Ezgi Aşık
Erdinç Akkoyunlu'nun ilk romanı "Babamın Cinayet Defteri" edebiyat dünyasında yerini aldı. Türkiye'nin yakın siyasi tarihini ve toplumsal olayları konu alan kitapla ilgili tüm merak edilenleri yazar Erdinç Akkoyunlu ile konuştuk.
Öncelikle yeni kitabınız hayırlı olsun, okuru bol olsun. Romanın yazım süreci nasıldı?
Türkiye'nin siyasal tarihi ile hep yakından ilgili oldum. Ya da olmak zorunda kaldım, 80 kuşağı böyle büyüdü. Tek kanallı dönemde TRT'nin haber bültenleri sırasında çıt çıkartmak, en hoşgörülü aileler tarafından dahi müsamaha gösterilmeyecek bir hareketti. O nedenle Kenan Evren, Necmeddin Erbakan, Süleyman Demirel, Bülent Ecevit, Mesut Yılmaz, Tansu Çiller, Recep Tayyip Erdoğan bizim kuşağın en popüler isimleridir.
Politika ile bunca ilgilenince, edebiyatta da yer bulmasını istemek insana aykırı bir davranış olarak gelmiyor. Fakat sorun şu ki, Türk edebiyatında Kemal Tahir, Nihal Atsız, Adalet Ağaoğlu ile son dönemde Orhan Pamuk haricinde siyasal roman yazan edebiyatçı pek olmadı. Ben de 1992 yılında geçen bir siyasal bir polisiye yazmak istedim.
"1992 YILI BENİM ÇIKIŞ NOKTAM OLDU"
1992 yılı Türkiye'nin tarihi açısından çok önemliydi. Çünkü arkasından 1993 yılı geliyor. 1993 yılında Cumhuriyet Gazetesi'nin yazarı Uğur Mumcu herkesin bildiği ama kimsenin engellemediği biçimde suikasta uğradı.
Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis'in uçağı Ankara'da şüpheli şekilde düştü. Yanlarında silahı olmayan 33 er, şehit edildi. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, bugün dahi şüphe barındıran şekilde aniden hayatını kaybetti. Sivas'ta 33 aydın ve yazar Madımak'ta yanak öldü. Erzincan Başbağlar'da 35 vatandaş katledildi. Eğer bir siyasal polisiye yazacaksanız, o zaman tüm bu olayların başına gitmeniz gerekir.
1992 yılı o nedenle benim çıkış dönemim oldu. Ankara'da 3 yıl boyunca 1930'dan 2005'e kadar olan gazeteleri okudum, beslendim. Kurgumu ve karakterlerimi geliştirdim. Sonra yazmaya koyuldum...
Peki, "Babamın Cinayet Defteri" romanınız yazdıktan 12 yıl sonra okurla buluştu. Neden 12 yıl?
Ankara'dan üniversiteden dönünce 2006 yılında öykülerimi Şair Ülkü Tamer'e götürdüm. 3 ay sonra çağırdı "Seni Can Yayınları'na yollayalım, oradan yayınlatalım" dedi. Öykü kitabımı ret etmişlerdi, gurur yaparak istemedim. Bu da benim lanetim oldu sanırım. Metis, Turkuaz, Can Gençlik ve Everest Yayınları romanımı kabul etti fakat yayın sırasının doluluğu, maliyet artışları ve yayınevinin kapanması gibi gerekçelerle yayınlanamadım, bir türlü. Sonra editörler konuyu siyasallaştırdı. Romandaki isimleri istemeyen, benim de Star Gazetesi'nde çalışmamdan haz etmeyenler "Okuyoruz, yayınlayabiliriz" diyerek yıllarca oyaladılar beni. En sonunda 2007'den beri öykülerimin çıktığı Notos Dergi'nin yayınevi Notos Kitap bu zor ekonomik şartlara karşın "Biz varız" dedi ve roman böylece yayınladı.
TÜRKİYE'NİN YAKIN SİYASİ TARİHİNE YAZAR BAKIŞI
"Babamın Cinayet Defteri" kitabında okurları neler bekliyor? Şimdi iki farklı zaman diliminde gerçekleşen olaylar var. Kemal Metin nasıl bir karakter, neyi çözmenin peşinde?
Türkiye'nin değişimi bekliyor okurları. İsmi her ne kadar polisiye olsa da siyasal psikolojik bir edebi roman okuyacaklar. Roman 1992 yılında açılıyor. İstanbul'da nefes aldırmayan, vapur seferlerini, okul eğitimini iptal ettiren hava kirliğini hatırlayacaklar. Güneydoğu'da TSK ile PKK arasındaki insanların sokakta dahi yürüyemediği çatışma dönemlerini anımsayacaklar.
Bosna'da Sırpların çoluk çocuk demeden katledişini, Neonazilerin Almanya'da Türklerin evlerini kundaklamasını görecekler. Romanımızın başkarakteri Altan Metin, Hürriyet Gazetesi'nin röportaj yazarı. Babası Babıali'nin efsane polis muhabirlerinden Baretta Gölgesiz Kemal Metin, 1980 darbesi sonrası faili meçhul bir cinayete kurban gitmiş. Aslında babasını katledenlerin, diğer gazetelerin yine silah markası lakaplı gece muhabirleri olduğu belli fakat olay çözümsüz. Altan bir yandan babasının cinayet haberlerinden arta kalan hikayeleri tuttuğu defterinin izini sürüyor ki babasının cinayeti aydınlansın...
Bir yandan kayıp kardeşi Erkan'ı arıyor. Bir yandan 80 darbesi generallerinden birinin kardeşinin katili eski bir Köy Enstitüsü öğretmenine ve yine GAP nedeniyle değerlenen arazileri elinden alınmak için yeğenini öldürmeye yollanan bir başka eski mahkûma ev sahipliği yapıyor. Yetmiyor sonu Uğur Mumcu suikastına uzanan bir komploya dâhil ediliyor ve tüm bunlardan İstanbul'un tarihini anlatarak ve yazarak sıyrılmaya çabalıyor.
"HİKAYENİN BENİ NEREYE GÖTÜRECEĞİNİ İZLEDİM"
Uzun soluklu roman yazmanın zorlukları var mı? Varsa neler?
Gabriel Garcia Marquez, "Yüzyıllık Yalnızlık" adlı 20'inci asrın en büyük ve değerli romanını sadece 3 ayda yazdı. Çünkü bütün hikayeyi, Marquez ailesi zaten yaşamıştı ve nesilden nesile değiştirile değiştirile anlatılıp durmuştu. Marquez'e düşen bunu büyülü gerçekçilikle yazmaktı o kadar. Ben "Babamın Cinayet Defteri"ni ön çalışması dahil 8 yılda yazdım. Çünkü çocukluğumun geçtiği dönemde zihnimde kalanları gazetelerdeki gerçeklerle karşılaştırdım.
Romanda birbirinden farklı tarihi ve siyasi hikayeleri tadını vererek okura iletmeyi amaçladım. Öte yandan olay örgüsünün de beni götürdüğü yeri izlemeye uğraştım. İyi bir roman yazarın aklındakinin tamamını kağıda dökmesi değildir. Aksine yazarın yeteneği ve anlatılan hikayenin gereği olarak metinin sizi götürdüğü yere gidebilme yani aklınızda hiç olmayan şeyleri yazabilirseniz, iyi bir roman ortaya koyarsınız. Ben de hikayenin beni nereye götürdüğünü izledim. Gündüz gerçekten gazetecilik yaptım, geceleri de oturup roman yazdım.
SİYASİ ROMANLAR GERÇEK OLAYLARA YER VERMELİ
Kitabınızda Yaşar Kemal, Hasan Cemal, Ertuğrul Özkök ve Orhan Pamuk gibi isimlerde yer alıyor, biraz detay verir misiniz?
Siyasal polisiyelerde bir kural vardır, gerçek kişilere romanda yer vermeniz gerekir. Tamamen her nokta kurgudan ibaret olmaz. Benim romanım Cumhuriyet ve Hürriyet gazetelerinin de tarihini anlatıyor. Cumhuriyet Gazetesi, Türkiye'deki en eski gazetelerden biri. Hürriyet ise Türkiye'nin değişimini yenilenmesini ve geliştiğini göstermek adına kurulmuş bir yayın organı. Romanımızda baba gazeteci Kemal Metin, oğlu gazeteci Altan Metin var. İkisinin de yolu Cumhuriyet'ten geçiyor ama oğlu daha sonra Hürriyet'te çalışıyor.
1992 yılında Cumhuriyet Gazetesi'nde Hasan Cemal yayın yönetmeniydi. Ama gazetenin değişmesini istemeyen İlhan Selçuk ve ekibi "Şeker abiler", Hasan Cemal'e bayrak açmıştı. Yani Cumhuriyet'te iç savaş vardı ki bunu romanı yazarken Hasan Bey "Cumhuriyet'i Çok Sevimiştim" adlı yayınladığı kitapta detaylıca anlattı. O tarihte Hürriyet'in yayın yönetmeni Çetin Emeç suikasta uğramıştı, yerine Ertuğrul Özkök geçmişti. Cemal ve Özkök, romanda Altan Metin'in gazetecilikten yazar olmasına uzanan yolda yardımcı olan figürler halinde varlar.
Adı üzerinde siyasal roman yazıyorsunuz. Cumhuriyet Gazetesi'ndeki iç karışıklığa da değinen bir dönemde geçerken bunu konu edinmemek olmazdı. Yaşar Kemal ise anlattığım yeni eski Türkiye çatışması nedeniyle var. Yaşar Kemal, Türk edebiyatının kurucu babalarından sayılır. Orhan Pamuk ise modern babalarından... Kemal Metin, yani baba gazeteci Yaşar Kemal'in, oğlu Altan Metin de Orhan Pamuk'un hayranı. O nedenle bu kişiler gerçek isimleriyle varlar. Burada denge, gerçek hayatı roman gerçekliği yaparken abartmamaktan geçer. İşin dozu kaçarsa yazar değil megaloman olursunuz.
"KARA KİTAP TAKLİT EDİLEBİLECEK BİR METİN DEĞİL"
Okurlardan nasıl geri dönüşler alıyorsunuz, memnun musunuz?
Her ne kadar 15 yıldır mecburen edebiyat eleştirmeni olsam ve birazcık tanınsam da okurlar bir ilk romana her zaman temkinli yaklaşırlar. O romana verilecek para, tanınmış ve popüler bir roman verilecek paradan daha değerli hale gelir. Bu cesareti gösterip okuyan okurlardan çok olumlu dönüşler var.
Öncelikle bu temkinleri nedeniyle özür beyan ediyorlar, sonra romanda kendilerinin de başkarakter ile beraber her duyguya ve hikayeye girdiklerini söylüyorlar. Çok duyduğum bir söz de "Kara Kitap'ı yeniden okumuş oldum gibi" ifadesi. Haklılar çünkü metinler arasılık var. Fakat "Kara Kitap" taklit edilebilecek bir metin değil, benim de yapabileceğim bir şey değil.
Aslında okurlar isyan halinde, neden bize bu kadar zaman yayınevleri sizin çabanıza benzeyen, çok uğraşılmış, içinde tarihten siyasete ve nitelikli edebiyata böyle metinleri sunmadılar deniyor. Özellikle 2000 sonrası yayıncılar tüm siyasal roman işini Latin Amerika'dan ithal ettiler.
Eleştirmenler "Bak ülkelerinin tarihlerini ne güzel anlatıyor" diyerek onları parlattı. Uluslararası edebiyat ödülleri onlara verildi. Türkiye'de de "bireyin yalnızlığını" anlatan kısa cümleli, az sayfalı romanlar yayınlandı, onlar popüler yapılmaya çalışıldı. Okur onları aldı, okudu, yazarlar para kazandı ama edebiyatlarının devamı gelmedi.
Şimdi hepsi dijitalde ve TV'de dizi yazıp, haftada 10 ile 80 bin TL para kazanıyorlar. Okur da "hani büyük ve beklenen dediğiniz yazar devamını getirmedi" diye aldatılmış gibi hissediyor.
Peki, son olarak masanızda bekleyen yeni kitaplar var mı?
"Babamın Cinayet Defteri"ni yazdım ve yayınlatılması için çekmeceye koydum. 2009-2018 yılları arasında hiç ara vermeden post modern bir roman daha yazdım. 17'inci yüzyılda İstanbul'da bir tek gecede geçen iç içe geçen hikayelerden oluşan bir roman.
Osmanlı yargı sistemini, derin devleti anlatıyor ve 1602 yılında yazılan ilk romanı anlatıyor. 2018-2019 yıllarında Marquez'in yaptığı gibi 1 yıl içinde uzun zamandır aklımda olan başka bir hikayeyi 1978 yılında İstanbul'da gerçekleşen bir çevre felaketinin kısa romanını yazdım. Şimdi de 17'inci yüz yılda geçen bir dolandırıcılık hikayesini çalışıyorum 2019 yılından beri.