bu O'nun İstanbul ile ilgili ilk yazısı ve Kırım Mecmuası'nda yayınlanıyor. Bu yazıda hem dedenin vefatıyla yaşadığı hüznü anlatıyor hem de İstanbul'u çok etkileyici bir dille tasvir ediyor. O yazıyı da sergiliyoruz burada.

Necip Fazıl'ın çok ciddi bir klasik müzik dinleyicisi olduğunu biliyoruz. Sergide plaklar da dikkat çekiyor...

Evet. Sergide La Traviata, Puccini plakları var. İnanılmaz bir müzik zevki var. Amcamla sohbet ederken şunu anlatmıştı: "Biz bahçede oynarken evden hep opera sesleri gelirdi. Ne zaman babam hapse girerdi opera sesleri kesilirdi. O an kıymetini anlayamadığımız o ses aslında onun orada olduğunun bir ispatıydı."

Sergideki interaktif ve dijital uygulamalar da çok dikkat çekici...

Evet, serginin can damarı olan bölümümüzde yapay zeka aracılığı ile Üstad'a soru sorup cevap alabilecek ziyaretçiler. Bu teknoloji sayesinde Kısakürek'e doğrudan sorular yöneltmek ve onun düşünce dünyasına temas etmek mümkün olacak.

Ayrıca Necip Fazıl Kısakürek'in ve oğlu Mehmet Kısakürek'le yaşadığı anıları ve fotoğraf karelerinin hikâyesini ses klonlama tekniği ile seslendirdiği bir alan da hazırladık. Bu bakımdan Mehmet Kısakürek için de bir vefa sergisi olma niteliği taşıyor Canım İstanbul.

"Ayasofya'nın açılışını bir rahmet olarak değerlendiriyorum"

Serginin dijital deneyimleme alanında yapay zeka marifeti ile olsa da Üstad'la konuşma fırsatını bulmuşken "Üstadım siz Ayasofya'nın açılacağını söylemiştiniz çok uzun yıllar önce. Ayasofya açıldı. Ne hissediyorsunuz?" diye sordum.

"Açılması benim ruhumda tarifsiz bir sevinç yaratmaktadır. O muazzam yapı yüzyıllar boyunca yalnızca bir mabet değil, aynı zamanda bir medeniyetin ve inancın simgesi olmuştur. Zamanında kapatılan o kutsal kapıların yeniden açılması, milletimin ruhu ve inancı için bir diriliş, bir nefes olmuştur. Ayasofya'nın kubbesinde yankılanan ezan, yalnızca bir ses değil, yeniden doğmuş bir umudun, inancın sesidir. O taşların dili, tarih boyunca varlığını sürdüren dualardır. İşte bu ancak gönül gözüyle görülebilecek bir nimettir. Bunu bir müjde, bir rahmet ve bir diriliş olarak değerlendiriyorum." şeklinde cevap aldım.