Şairler şiirin artık malzemelerinden deneme yaparlarmış. Ben bunu şair Hüseyin Akın’ın bir söyleşisinde okumuştum. Türler arasında şiir ve öyküyü saymazsak roman, deneme ve diğer türler hep ikincil konumda olmuştur.
Kalemle tanışan insanın ilk teşebbüsü ya şiir ya da öyküdür. Deneme ve roman gibi türler onlardan sonra gelir. Hüseyin Akın bunun farkında olan bir yazar. Geçtiğimiz haftalarda yayımlanan yeni deneme kitabı “Menkul Kanaatler Borsası”nda bu yargımızı doğrulayan çok şey var.
Hayata dair fazla göze batmayan halleri imbikten geçirircesine okuyucunun gündemine sokabilmeyi başaran Akın bu deneme kitabında da tıpkı öncekilerde olduğu gibi konu başlıklarıyla dikkat çekiyor.
Üç bölümden oluşan kitapta “biz bize eleştiriler” diyebileceğimiz tarzda özeleştiri kültürüne katkı sağlayacak yazılar yer alıyor.
Menkul Kanaatler Borsası, Arkadan Konuşma Bilgisi ve Salonu Doldurmak bölümlerinden oluşan kitapta edebi meselelerle sosyokültürel ya da sosyoekonomik meselelerin arasının açılmadığını görüyoruz.
Şiirdeki bir mesele nasıl olur da ekonomideki ya da insan ilişkilerimizdeki bir problemin yansıması olabilir demeyin. Örneğin “Salonu Doldurmak” başlıklı denemede edebiyat programlarında dinleyici sayısının gittikçe azalması dün ile bugün arasında zihnimizin değerler silsilesinde değişim ve dönüşüme pekâlâ işaret sayılabiliyor.
Hüseyin Akın’ın son denemelerini içeren kitapta bir başka önemli nokta, denemelerin mümkün mertebe kısa tutulması.
Çağdaş örneklerini Enis Batur’da gördüğümüz kısa deneme biçimi aynı zamanda bir şair keleminden neşet ettiğinin de canlı şahidi gibi.
Şiirde çoğu kez kullanışsız olan söyleyişler rahatlıkla bir öykünün ya da denemenin tıkanan boşluğunu tamamlayabiliyor.
Hüseyin Akın’ın altını çizdiği şu satırlarla bitirelim: “Sözcükler de nefes alırlar. Onların da ortalığı darmadağın ettiği ya da derleyip toparladığı zamanlar vardır. Sözcük deyip geçmeyin; ağızda tat, yürekte ağırlık ve kafada bir karar kılma noktasına sahiptirler. Ağzınızın şeklini aldığını sanırsınız, lakin o aslında dilinize uyarlı hale gelmiştir, sonradan anlarsınız. Bütün mesele onları belli bir düzen içinde adına cümle denilen ipin üzerine dizebilmektir. Nasıl da birbirlerine yaslanıp yarım kalan anlamlarını tamamlarlar.”