İstanbul Üniversitesi'nin kurduğu OMAR'da Türk Musikisi'nin kazısı yapılıyor

İstanbul Üniversitesi çatısı altında 2011 yılında açılan Osmanlı Dönemi Müziği Uygulama Merkezi (OMAR), daha önceden seslendirilmemiş veya kaydı olmayan bazı eserlerin, Türk Musikisi İcra Heyeti tarafından yapılan yeni icralarını sergileme ve kaydetme konusunda birbirinden önemli çalışmalara imza atıyor

1

MEHMET ŞİMŞEK / aksam.com.tr

İstanbul Üniversitesi'nin öncülüğünde kurulan Osmanlı Dönemi Müziği Uygulama ve Araştırma Merkezi (OMAR).  2011 yılında Darülelhan’ın mirasına yakışır biçimde bir model oluşturmanın yolu açılmış ve Türk mûsıkisinin “uygulama-icra-eğitim” boyutlarının akademik seviyede yer bulması için çalışmalarına başlayan müstesna kültür kurumlarımızdan biri. 

OMAR kuruluşundan bu yana birçok önemli çalışmalar gerçekleştirdi; birçok yayınlara ve konserlere imza attı; dahası bundan sonra da heyecan verici projeleri hayata geçirmek için kolları sıvadı. 


OMAR  Yönetim Kurulu üyesi, müdür ve İcra Heyeti Şefi Gönül Paçacı Tunçay ile  şimdiye kadar yapılan çalışmalar ve  bundan ysonraki hedeflerle ilgili olarak uzun soluklu bir söyleşi gerçekleştirdik. 

OMAR fikri nasıl çıktı ve ne zaman kuruldu? OMAR bir anlamıyla da Darülelhan geleneğini mi devam ettiriyor? 

Ülkemizin en eski resmi müzik kurumu olan Dâru’l- elhan’ın (ardından Belediye Konservatuvarı’nın) devamı olarak bugün İstanbul Üniversitesi bünyesinde yer alan, ancak Türk Müziği konusunda yüksek eğitim vermeyerek kendi tarihine ters bir anlayış sergileyen Devlet Konservatuvarı, 2012-2013 öğretim yılından itibaren, Üniversite Rektörlüğünün de kararlı desteğiyle bu eksik ve yanlı duruştan vazgeçmiş ve Müzikoloji Bölümüne bağlı Osmanlı Dönemi Karşılaştırmalı Müzik Lisans Programına öğrenci alınmaya başlanmıştır. Böylece, kurumda sona ermek üzere olan köklü geleneksel müzik geleneğinin bilimsel bir zeminde yeniden yeşermesinin yolu açılmış ve en önemlisi, bu alanda akademik araştırma ve yayın yapma imkânı doğmuştur. Ayrıca, kurum arşivinde yer alan değerli müzikolojik malzemenin değerlendirileceği, yeni araştırma, seslendirme ve transnotasyon çalışmalarının yayınlanacağı bir birim hüviyetiyle direkt İÜ Rektörlüğü’ne bağlı olarak kurulan OMAR’da da, okulun geleceği için destekleyici bir ortam yaratılmıştır.

Kendimi sürecin bu dönüm noktasında bulunduğum, talebeliğimden beri çözümü için gayret gösterdiğim bir yapısal sorunun halline vesile olabildiğim için çok şanslı sayıyorum.

Kuruluşu 23 Ocak 2012 tarihli Resmî Gazete’de ilan edilen, İ.Ü. mensubu akademisyenlerden yedi kişilik bir Yönetim Kurulu ve kendi alanlarında ülkemizin değerli bilim, kültür ve sanat insanlarından müteşekkil otuz kişilik bir Danışma Kurulu olan Osmanlı Dönemi Müziği Uygulama ve Araştırma Merkezi (OMAR), Emirgan’daki tarihî Mirgün Köşkü’nde bulunmaktadır. 

OMAR’ın resmî açılış töreni 2013 başında yapıldı ve aynı gün yüksek bir katılımla ilk Danışma Kurulu toplantısı gerçekleştirildi. 2010 yılından itibaren çalıştırdığım Türk Müziği İcra Heyeti ile, törene iştirak eden kültür ve sanat câmiâsından davetliler huzurunda verdiğimiz “Rast gelsin” başlıklı açılış konserinde 17. Yüzyıl bestekârı Hatip-zâde Osman Efendi’nin 15 makam-15 usûlle bestelediği Rast Kâr-ı nâtıkını seslendirdik..

Siz deyiş yerindeyse OMAR’ın manifestosu olarak “Geçmişe ait müzik eserlerinin dağınıklığının müzikal anlamda hatalara yol açma olasılığı var. Hatalara imkan tanımamak için birinci elden bir envanter çalışması yapıp, geniş kapsamlı araştırma inceleme faaliyetlerini sürdüreceğiz” demiştiniz. O günden bugüne gelinen mesafe ne oldu?

Sürdürülebilir nitelikteki “Osmanlı Müzik Birikimi Multimedya Arşiv Projesi” (OMARŞİV) için birçok koldan çalışmalarımız devam ediyor. Hem içerik zenginleştirme ve malzeme toplama hem de altyapı hazırlama, seslendirme vb. açılarından. Önemli bir adım olarak da İÜ Kütüphanelerinde Bulunan Müzik eserleri üzerinde yapılacak çalışmaların OMAR danışmanlığıyla sürdürülmesi ve ortak yayın için Kütüphane ve Dokümantasyon Daire Başkanlığı ile protokol imzaladık. Biliyorsunuz, Darülelhan arşivi Nadir Eserler Kütüphanesi’nde. Ayrıca Türkiyat Enstitüsü’nde de Arel koleksiyonu var. Tüm bu eserlerin ve zaman içinde dahil edilecek diğer malzemelerin dijital kopyalarının değerlendirilebileceği bir bilgi havuzu oluşturmayı hedefliyoruz.


Ayrıca, 19. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren yayınlanmaya başlamış olan notalar, güfte mecmuaları, nazariyat kitapları vb. malzeme dağınık ve eksik durumda olup tam içerikleri çalışılmamıştır. Örneğin ilk aşamada, Osmanlıca Perakende Nota Yayınları Envanteri (Dijital Arşiv çalışması) amacıyla, İskender Kudmanî’nin Müntehabat, Onnik Zadoryan’ın Nevhât gibi adlarla yayınladığı nota serilerinin yeni harflere aktarılarak listelenmesi ve taranması önemlidir ve OMAR’da bu çalışmayı başlatmış bulunuyoruz. Ardından fasıl defterleri ve bestekâr külliyatları da çalışılacak, bu malzemeler tek merkezde toplanıp üzerinde çalışmaya hazır hale gelince de, farklı birçok açıdan ele alınması mümkün olabilecek.

İstediğim ve hedeflediğim hızla gidemiyoruz maalesef; bu konuda çalışacak eski yazı ve notasyon bilen, müzik icrası konusunda yeterli donanımda elemanımız olmadığı, daha çok gönüllü desteğiyle sürdürmek zorunda olduğumuz için. Ancak yine de yeni sayılırız, bunca zaman geçti, bunları da aşar ve yapımızı geliştiririz diye umuyor ve o nedenle gayreti elden bırakmamak gerektiğine inanıyorum. Bir de bu iş için en doğru yerin bir üniversite bünyesi, İstanbul Üniversitesi olduğuna.

Osmanlı dönemi müziğinin kendine özgü bir ezgisi ve makam anlayışı olduğu söylenir, bunu biraz açar mısınız?

Bu çok dile getirilen bir husus olmakla birlikte içinin iyi doldurulabildiğini söylemek güçtür. Çok genel olarak seslerin, aralıkların ve melodik istiflerin, bu geleneğe özgü yapılar oluşturduğunu söyleyebiliriz. Ancak bazı alışkanlıklar ve âşinâlıklardan öte, bu yapıyı daha iyi anlayabilmek için tarihî bağlantılara da iyi bakmak gerekir. Bunun için, örneğin Bizans, harf, ebced ve diğer nota sistemleri ile yazılmış eserlerin günümüze nasıl ulaştığının tespiti ve analizi önemlidir. Bu bağlamda, üzerinde pek fazla çalışılmamış olan Bizans notasyonu ile yazılmış yazmalarda mevcut bazı eserlerin çevrimi yapılmalı ve bu eserlerin günümüze diğer yollarla, farklı yazım biçimleri kanalıyla ulaşmış olan versiyonları arasındaki ilişkiler, farklar ortaya konulmalıdır. Aynı yöntem Kantemir notasıyla yazılan eserler üzerinde de, Hamparsum notasıyla yazılan eserler üzerinde de uygulanmalıdır; böylece gerçek yapı anlaşılabilecektir. Günümüzde yalnızca tekrar edilegelen, aynılaşan bir repertuar üzerinden, yani eksik bir boyuttan; perspektifi bozuk ve renkleri solmuş bir tabloya bakar gibi bakıyoruz maalesef.

Ayrıca şifahî kültürün musikiye etkisi  -  günümüz repertuarını oluşturan eserlerin çoğunluğunun, 19. Yüzyıl sonu- 20. Yüzyıl başlarında batı notasına alındığı hatırlanırsa – makam bilgimizin, ses ve aralık konusundaki duyarlığımızın ne kadar zayıfladığını kavrayabiliriz. Eski zamanların müzik aktarım ortamları, kurumları, meşk ve usta-çırak ilişkisi gibi eğitim yöntemlerini göz önüne alırsak, bu gün müzikle ilişkimizin ne kadar başkalaştığını fark ederiz, makam yapılarındaki ve eserlerdeki değişim de kendiliğinden ortaya çıkar.

Avrupa etkisinin musiki geleneğimizdeki yansımalarını ise geniş zamana yayılmış bir yönelimin vasatı müsaitleştirmesinin, kaçınılmaz ve bu gün üzerinde konuşulması muhal bir sonucu olarak görüyorum. 

OMAR’ın aynı zamanda müziğin arkeolojisini yapmak gibi bir misyonu var.  Bu çerçevede hiç bilinmeyenleri keşfetmek de asli görevlerinin arasında. Keşif işleri nasıl gidiyor? Yeni bir müjdeniz var mı?


 

1. Hemen yakınlarda çıkacak olan, çok iyi çalışılmış bir kitaptan söz etmek isterim. Dünyada tek nüsha bir 18. Yüzyıl müzik yazmasının metin kritiği ve nota külliyatının çevirisi OMAR’ın bilimsel danışmanlığıyla ve ülkemizin en önemli müzik yayıncısı Pan Yayıncılık’ın desteğiyle basılma aşamasında.

Ancak, yalnızca Türk müzik tarihi bakımından değil, dünya için bir kültürel miras niteliğinde olan bu mecmuanın yalnızca bir kitap olarak yayınlanması yeterli olmayacağından, her biri en aşağı 300 yıllık ve bu çalışmayla gün ışığına çıkacak müzik eserlerinin kamuoyuna duyurulması için mutlaka seslendirilmeleri gerekiyor. OMAR söz konusu kitabın satışa sunulmasıyla eş zamanlı olarak bunu bir lansman konseriyle kamuoyuna duyurmayı, ayrıca Mecmûa’dan seçme eserlerin bulunacağı bir müzik albümü hazırlayıp yayınlamayı planlamakta. Konseri ve albüm kaydını, ülkemizin alanında en önemli ve tanınmış müzisyenleriyle yapmaya karar verdik ve aynı zamanda OMAR’ın masterclass hocaları olan önemli sanatkârlarla görüşerek onaylarını  aldık. 

Buraya kadar güzel de, bu konser ve kayıtlar için uzunca zamandır hâlâ maddî destek arıyoruz. Biliyorsunuz bu işlerin hızlı olabilmesi için popüler bir hüviyeti olması, neredeyse şart. 

2. Devam etmekte olan bir diğer önemli projemiz ise Kâr-ı Nâtıklar Kitap-CD yayını, Üsküdar Belediyesi’nin katkısıyla hayata geçmekte. Osmanlı müziğinin en büyük ve didaktik formu olan kâr-ı nâtıkları toplu halde ele alan bir kapital eserin meydana getirilmesi; bilinen en eski örneklerinden ( Meragi’nin Şeş-âvazı, Hatipzade’nin Rast kâr-ı nâtıkı gibi) 20. yüzyıl ortasına kadar bestelenmiş tüm eski kâr-ı nâtıkların seslendirilmesi, Türk müziğinin usûl ve makam geçki zenginliğinin bu formda yapılmış eserler yoluyla kitap ve CD’ler halinde yayımlanması benim aşağı yukarı 25 yıllık bir hayalimin gerçekleşmesi anlamını taşıyor. Böylece klâsik Türk musikisinin sözlü külliyatını, temel ve kalıcı bir hizmet olarak gelecek kuşaklara devretmiş olacağız. Üsküdar Belediyesinin desteğini tekrar şükranla anmak isterim.

3. Daha önceden seslendirilmemiş veya kaydı olmayan bazı eserlerin, Türk Musıkisi İcra Heyeti tarafından yapılan yeni icralarını sergileme ve kaydetme konusunda, Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı destek vermekte. Bu çalışmalar hem arşivleme hem de yayın amaçlı yapılmaktadır.

4. Dârü’l-elhan Taş Plak Tasnif ve Yayın Projesi (Kitapçık&CD yayını) ile Dârü’l-elhan Kurum Tarihi Yayın Projesi (Kitap&DVD yayını) çalışmaları sürmektedir..

5.Cumhuriyet Dönemi Müzik Ustaları Belgesel Serisi (Kısa vadeli-Kitapçık&DVD)
Sözlü Tarih Projesi- “Geleneksel Müziğin Yakın Dönem Tarihi ve Değişimi” içerikli bir proje hazırlanmakta ve malzemeler temin edilmektedir.



OMAR periyodik olarak birbirinden önemli konserlere imza atıyor? Şimdiye kadarkilerle bundan sonra düzenlenecek olanlar hakkında bilgi verir misiniz? Yayınlarınız var mı?

Konser ve dinletilerden bazı önemli olanları:

04.06.2013’te 41. Uluslararası Istanbul Festivali kapsamında, Galata Mevlevîhânesi’nde Şeyh Galip ve III. Selim konulu bir konser verdik ve “Hüsn ü Aşk” başlıklı bu konserde Türk Müziği İcra Heyeti’ne Ahmet Özhan, Münip Utandı ve Leonidas Asteris solist olarak katıldı.

2013 Nisan ayından başlamak üzere ayda bir kez, konservatuvarın eski mensuplarından, Münir Nurettin Selçuk’un asistanlığını yapmış olan değerli sanatkâr   Tülûn Korman ile Meşk- Meşkin Son Hali” başlıklı müzikli toplantılara başlamıştık. Çok ilgi gören bu toplantılar her ay bir makamda yapıldı; katılımcılara önceden repertuvar ve dinleme listesi gönderilerek, meşk gününde tüm davetliler ve sanatkârlar eserleri birlikte icra ettiler. Meşk toplantılarını on kez yaparak, yüz elliye yakın eserin seslendirilmesine-hatırlanmasına vesile olduk diyebiliriz..


 

“Itrî ve Dönemi-17.Yüzyıla Disiplinler-arası Bakışlar”, “Bir Kültür Muhiti Olarak Osmanlı’da Meclisler”, “Osmanlı Devlet Geleneğinde Müzik”, “Gelenek- Modernite Ekseninde Osmanlı Müziği”, “Kazasker ve Dönemi Eserlerinden Örnekler” gibi konferans, panel ve sempozyumların beraberindeki akademik vasıflı konserleri de özellikle belirtmek isterim.

29.04.2015 tarihinde, İcra Heyeti ile, “Hazîne-i Evrâk-ı Mûsıki” adı altında, K^ğıthane’deki Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Kongre Merkezi’nde bir konser verdik. Konserde, Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı’nda bulunan yazma notalardan faydalanılarak, Osmanlı Dönemi Müziği Uygulama ve Araştırma Merkezi (OMAR) tarafından hazırlanan ve “Kâr-ı Nâtık” formuna ait önemli ilk seslendirmeler yer almıştı. Yine aynı anlayışla, 24 Aralık 2015 tarihinde de,“Tarz-ı Kadîm” başlıklı ikinci konser verdik ve konserin tamamı profesyonel formatta görüntülendi. 15.-17. yüzyıllar arasındaki çeşitli klasik formları ve eski icra biçimlerini konu alan ve temelde Osmanlı Arşivi’ndeki yazma notalardan yararlanılarak ilk seslendirmelerin yapıldığı bu konserin kaydının Arşiv Daire Başkanlığı tarafından yayınlanması planlanmaktadır. 

Yazılı ve sesli yayınlara gelince:

1) 03.12.2012 tarihinde İstanbul Üniversitesi Kültür Merkezinde yine IKSV ile ortak olarak “Itrî ve Dönemine Disiplinlerarası Bakış” başlıklı uluslararası bir sempozyum düzenlenmiştir. Tarih, edebiyat, ilahiyat ve müzikoloji alanlarından önemli akademisyenlerin yazılarından oluşan Sempozyum Kitabı aynı adla yayınlandı. Kitapta bildirileri yer alan kişiler: Mehmet Genç, Prof. Dr. Walter Feldman, Mehmet Kalpaklı, Ersu Pekin, Prof. Dr. Süleyman Seyfi Öğün, Önder Özkoç, Prof. Dr. Mahmud Erol Kılıç ve Kudsi Erguner’dir.

2) OMAR 1. Türk Müziği Yaz Okulu dahilinde önemli kültür ve sanat adamlarınca verilen seminerlerin konuşma metinlerinin kitaplaştırılmasına karar verildi ve sahipleri aynı zamanda Danışma Kurulu üyelerimiz olan PAN Yayıncılık tarafından, Ustalar OMAR’da başlığıyla yayınlandı. Kitapta yer alan isimler Süleyman Seyfi Öğün, Uğur Derman, Necdet Yaşar, Fikret Bertuğ, Mutlu Torun, Nuri Özcan ve Zeynep Tarım’dır.(Uluslararası Türk Müziği Yaz Okulu 2014 tarihinde ülkemizde ilk kez İ:Ü. OMAR tarafından başlatılmıştır. Katılmaya hak kazanan öğrenciler, Münip Utandı, Sadrettin Özçimi, Yurdal Tokcan, Göksel Baktagir, Derya Türkan ve Murat Aydemir gibi çok kıymetli virtüoz sanatçılarla enstrümanlarına çalışmalarının yanı sıra, Gönül Paçacı şefliğinde toplu icra ve önemli isimlerin katıldığı seminerlerde bulunma fırsatı elde etmişlerdir. 04. 07. 2014 tarihinde, Cankurtaran’daki tarihî Dede Efendi Evi’nde yapılan ilk törende sertifikaları YÖK Başkanı Prof. Dr. Gökhan ÇETİNSAYA vermiştir. Bu yıl Yaz Okulu’nun üçüncüsünü yapacağız.)

OMAR’ın faaliyetleri nereden takip edilebilir?

İnternet adresimiz: osmanlimuzigi.istanbul.edu.tr 

Bir yazınızda Türkiye’de müzik çalışmalarının ideolojik yapıların tesirinde kaldığını söylemiştiniz. Günümüzde o döneme ait müziğin pek bilinmemesi ve zihinsel fakirlikte devletin resmi ideolojik aygıtlarının payı ne oldu?Türkiye’de Osmanlı dönemi klasik müziğe olan ilginin fukaralığı Avrupa’da da aynı mı? Yoksa bu müziğin kaderinde Borges’ten ödünç alarak söylersem ‘uçsuz bucaksız bir azınlığa’ hitap etmek mi var?

Bu netâmeli konular, sebepleri ve sonuçları üzerine o kadar çok yazılıp söylendi ve tüketildi ki, bu tesbit ve eleştiriler de kanıksandı. Ama bir yandan da bünyedeki alışkanlık haline dönüştü. Bence durup şöyle bir etrafa baksak ve genel olarak, tepeden tırnağa bu toplumun müzik algısındaki kafa karışıklığına dikkat kesilsek, zaten her şey ayan beyan ortada.

Bence bu gün dünyanın farklı bir iletişim, paylaşım dili olduğunu, fertlerin yaşadıkları toplumlarda var olma, bir arada olma koşullarının değiştiğini göz önüne alarak konunun akademikleştiğini kabul etmeliyiz. Bizler de içinde yaşadığımız, kendimizi ait hissettiğimiz sanat dilinin, kendi aidiyetlerimiz içinde çok önemli bir noktada olduğunu; ancak aynı zamanda da bunun yaşadığımız günün gerçekliğine uymadığını bir arada hissetmek, dahası sindirmek durumundayız.

“Zihinsel fakirlik” gerçekten doğru ve etkileyici bir ifade ama mefhum-ı muhalifini, yani kastedilen zenginliği tasavvur edemiyorsanız, bu fakirliğin içine doğduysanız, süslü kelimelerden fazla bir şey ifade etmez size. Genel durum maalesef budur, elitist davranmak istemem ama. Davranmak istemediğim için aksine çalışmak, anlamak, anlatmak peşindeyim. Geçmişimize sağlıklı, fazladan anlamlar ve tefahür vesileleri yüklemeden bakmak, bunun için de nesnel bilgiyle donanmak gerektiğini dile getirmeye çalışıyorum. Kültür ve sanatın da bu hassasiyeti elden bırakmadan, geçmişimizin en bize özgü alanları olduğu gerçeğini, zihinsel mirasımızın önemini vurgulamaya çalışıyorum. Bunun sonucu da, evet “uçsuz bucaksız bir azınlığa hitap etmek”, hatta “uçsuz bucaksız bir azınlığa dönüşmek”.
Ve diğer bazı sorularınızın cevaplarını da kapsayacak şekilde devam edeceğim..

Eğer belli bir dönemi konuşacaksak, ki ben dönemlendirmeyi tercih ediyorum, dünyada da kabul gören bir yaklaşımdır, “Osmanlı dönemi müziği” demek lazım. Elbette evvelinden, örneğin Selçukludan diyelim, nasıl hat veya mimari gibi belirli etkileri aldıysa, dil ve müzikte de devamlılık gördüğümüz unsurlar vardır. O coğrafi ve tarihi süreç içerisinde Acem'den, Bizans'tan aldıkları da gayet tabiî ki vardır. Aldıkları da, attıkları da, kattıkları da vardır. Bunlar uzunca dönem ideolojik mesele haline getirilmiştir; önce hakim resmî anlayış, dönem dönem de müzisyenler veya müzik üzerine düşünen insanlar tarafından. Oysa artık müziği anlamaya çalışmanın bugünkü koşullarla, bugünkü bilimsel disiplinlerle, başka saiklerle olması gerektiğini düşünmeliyiz. Örneklerle biraz açarsak: Diyelim ki, 17. yüzyılın başında Osmanlı'ya esir olarak getirilen Ali Ufkî Bey, Kırım Tatarları tarafından Topkapı Sarayı'na getirilmiş, musiki bildiği için de burada duyduğu müziği Batı notasına uyarlayıp yazmış. Ayrıca bakıyorsunuz ki Ali Ufkî, içinde bulunduğu toplumu çok nazik noktalar üzerinden anlamaya çalışmış; kendisi için Derviş Ali yazıyor, Ali Ufukî yazıyor Albert Bobowski yazıyor, bir yandan mezmurları yazıyor. Kendi kişiliği ile de özdeşleştirerek müzik bilgisiyle birlikte yazıp bırakıyor İstanbul’daki müzik örneklerini. Şimdi o bilgiye başka türlü bakmamız lazım. Ali Ufkî, diyelim şarkî derken, varsağî derken neye göre tanımladı? Tabii ki sadece etrafından duyduğunu yazmadı. Doğal olarak bir taraftan kendi yargılarını da korudu. O bilgiye artık başka türlü bakmalıyız. 

Biz bugün hangi makama, hangi usûle, hangi kriterlerle bakıyoruz nazariyat açısından, Ali Ufkî onu nasıl duydu, Ali Ufkî'nin duyduğu Hüseyni bizim kafamızda canlanan Hüseyni makamı mı? Şimdi burada sorular çoğalıyor ve işin içinde ciddi bir değişim var. Değişim kaçınılmaz, her alanda olduğu gibi. Ama uzun süre yazılmamış, sözel gelmiş bir alanda değişim çok daha önemli. Ondan sonra bir bakıyorsunuz, yarım asır kadar sonra Dimitrıus Cantemir (Kantemiroğlu), “usul-i kadim üzre musiki, usul-i cedid üzre musıki” diyor. Yani bakın yine 17. Yüzyıldayız ama orada da eskilik, yenilik, değişim söz konusu ediliyor. Kantemir'in icralarına da öyle bakmalıyız. Kantemir eserleri notaya alırken bugünkü tempo işaretleri, nüans işaretleri, metronom sayısı, gider, usûl vesaire… Bu kavramlar bize yazıyla aktarılmıyor. Onlar dönemlerinin çok az yazılmış birebir müzik eserleri, müzik derlemeleri, müzik belgeleri diyelim; ancak henüz ses kaydedilemiyor. Oradan nasıl bir bilgi çıkarmaya çalışırız? Bana göre evvela müzik dilini anlamaya çalışmak lazım; örneğin Kantemir'in tanburi olduğunu biliyoruz. Orada onun notaya aldığı eserlerde, alış biçimlerinde acaba tanbur mızrap vuruşunun etkisi var mıydı? Kendisi harf notası icat etmiş, bunların altlarına yazdığı bazı simgelerle, o sesleri tefrik edebilmek için, bir takım nazik farkları başka işaretlerle belirtme ihtiyacı duymuş. Ali Ufkî gibi Batı notasını uyarlamamış. Bu daha özel ve gelişkin bir durum aslında, daha tekil, daha gelişkin. Onu çok sürdüren olmamış gerçi. Kevserî diye bilinen Nayi Ali Mustafa Dede adında bir 18. Yüzyıl müzikçisi var. O, bu notayı kullanmış. Birebir öğrencisi oldu mu, bilemiyoruz. Baktığımızda, Kevserî neyzen olduğu için, ney ezgilerinin, ney üslûbunun nasıl var olmaya çalıştığını görmek lazım. Biraz arkaik gözükebilir ama çok gelişmiş bir yöntem gibi gözüküyor bana: Dönemlendirmek ve dönemin koşullarıyla anlamaya çalışmak. Oysa bugün dünyada standartlaşmış bir müzik algılama, tüketme, beste yapma, nota kullanımı var ve bunu artık insanlar da yapmıyor, aletler yapıyor. Bana göre bu tip sanatlarda, bu kadim yolculukta, geriye gidildikçe ilerlenir. Benim mottom bu, yani bu alanlarda ne kadar geriye gidebilirseniz,  o geriye gidişin koşullarını başka disiplinlerle ilişkilendirerek, oturuşlarını, kalkışlarını, haberleşme stillerini, insanların organize oluş biçimlerini, yönetimlerini, kültür hayatının biçimlerini, nasıl eğleniyorlardı, nelere müsaade ediliyordu, neler başkaları tarafından belirleniyordu gibi soruları ihmal etmezseniz, ilerlersiniz. Müzik çok bileşenli bir alan ve bu bileşenlerin arttığı, insanın zihninin çok fazla karıştığı bir yerde, neye doğru bakılması gerektiği bilinirse, ortaya daha sağlıklı sonuç çıkacağını düşünüyorum. Hep bu çelişkilerin, bu diyalektik alanın ortasında, insan- estetik- müzik ve o işin temel kaynağı var. Yaradılış mı dersiniz, kainatla mı ilişkilendirsiniz, sosyal tarih mi; bunlar her zaman var. Ben hâlâ olduğunu düşünüyorum. En sıradan pop şarkısında bile! Yoksa, zaten insan yok demektir. 

Herşeye rağmen bu müziğe ilgi duyabilecek olan genç kuşaklara nasıl bir yol haritası tavsiye edersiniz? Nereden nasıl başlamalı? Başlamadan önce bir ‘haz eğitimi’ gerekecek mi?

Kanımca iyi örneklerin çoğalması gerekiyor. İcra ve geleneği sürdüren yeni eser bağlamında. Ummadığınız karşılıklar alıyor, şaşırtıcı bağlantılar kurabiliyorsunuz, bu uğraşın güzelliği de burada galiba.
Eğer ilkeli durur ve kendinizi değil sanatı ön planda tutarak çalışırsanız mutlaka sizin yaptıklarınıza inanan, destekleyen dinleyici de buluyorsunuz. Kısa vadeli düşünmemek lazım; "anlaşılmıyorum" demek gibi en zahmetsiz yollara sapmamalı diyorum. Ama tabii ki hayalci olmamak, popüler işlerin kalabalık alıcısını beklememek, dahası hedeflememek gerekir düşüncesindeyim

Türk müziğinin iyi örnekleri, soylu dili ve gelişmiş makam- usul yapısı ortada. Bugünkü bilgi, görgü ve dünya görüşümüzde sorun olduğu için "ümitsiz" bir durum varmış gibi bir yanılgı mevcut. Oysa problem müzikte değil algı düzeyimizde. Az önce de söylediğim gibi ilkeli olmak ve çalışmaktan başka çıkar yol olmadığını düşünüyorum. 

Müzikolog olmanızın  yanı sıra sosyal dokumuzla ilgili oldukça kuşatıcı tespitleri olan bir kimliksiniz. Günümüzde Türkiye milletinin müzikle ilgisini nasıl görüyorsunuz? Buna bağlı olarak son zamanlarda televizyon kanallarında milyonların ekrana kilitlendiği Pop Star Alaturka, O Ses Türkiye gibi vs. yarışma programlarına olan ilgi, Tanpınar’ın deyişiyle  bir ‘zevk hezimeti’ne mi işaret ediyor?

Yalnızca, öncelikle, kendimi tanıma çabasında oldum. Bilgiyle ilişkiyi hiç koparmamak gerektiğini hep -önce kendime- yineledim. Eski ve sevdiğim bir sözde “Sahib-i amel olup da sahib-i ilim olmayan mukallittir”, yani uygulayıcı olup bilgisi olmayan taklitçidir der. Bu sözü hayatın -önce kendi hayatımın- merkezine yerleştirdim.
Sözünü ettiğiniz programların çoğunu merakla izliyorum, toplumumuzun oradan yansıyan yüzüne bigâne kalmamak için. Çoğu kez, özellikle “yerli ve millî” müzik adına gördüğüm perişanlık ilk anda dayanılmaz gelse, yapılan yorumlardaki hatalar ve eksikler yüzüme yüzüme çarpsa da. Ama sonuçta o ortamlarda gerçekte müzik üzerinden başka ifşaatların yansıdığını unutmamak lazım. Katılımcıların büyük oranda safiyetine de inanıyorum. Müzik tüm bunların üzerinde cereyan ettiği, elverişli bir zemin, görünürde. Ne yazık ki.  

Eklemek istedikleriniz ve mesajlarınız neler olacak?

Çok uzattım, iyi ifade edebilmek adına. Teşekkür ederim.

Estağfirullah. Ben teşekkür ederim.