1
TM Dijital Haber Merkezi
Kopernik Kitap, Stefan Zweig’in ölmeden önce yazdığı son kitap olan “Satranç”ı yayımladıktan sonra, şimdi de yazarın “Amok Koşucusu” ve “Meçhul Bir Kadının Mektubu” kitaplarını kitapseverlerin beğenisine sundu.
Çağdaş edebiyatın önemli yazarları arasında yer alan Stefan Zweig, Berlin ve Viyana üniversitelerinde eğitim gördü. Roman, şiir, öykü, oyun gibi edebiyatın birçok türünde eser veren Zweig; Lev Nikolayeviç Tolstoy, Friedrich Nietzsche, Charles Baudelaire, Fyodor Dostoyevski gibi yazarların hayatlarını inceleyerek okurlarına biyografi türünden de eserler bırakmıştır. Ayrıca çeviri de yapan yazar, Paul Verlaine ve Charles Baudelaire’in şiirlerini Almancaya çevirmiştir.
Avrupa tarihinin en hareketli dönemlerine tanıklık eden Stefan Zweig, 1913 yılında yerleştiği Salzburg’dan Nazi baskısından dolayı ayrılarak önce İngiltere’ye daha sonra Brezilya’ya yerleşti. 1942 yılında ise eşi Charlotte E. Altmann ile intihar ederek yaşamına son verdi.
AMOK KOŞUCUSU
Kopernik Kitap’tan Elvan Aytekin’in çevirisiyle yayımlanan “Amok Koşucusu” kitabı, çökmüş hayatları ve psikolojik sorun yaşayan insanları konu alan kısa hikâyelerden oluşuyor. Zweig, bu kitabının sonuyla okurlarını şaşırtmayı başarıyor, çünkü konu alınan kişilik çözümlemeleri umulmadık son ve trajik olaylarla sonuçlanıyor.
Stefan Zweig “Amok Koşucusu” kitabıyla okurlarına iyilik yapmanın görev olup olmadığını sorgulatır. Eser, Avrupa’da görev yapan bir doktorun, kendisinden yardım isteyen bir kadının bilinmeyen sırrını öğrenmesiyle başlar. Bu kitabıyla insanların sorumluluklarına dikkat çekmek isteyen Zweig, bireyin ruhsal gelgitlerini karakterler üzerinden inceler.
Doktor küçük bir kasabada görev yaptığı sırada onu bir kadın ziyaret eder. Doktordan hamileliğini sonlandırmasını isteyen kadın, tüm bölge tarafından tanınan zengin bir ailenin asilidir. Çünkü karnında taşıdığı bebek eşinden değildir ve bunun kimse tarafından duyulmasını istemez. Doktor, kadının yardım talebini “yasal olmadığı” gerekçesiyle geri çevirir. Kadın, kendisine yardım etmesi için doktora ısrar eder; fakat bir anda sert bir şekilde bağırarak ona ihtiyaç duymadığını söyleyerek odayı terk eder.
“… ‘Amok koşucusu’nun ne demek olduğunu biliyor musunuz?’ … ‘tam bir çılgınlık, bir tür kuduz hali, sıradan bir alkol zehirlenmesiyle karşılaştırılamayacak delice bir saplantı’…”
Doktor, kadının bu tavrına ilk önce kızar; fakat daha sonra belirsiz duygular hisseder. Bu durumu telafi etmek için kadının peşinden koşup onu yakalamaya çalışır. Ancak kadının yolunu kaybeder. Doktor günler boyunca ona yardım etmediği için kendini suçlar. Kadını her yerde arar, bu süreçte hisleri bir aşka dönüşür. Doktor yaşadığı gelgitler sonucunda Avrupalıların uygarlık misyoneri olma fikrinden uzaklaşır.
İzini kaybettiği kadının yerini bulan doktor, yanına gider ve ona yardım etmek istediğini, bu konuda elinden geleni yapacağını söyler. Kadın bu sefer doktora güvenmez ve bu sırrı açığa çıkaracağını düşünür. Doktor her şeye rağmen kadına yardım etme arzusundan vazgeçmez. Kadına yakın olmak için bölgeye tayinini ister.
Kadın ise doktora güvenmediği için kötü şartları olan bir yerde bebeğini aldırmaya gider ve burada enfeksiyon kapar. Doktor bunu duyar duymaz kadına yardım etmek için yanına gider. Kadın doktoradan sırrının ortaya çıkmaması için elinden geleni yapmasını ister ve ölür. Kadının eşi bu ölümden şüphelenir ve otopsi yapılmasını ister. Doktor ise sırrın ortaya çıkmaması için her şeyden vazgeçer. “Amok Koşucusu” kitabı trajik bir sonla okurları şaşırtmayı başarıyor. Kitabın sonunda beklenmedik bir hikâyeyle karşılaşmak için “Amok Koşucusu” nu okumanızı tavsiye ederiz.
MEÇHUL BİR KADININ MEKTUBU
Stefan Zweig dünya edebiyatının klasikleri arasında yer alan “Meçhul Bir Kadının Mektubu” kitabını 1920’li yıllarında başında kaleme aldı. Kopernik Kitap’ın yeni çıkardığı ve çevirisini Necati Aça’nın yaptığı “Meçhul Bir Kadının Mektubu” eseri bir aşkın anatomisini yapar.
“Meçhul Bir Kadının Mektubu” kitabının kahramanını, sadece uzun bir mektup yazan ve kim olduğunu bilmediğimiz bir kadın olarak okuyoruz. Kadın, hayatı boyunca tutkuyla sevdiği ve bağlı olduğu erkek için uzun bir mektup kaleme alıyor. Eserlerinde psikolojik analizler yapmayı seven Zweig, bu kitabında umutsuz ve beklentisiz bir aşkın umut arayışını anlatıyor.
“… Yeryüzünde hiçbir şey kuytudaki bir çocuğun fark edilmemiş aşkına benzemez…”
Kitap, tanınmış bir yazar olan R’nin eline geçen bir mektupla başlıyor. R, mektubu okumaya başlayınca farklı bir dünyanın içine giriyor. Çünkü okuduğu mektup hayatı boyunca bir adamı sevmiş kadının yazdıklarından oluşuyor ve kadının adı bile yer almıyor.
“Meçhul Bir Kadının Mektubu” kitabında psikolojik çıkarımlar öne çıkmaktadır. Bir kadının duygusal çöküntülerini, bağlılık duygusunu, hayatının iniş ve çıkışlarını ve durumlara göre sürekli değişiklik gösteren ruh halini anlatıyor. Zweig, çaresiz ve karşılıksız bir aşkın peşinden gitmekten vazgeçmeyen tutkulu bir kadının yaşadığı hisleri okurlarına yansıtır. Dünya edebiyatında klasikleşen “Meçhul Bir Kadının Mektubu” kitabını mutlaka okumanızı öneririz.
SATRANÇ
Stefan Zweig, edebiyat dünyasına kazandırdığı son kitap olan Satranç’ı, ölmeden önce 1942 yılında yazmıştır. Okurlarına bir veda niteliği taşıyan kitap, satranç tutkusunun trajik sonunu konu alır. “Satranç” kitabı iki arkadaşın seyahat macerasıyla başlıyor. New York’tan Buenos Aires’e deniz yoluyla gitmek isteyen iki arkadaş yolcu gemisine biner.
Bindikleri gemide ise dünya satranç şampiyonu ile Nazi döneminde esir düşen Dr. B vardır. Petrol zengini Mc. Cannor bir gün dünya satranç şampiyonu Mirko Czentovic’e ücret karşılığında satranç oynamasını teklif eder. İkilinin oyununu izleyen Dr. B ise kendisini tutamayarak oyuna dâhil olur. Çünkü savaş esiri olduğu zaman eline geçen bir satranç kitabıyla bu oyunun tutkunu haline gelmiştir.
“Satranç” kitabıyla dönemin sıkıntılarını ve savaşların insanlar üzerindeki olumsuz etkisini Dr. B üzerinden ele alan Zweig, okurlarına yine psikolojik çıkarımlar yapmaktadır. Konuşma ve anlama zorluğu çeken Czentovic, satranç oynamayı babası ve arkadaşlarının oyunlarını izleyerek öğrenir. Bir gün babası yerine satranç oynar ve kazanır. Daha sonra şehirlerdeki kulüplere girmeyi başarır. Dünya şampiyonu olur ve satranç konusundaki başarısı bütün dünyaya yayılır.
Kitabın diğer kahramanı Dr. B ise Viyana asıllı bir avukatın oğludur. Naziler tarafından esir alındığı dönemlerde eline gizlice geçirdiği satranç kitabıyla oyunun bütün inceliklerini ve taktiksel hamlelerini öğrenir. Yaşadığı sıkıntıları satranç kitabıyla yenmeye çalışır. Fakat bu oyunda istediği satranç taktiklerini yapamayan Dr. B, satranç tutkusu yüzünden sinir krizi geçirir. Bir tutkunun insanı getirdiği çıkmazı konu alan kitap, Stefan Zweig’in ölmeden önce yazdığı son kitap olması nedeniyle de ayrı bir yere sahiptir.