AKSAM.COM.TR
GÜLCAN TEZCAN
Uzun yıllar devam ettirdiği oyunculuk kariyerinin yanı sıra çocuk yazarlığı ile adından söz ettiren Özgür Özgülgün, Haritadaki Efsanenin İzinde adlı seri ile okurlarına yaşadıkları şehirle ilgili etkileyici hikâyeler anlatıyor. Başarılı oyuncu, çocuklarla kurduğu güçlü bağı edebiyat üzerinden daha da sağlamlaştırıyor. Her şehrin sembolik yapılarından hareketle kurguladığı metinler sayesinde çocukların yaşadıkları şehirle bağ kurmalarını ve tanımalarını sağlayan Özgülgün, oyunculuğunu da tiyatro sahnesinde devam ettiriyor. Bu sezon "Hayatı Hikaye Olan Adam Sait Faik" adlı tiyatro oyunu ile seyirci karşısına çıkan Özgülgün, 26 Haziran Perşembe günü bir kez daha Atatürk Kültür Merkezi'nde perde açacak. Sevilen sanatçı ile kaleme aldığı çocuk kitapları ve oyunu üzerine konuştuk.
Sizi oyuncu kimliğinizle tanıyoruz ama bir yandan da çocuk edebiyatı ile ilgileniyorsunuz. Ne kadar zamandır çocuk edebiyatı alanında eser veriyorsunuz?
Edebiyat ve gösteri sanatları dediğimiz sinema, tiyatro farklı disiplinler ama birbirlerini temelde çok besliyorlar. İyi bir hikâye ve iyi bir kurgu olmadan hiçbiri olmaz. Ne senaryo tamamlanıp film çekilebilir ne de text hazırlanıp sahneye oyun olarak çıkabilir. Ziya Selçuk'un Bakanlığı zamanında Milli Eğitim müfredatına dramayla eğitimi dahil ettiler.
O zaman bizim gibi tiyatro sanatçılarına çok iş düştü. Çünkü drama bizim sahne tatbikat dersimizin temelini oluşturuyor. Ve ilk ve orta dereceli okullarda etkinlikler yapmaya başladık. 23 Nisan, 29 Ekim, 19 Mayıs, Yerli Malları Haftası gibi belirli günlerde, okuma bayramlarında önce çocuklar velilerine ve öğretmenlerine, okul yönetimine böyle güzel şeyler sundu. Önemli olan öğrencilerimize, sınıf arkadaşlarıyla birlikte bir şeyi başarabilmenin, nitelikli bir şeyi sahneye taşımanın heyecanını yaşatmaktı. O şekilde adım attık.
SAHNEDE ÇOCUKLARLA ETKİLİ BİR İLETİŞİM KURUYORUM
Sadece İstanbul gibi büyükşehirlerde değil, Anadolu'daki köy okullarımıza, en ücra okullarımıza kadar gidiyoruz. Sonra bu çalışma beni bir arayışa yönlendirdi. Hadi kendi hikâyelerimizi, kendi başımızdan geçen hikâyeleri yazalım dedik. Okul öncesi kitaplarda daha az kelimeyle daha vurucu anlatımları tercih ettik. Sonra yazdık, eğlendik çocuklarla birlikte. Onu sahneye taşıdık ve bu iş beni de heyecanlandırdı. Allahtan kıymetli yayınevleriyle çalışıyorum. Özellikle Erdem Yayınevi bu konuda biçilmiş kaftan. Büyük kentlerde yaşayan çocukların o kadar fazla her şeyi var ki o bolluğun içerisinde seçim yapmıyor, kitabı önemsemiyor, önceleyemiyor. Ama Anadolu'daki okullara gittiğiniz zaman bir insan sıcaklığı, dostluğu bekliyorlar ve sizi son derece hoş karşılıyorlar. Sahne üzerinden onlarla bir oyun oynadığım ya da bir gösteri yaptığım zaman o kadar iyi iletişim halinde oluyorum ki... Bizim büyük kentte yaşadığımız sorunmuş gibi görünen şeyler onlar için bir anlam taşımıyor. Doğanın daha çok farkındalar. Hayvanı sevmesi gerektiğinin bilincinde. Öğretmenine karşı saygı bambaşka. Her şeyi öğretmenine bırakmıyor. Bir köy okuluna gittiğimizde mesela sobayı öğrencilerin paylaşarak yakma duygusu bile bende çok farklı bir şey uyandırdı. Öğretmenin masası hâlâ bizim çocukluğumuzdaki gibi pötikareli örtüyle örtülmüş, üstünde vazo, vazonun üstünde iki dal çiçek. Çocuk belli ki onu evden gelirken yol üstünden koparmış ve gönlünden kopararak öğretmenin vazosuna koymuş. Bunlar çok kıymetli şeyler. Bunlar belki ders olarak okutulmuyor ama hayatın içerisindeki o detaylar bir bütüne giden yolda en büyük basamaklar. Zaten ilkokul seviyesindeki çocuklarımıza daha yaşam merkezli öğretim metodu uygulamak gerekiyor. Aile nedir, bir büyükle nasıl konuşulur gibi hayat bilgisi verilmeli. Çünkü yaşam çok mekanik hale geldi. Dolayısıyla çocuklar da gündelik hayata dair detayları maalesef öğrenemiyorlar.
Çocuklar için yazma hâlini nasıl tarif edersiniz?
Kendimi salt çocuk yazarı olarak görmüyorum. Üretkenlik evet, 34 kitabım olmuş ama edebiyat çok uzun, çok katmanlı bir yol. Bir eser ortaya koymak zor. Çocuk için yazmak ekstra zor. Sabah akşam onlara eser ürettiğim için çok düşünüyorum. Onların dünyalarının içerisinde var olmayı istiyorum. Bir de acımasızlar, beğenmediklerini ilk başta söylüyorlar. Onların bu açık sözlülüğü de çok hoşuma gidiyor. 2005 yılından beri babayım, Can isminde bir oğlum var. Kitaplarımı ilk ona okudum 'sence nasıl' diye ondan karşılık almaya çalıştım. O beni çok eğitti. 'Burada bunu yapabiliriz, burada şunu yapabiliriz' diyerek heveslendirdi açıkçası. Hâlâ yeni çıkan bir kitabımın ilk nüshasını ona gönderirim. "Eleştirirken acımasız ol" derim.
HER ŞEHRİN SEMBOLİK MEKÂNLARINI ANLATIYORUM
Yeni bir seriye başladınız mekânlar ve şehirleri merkeze alan. O, nasıl ortaya çıktı? Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın düzenlediği Kültür Yolu Festivali'nde her sene 15-20 şehir geziyoruz. Oralara gittiğimiz zaman etkinlikler kapsamında YouTube kanalına o şehirle ilgili içerikler yüklüyoruz ya da o şehirdeki kültürel yapıların tanıtımlarını yapan kısa videolar çekiyoruz. Gitmeden bir hafta önce o şehrin il kültür müdürlüklerinden bölgedeki sembolik mekânlarla ilgili detaylı bilgiler alıyorum. O birikime sahip olduktan sonra o bilgileri bir köşeye atmak haksızlık olur diye düşündüm. Dolayısıyla o bilgileri yayınevindeki editör arkadaşlarımla paylaşıyorum. Mesela Bursa'ya gittiğimde bir Hacivat Karagöz Müzesi var. Tiyatro oyuncusu olduğum için Türk tiyatrosunun temel taşını oluşturan Hacivat Karagöz ve gölge oyunu beni çok heyecanlandırdı. Bu yüzden Bursa'ya giden bütün çocukların da o Hacivat Karagöz Müzesi'ni görmelerini istiyorum. Çok güzel yapmışlar. Müze Bursa'nın en güzel yerlerinden birinde. İçine girdiğiniz zaman geleneksel Türk tiyatrosunun temelini oluşturan bütün dekor, kostüm, aksesuarların hepsini görebileceğiniz, dokunabileceğiniz, tarihini araştırabileceğiniz her şey var. Kendi kültürümüze ait birikimimizi çocuklarımız bilmeli ki şehre gelen misafirlerine daha rahat anlatsınlar. Kaldı ki geçmişini bilmeyen topluluklar geleceğini oluşturamazlar. Ben bu anlamda daha gelenekçi bir yapıya sahibim. Kendi topraklarımdan beslenmeliyim diye düşünüyorum. Dolayısıyla geleceğe yaptığınız her yatırım günün birinde size bir fidan olarak geri dönüyor. Ki bu yakın tarihte bizden önceki ustaların da zaten deneyimlediği bir şey. Bütün bunların çocuk edebiyatında malzeme olması da çok güzel. Daha sonraki kuşaklara aktarım açısından kalıcı hale getiriyoruz. Gelecek kuşaklarda da yaşadığı şehrin tarihi ve kültürel değerleri, birikimi ile ilgili farkındalığın oluşması biraz bu materyallere bağlı.
Kitabınızda dijital oyunları da konu ediniyorsunuz...
Evet oyun mevzusu da var. Dijital oyunlarla ilgili. Dijital oyun kötü değildir. Ama zamanı ve yeri vardır. Biz onun içini nasıl dolduruyoruz? Hangi oyunlarla uğraşıyoruz? Biraz buradan bakmaya çalıştık. Mesela kitaplarda QR kodları oluyor. Bizim kitabımızda da var. QR kod marifetiyle sen artık dijital dünya üzerinden kitapla ilişki kuruyorsun. Orada da ben aslında ortada duruyorum. Tabletin şarjı bittiği zaman okuma şansınız yok. Kitap hep elimizin altında.
Seri kaç kitaptan oluşacak?
Planlamamıza göre 12 kitaptan oluşacak. Şimdi Bursa çıkacak. Sonra Antalya ve Ege bölgesindeki illerimizi konu alan kitaplar yayınlanacak. Dizinin adı Haritadaki Efsanenin İzinde. Can ve Melis Nida adlı iki arkadaşın maceraları.
Bu sezon bir de tek kişilik oyunla sahnedesiniz... Biraz da ondan bahsedelim...
Halihazırda Sait Faik adıyla 2020 yılında yazdığım tek kişilik bir oyunu sahneliyorum. Türk Edebiyatı'nın Rüzgâr Gülü kabul edilen Sait Faik'in hikâyelerindeki yalnızlık, ada insanları, kendi yalnızlıklarına çekilmiş o balıkçıların hikâyelerini sahneye taşıyorum. Özellikle ortaokul ve lisedeki çocuklar Sait Faik'i çok seviyorlar. İnsanın temel duygularına hitap eden hikâyeler yazdığı için öğrencileri çok heyecanlandırıyor. Hayatın içinden yazıyor. Hiç eskimiyor ve hep klasik olarak kalıyor. Şunu gördüm ki, özellikle bizim kuşağımızdaki insanlar gelip oyunu izlediklerinde "Bize öyle bir 55 dakika yaşattınız ki adaya gitme isteği duyduk" diyorlar.