Bizans tarihi uzmanı Prof. Dr. Jonathan Harris imzalı 'Konstantinopolis/ Bizans'ın Başkenti' isimli kitap, Ortaçağ'ın en görkemli kentinin efsanelerle örülü büyülü tarihine sahici bir bakış sunuyor. Konstantinopolis'in o dönemde ilahi bir şekilde atanmış kutsal bir imparator tarafından kurulduğuna inanıldığını söyleyen Harris, imparatorluğun bin yıldan fazla ayakta kalmasının ardındaki esrarın da bu efsanelerden kaynaklandığı iddia ediyor.
TOPLUMUN DIŞINDAKİLER
Kuruluş, efsaneler, yönetim, hanedan, ekonomi, sosyal hayat... Konstantinopol'e dair arşiv belgelerine dayalı bilinmeyen ayrıntılar barındıran kitabın en ilgi çekici bölümlerinden biri 'Dışarıdakiler' başlığını taşıyor. Konstantinopolis efsanesinin pek bahsedilmeyen unsurları bu bölümde dile getirilmiş. Yazarın yaptığı tanıma göre gerçek bir Bizanslı kabul edilebilmek için sahip olması gereken bazı özellikler var: "Bizanslı, erkekti. Heteroseksüeldi. Yedinci Ekümenik Konsili'nde tarif edildiği şekliyle Ortodoks Hristiyandı. Fiziksel manada muktedir ve Yunancayı tercihen resmi formuyla konuşabilmekteydi. Bizans'ın siyasi dini ve kültürel hayatında yer almış seçkin kimseler kronik ve resmi evrakları dolduran insanlar, bu kriterlere sahip kimselerdi."
KADIN YOK HÜKMÜNDE
Bizans'ta yukarıda belirtilen kriterleri yerine getiremeyen dolayısıyla aykırı olarak değerlendirilen ve şehir hayatının bazı bölümlerinden hariç tutulan hatırı sayılır sayıda insan vardı. Dışarıda tutulanların içinde en büyük grubu ise kadınlar oluşturuyordu. Harris'e göre modern öncesi toplumların çoğunda olduğu gibi burada da kadınlar erkeklerden daha alt kademede konumlandırılmıştı.
"Theodoros Stoudites keşişlere, eğer günahtan sakınmak istiyorlarsa karşı cinsten hiç kimseyle bir işlerin olmamasını, hatta dişi yük hayvanı bile kullanmamalarını önermişti. Adı bilinmeyen bir şairin en büyük tehlikelerin deniz, ateş ve kadın olduğunu, bunların içinde de en tehlikelisinin kadın olduğunu söylemesi gibi birçok aptalca düşüncenin temelinde bu fikir vardı" diyen Jonathan Harris, Bizans'ta buradan hareketle, hem kendilerinin hem de diğerlerinin iyiliği için kadının toplum hayatından uzak tutulması gerektiği sonucuna varıldığını söylüyor. O dönemde kadınlardan bu nedenle evlerinde oturmaları, sokaklarda gezinmemeleri, eğer dışarı çıkmaları gerekiyorsa ihtiyatlı bir şekilde örtünüp öyle çıkmaları bekleniyormuş. Bu gündelik hayattan ihraç fikri Bizans hukuku ile de desteklenmiş. Bir kadının kocasının izni olmaksızın hipodroma, hamam ya da bir şölene gitmesi bir boşanma sebebiymiş: "Sadece en hayati acil durumlarda kadınların sokaklara çıkmaları haklı görülebilmekteydi. Örneğin 1063 yılında Konstantinopolis'te meydana gelen bir depremde kadınlar evlerinin başlarına çökeceğinden korktukları için kendilerini sokağa atmışlardı. Toplumsal hayatta kadınların oynayabilecekleri roller üzerinde ciddi kısıtlamalar mevcuttu. Kanunen sadece hakimlik ve bankerlik yapmaları yasaklanmamış, bir sözleşmede şahitlik yapmaya yetkin olmadıkları da düşünülmüştü. Erkeklere göre daha az eğitim olanaklarına sahiptiler."