Ezgi Aşık
Yeni kitap projeleri hakkında da konuşan İlhami Fındıkçı, "An itibariyle çok taze, son dokunuşlarını yaptığım ülkemiz ekonomisinin bel kemiği konumundaki aile şirketlerimize yönelik bir kitap çalışmamız daha yolda. Özellikle dünya insanı olarak 2 senedir etkisinde kaldığımız, etkilendiğimiz pandemi süreci başta insanı olmak üzere işletmeleri de çok etkiledi. Bu kriz dönemlerinde şirketlerin göstermiş olduğu davranış şekilleri de farklı oldu. Soru ve cevaplar eşliğinde aile işletmelerini ele aldığım bu kitap çalışması umut ediyorum ki bir kılavuz eser niteliğinde olacak ve ihtiyaca cevap verecek." şekilde konuştu.
İnsanın işgal altında olduğunu hatırlatan Fındıkçı, "Dünya imtihanının, her dönemde insanı farklı şekilde sınadığı bilinciyle şartlar ne olursa olsun kendi hakikatimizin peşinde olmak, varlığımızın anlamına daha güçlü biçimde sarılmak zorundayız. Sahip olduğumuz bilgiyi ve bu bilgiyi nasıl kullanacağımızı belirleyen evrensel ahlakı, bilimsel bilgiyi ve kadim bilgiyi, beden ve ruh gibi bir ve bütün tutmak zorundayız. Kişiliğimizi, ailemizi ve devletimizi daha güçlü kılacak aktif bir üretim içinde olarak hızlanan insan işgalinden daha az zararla çıkmak zorundayız." ifadelerini kullandı.
"İnsani Derinlik" kitabınız Türkiye'den sonra Almanya'da ve Amerika'da da yayınlandı. Ve Rusya ve Arapça olarak da basım aşamasında. Kitabınızı nasıl tanımlarsınız? Kitaba olan bu ilgili nasıl değerlendiriyorsunuz?
Esasen okurların kitabı tanımlamaları daha doğru olur. Ama madem sordunuz ben "İnsani Derinlik"i şöyle tarif etmeye çalışayım: "İnsan" ve "derinlik" kavramları yan yana gelmiş. İnsan, yeryüzünün en önemli varlığıdır. Bedeni, zihni, kişilik özellikleri; ruhu ama en önemlisi gönlü ile bütün âlemi temsil eder. Böylece bir âdem âlemi, âlem de âdemi temsil eder.
İnsan, sahip olduğu bu yüce özelliklerden dolayı günümüz bilgi çağı medeniyet düzeyine ulaşmıştır. Ulaşmıştır da bir şeyler de ters gidiyor. Yani bilgi çağında her şey insanın faydası ve yararı için geliştirilmekle birlikte hayat hızlanmış. Sanal ortamlar hayatın tüm karelerini etkiler hale gelmiştir.
Bugünün dünya insanı; temel insani değerlerinde, insan ilişkilerinde, aile değerlerinde kısacası insanı insan yapan tüm kalemlerde ciddi bir geri gidiş yaşıyor. Maalesef insani derinliğimizi hızla yitiriyoruz. İnsan olmaktan hızla beri duruyoruz. Bunun için bu kitabımızda bu iki kavramı yan yana getirdik.
"NEYE TALİPSENİZ ONA YÖNELİRSİNİZ"
"İnsani Derinlik" kitabınızda kişisel gelişim konusunu ele alış tarzınız da dikkat çekici. Günümüzde kişisel gelişim konusu rota mı değiştirdi? Sizce "gerçek kişisel gelişim" nedir?
Sürüklendiğimiz noktayı idrak bakımından, bunun da çok önemli bir soru olduğunu düşünüyorum. Evet, bu konuyu "İnsanî Derinlik" isimli kitabımda kapsamlı olarak işlemiştim. Zira bu konuyu son derece önemli buluyorum ve hem yayınlarımda hem de medyadaki paylaşımlarımda "kişisel gelişim" hususunun çok yanlış bir biçimde algılandığını vurgulamaya gayret gösteriyorum.
Kişisel gelişim, "Haydi aslanım! Sen yaparsın! İçindeki devi uyandır! Bir gecede 100 bin Dolar kazanabilirsin!" tarzında süslü söylemlere indirgendi. Son dönemde bu alanda, hep bu tarz kitaplar çıktı. Hatta o kadar ki, sağdan soldan toplanan derleme bilgilerle herkesin iki üç kitabı oluverdi! Herkesin yaptığı yayına saygı duymakla birlikte, yazmanın ciddi bir araştırma ve yanma işi olduğunu unutmamamız gerekir diye düşünüyorum. Yanmadan yazılmaz.
Her bir cümlenin, hatta her bir kelimenin hakkını verebilmek için ciddi bir üretim ve sorgulama esastır. Ne var ki biz bu anlayışı bir tarafa bıraktık ve kişisel gelişim zemini merkez benliğin, egonun oturtulduğu, "Egoyu daha fazla nasıl şahlandırabiliriz?" noktasına doğru seyreden tehlikeli bir moda halini aldı. "Yoga ya da meditasyon eğitimleri yapacaksınız ve bir süre sonra ereceksiniz!" şeklinde bir algı yayılmaya başladı ancak böyle erilmez! Zira başkasının kaygısını, başkasının derdini, başkasının sıkıntısını gönlünüzde hissetmediğiniz sürece olgunlaşmanız ya da kâmil insan, üst insan, kemalat sahibi insan, güzel insan, iyi insan gibi ifadelerle vurgulanan düzeye erişebilmeniz mümkün değildir. Bu çok nettir. Dolayısıyla da gerçek kendini geliştirme, "ben" değil "biz" duygusunu kazanabilmekten geçer.
"İnsan ne ile yaşar?", "Ne için yaşar?" sorularını soran Tolstoy; tam da bundan dolayı bu temel soruları "Öteki için yaşar!" şeklinde yanıtlamıştır. Kendisinin bu isimdeki meşhur kitabını hepimiz biliriz. Ayrıca bu soruya Platon "Erdem için yaşar!", Aristo "Akıl için yaşar!", Farabi "Kalp için, gönül için yaşar!", İbn-i Arabî "Aşk için yaşar!" şeklinde farklı yanıtlar vermişlerdir. Ne var ki tüm bu yanıtların toplamında ve aşkın temelinde de bir başkası için yanmak, bir diğeri için faydalı şeyler yapabilmek vardır. Kısacası ben geliştikçe başkaları için ürettiklerim artıyor ise, bu sağlıklı bir durumdur. Ancak ben geliştikçe süreç sadece bana fayda sağlıyorsa, bu doğru bir kişisel gelişim değildir. Bu sürecin gerçek bir sağlamasını yapabilmek için, kendimize hayatımızın merkezinde neyin olduğunu sormamız ve bunu dürüstçe yanıtlamamız gerekir.
Hayatımızın merkezinde paranın temsil ettiği maddî değerler olabilir, kariyer olabilir, siyaset olabilir, şöhret olabilir, bilgi ya da bilimsel arayış olabilir, inanç-din ve ahlak olabilir. Tabi bunların çoğu birden zaten hayatımızda mevcuttur ancak önemli olan, ağırlığın hangisinde olduğudur. Örneğin İlhami Fındıkçı denildiği zaman acaba hangisi daha baskın geliyor, öne çıkıyor? Bu konuda yapılan araştırmalar, yazık ki hayatımızın merkezinde maddî değerlerin olduğunu ve bizi bunların yönettiğini gösteriyor. Dolayısıyla da her birimizin neye talip olduğunu kendine sorması gerekiyor. Zira neye talipseniz ona yönelirsiniz. Ve insan, talip olduklarıyla vardır...
"ÇAĞIMIZDA İNSANİ BİR KRİZ YAŞANIYOR"
Bilgi çağındayız, her şey çok hızlı seyrediyor, değişiyor. Bilgi çağındaki insan profilini çizebilir misiniz bize?
Bilgi çağı olarak adlandırılan günümüzde yoğun teknoloji, hayatı doğrudan ilgilendiren birçok alanda değişim ve dönüşüme yol açmıştır. Ulaşım, iletişim gibi hayatın tüm boyutları hızlanmıştır. Tüm bu gelişmeler kişi, aile, kurum, toplum ve dünya insanının hayatına çok önemli katkılar, yenilikler getirmiştir.
Bilgi çağının insana katkıları ve kazandırdıkları kadar insanın, özellikle insani yönü, insani değerleri bakımından çok önemli yıkımları da söz konusudur. Nitekim günümüz insanı; giderek daha fazla umutsuz, sevgisiz, stresli, gelecek kaygısı olan, üretimden uzak, tüketen, kendine ve çevreye yabancılaşan, politize olan, iç barışı bozulan bir profil çizmektedir.
Çağımızda çok açık ve net şekilde görüyoruz ki bir insani kriz yaşanıyor ve aslında insan işgal altına. Birey, toplum ve devlet olarak yani topyekûn yaşanan insani krizle başa çıkmak, insani değerlerdeki yıpranmanın azaltılması, kişi, aile ve toplumun giderek uzaklaştığı temel toplumsal değerlerin, gelenek ve göreneklerin, kültürün özellikle insana ve insan ilişkilerine bakan yönü ile yeniden yakalanmasını amaç haline getirmemiz önemlidir.
Peki, işgal altındaki insan kavramını biraz açabilir miyiz?
Bugünkü dünyada insanlığın yaşadığı temel sorunlar ve krizler örneğin; su krizi, petrol krizi, ekonomik krizler, din savaşları ve benzerinin özünde aslında insanın kendisinden giderek uzaklaşması, toplumun temel yapı taşı olan ailenin parçalanması yani bir insani krizin yer aldığı çok açıktır. İnsanın asıl kaynağından, aslından uzaklaşması ve kendisine yabancılaşan insanın iç barışının bozulması ve nihayet insani derinliğin yitirilmesi ile ortaya çıkan insani kriz beraberinde esasen zaten insanı işgal ediyor.
İnsanı sıradan bir canlıya dönüştüren bu işgal, yaşanan küresel salgınla hızlanıyor. Amaç düşünmeyen, inanmayan, âşık olmayan, sadece hazlarının ve heveslerinin peşinde koşan ve sürekli tüketen bir birey... Amaç akıl, ahlak ve ruh bütünlüğü bozulmuş, kalbinden bihaber, bedeninden ibaret bir canlı... Kapitalizmin ezdiği insan, dijitalizmin işgali altında.
Aristo'nun öncülüğünü yaptığı akıl ve Eflatun'un öncülüğünü yaptığı ahlak merkezli toplum anlayışından uzaktayız. Bu iki yaklaşımı sentezleyen İkinci Öğretmen Farabi'nin, "biz" olmak için "ben"den vazgeçmeyi gerektiren "Erdemli Toplum"undan uzaktayız. Dante'nin İlahi Komedya'sında peşine düştüğü cennetten, Shakespeare'in Hamlet'inde arzu ettiği ahlaktan, Leyla ile Mecnun'un ilahi aşkından, Hazreti Mevlana'nın 'Gel' sesinden de uzaktayız.
İnsanı, insan olmaya davet eden tarihi birikimden, tabiatı okumaktan, olaylardan ders almaktan, Kutsal Kitaplardan ve belki de en önemlisi küçük bir âlem olan kendimizden uzaklaştık, hızla yabancılaşıyoruz. Mana ile savaşında yeni bir mevzi kazanan madde gibi ruhla mücadelesinde beden de yeni bir yaşam şekline hazırlanıyor. Kendini bilme yolculuğunun yavaşladığı, ölümün hayatın dışına çıkarıldığı bu yaşam biçiminde insan, hayatın anlamının peşine düşemeyecek hale geliyor.
Siz aynı zamanda aile şirketlerine yönelik de kurumsallaşma ve yeniden yapılandırma çalışmaları da yapıyorsunuz profesyonel şekilde. Kurumunuz Değer Danışmanlık'ın amaçları ve faaliyet alanlarından kısaca bahseder misiniz?
Danışmanlık şirketimizde, aile ve işletmenin sadece birbirini örten ve gelişmelerini engelleyen birer güç olmasını önleyip, birbirlerinden ayrı, farklı kuvvetler haline gelmelerini sağlamaya, ailelerin büyük zorluklarla kurdukları işi kurumsallaştırmalarına yardımcı olmaya çalışıyoruz.
Son yıllarda herkes, her yerde ve her alanda danışmanlık yapıyor. Ama biz, yalnızca teorik anlamda değil, pratik anlamda da uzmanlaştığımız konularda insanlara söz söylemek gerektiğini düşünüyoruz. Bu anlamda şirket olarak diyoruz ki, "her derde deva danışmanlık şirketi" olmayacağız, biz "aile şirketlerinin kurumsallaşmasıyla ilgili danışmanlık yapacağız".
Çalıştığımız şirketlerde ortak olarak yaptığımız şu; bu aile şirketlerini tanımaya, sıkıntılarını anlamaya çalışıyoruz. Önce firmaların resmini çekiyoruz sonra bu resmi bir heykel haline getirmeye çalışıyoruz. Yani şirketleri her açıdan inceliyoruz. Hatta şirketin mahremiyetine de giriyoruz, şirket sahibi, eşleri, çocukları da inceleme alanımıza giriyor. Her zaman amacımız bir aile şirketinin öz değerlerini kaybetmeden kurumsallaşması ve aile anayasası ile bunu taçlandırması oluyor.
Basılmış 14 kitabınız var. Masada okurlarla buluşmayı bekleyen kitap çalışmalarınız var mı?
Evet, an itibariyle çok taze, son dokunuşlarını yaptığım ülkemiz ekonomisinin bel kemiği konumundaki aile şirketlerimize yönelik bir kitap çalışmamız daha yolda. Özellikle dünya insanı olarak 2 senedir etkisinde kaldığımız, etkilendiğimiz pandemi süreci başta insanı olmak üzere işletmeleri de çok etkiledi. Bu kriz dönemlerinde şirketlerin göstermiş olduğu davranış şekilleri de farklı oldu. Soru ve cevaplar eşliğinde aile işletmelerini ele aldığım bu kitap çalışması umut ediyorum ki bir kılavuz eser niteliğinde olacak ve ihtiyaca cevap verecek.
"İNSAN İŞGALİNDEN EN AZ ZARARLA ÇIKMAK ZORUNDAYIZ"
Yıllardır "insan"ı esas alan çalışmalarınız, eğitimleriniz, konferanslarınız ve kitaplarınızdan hareketle son olarak ne söylemek istersiniz?
Dünyanın hızla yerel ve toplumsal kültürler ile ulusal devletlerden tek devlete; herkesin herkesle aynı sanal maddi kültürü paylaşacağı tek dile; ulusların zenginliğini yok edecek tek para sistemine; toplumun yapı taşı olan aileyi, bireysel yaşama dönüştürecek tek cinsiyete ve insanların inanma ihtiyaçlarının kontrol edildiği tek dine doğru, dijital devrimle evrilmek istendiğini yeniden hatırlayalım. Evden çıkmadan yaşamaya, mabetlere gitmeden inanmaya, paraya dokunmadan harcamaya, tek dil üzerinden anlaşmaya, yaşamın her karesinde izlenmeye hızla alışıyoruz.
Dijital iş hayatının, evden çalışmanın, dijital eğitimin, dünya vatandaşlığını sağlayacak dijital pasaportun hazırlıkları var. Yapay zekânın hâkim olduğu ve dev şirketlerin belirleyici olduğu bu yaşam dönemine Çin öncülük ediyor. İnsanların, bütün kişisel bilgilerini ve özelliklerini içeren dataya sahip dev teknoloji şirketlerinin, birçok ülkenin bütçelerini geçecek kadar büyümeleri ve devletleri etkileyecek güce ulaşmaları bunun göstergesidir.
Maddenin hükmettiği bu yeni düzende ahlakı ve iç kontrolü gelişmiş, iradesini kullanabilen insan yerine; teknolojiye dayalı dış kontrol ve otorite ile idare edilen, ne isteniyorsa onu düşünen ve yapan tüketiciler arzu edilmektedir.
Aslında dünya imtihanının, her dönemde insanı farklı şekilde sınadığı bilinciyle şartlar ne olursa olsun kendi hakikatimizin peşinde olmak, varlığımızın anlamına daha güçlü biçimde sarılmak zorundayız. Sahip olduğumuz bilgiyi ve bu bilgiyi nasıl kullanacağımızı belirleyen evrensel ahlakı, bilimsel bilgiyi ve kadim bilgiyi, beden ve ruh gibi bir ve bütün tutmak zorundayız. Kişiliğimizi, ailemizi ve devletimizi daha güçlü kılacak aktif bir üretim içinde olarak hızlanan insan işgalinden daha az zararla çıkmak zorundayız.