AKSAM.COM.TR
GÜLCAN TEZCAN
Sosyal medyada gün geçmiyor ki kadınların çalışma hayatındaki yeri, boşanma, evlilik, çocuk eğitimi, değişen erkek ve kadın kimliği tartışma konusu olmasın. Sosyolojik, psikolojik, tarihi ve toplumsal arka planını düşünmeksizin bu konuları konuşmak sorunları çözmek bir yana kayıkçı kavgasına dönüşüyor çoğu kez.
İyi haber, bu tartışmalar bugüne özgü değil. Kadının yeri, toplum içindeki varlığı, eğitimi, meslek sahibi olması ve çalışıp çalışmaması gerektiği özellikle Tanzimat'la birlikte Osmanlı toplumunda ve bilhassa aydınlar arasında sıkça tartışılmış.
Fatma Barbarosoğlu'nun Yeni Hayatın Yeni Kadınları adlı kitabı Osmanlı kadın modernleşmesini romanlar ve romanlardaki kadın kahramanlar üzerinden değerlendiriyor. Bunu yaparken erkek ve kadın yazarların altını çizdiği 'makbul' kadın prototipine de dikkat çekiyor. "Tanzimat romanında kadınların okuyup yazması, ne kadar okuyacağı, okuyan kadının 'roman okuru' olarak varlığı en önemli konulardandır." diyen Barbarosoğlu, dönemin kadın ve erkek yazarlarının kaleme aldığı yeni kadın'ı değerlendiriyor.
DÜNDEN GÜNE 'YENİ KADIN' MESELESİ
Ahmet Midhat Efendi'den Felsefe-i Zenan, Felâtun Bey ve Râkım Efendi, Jön Türk romanları, Ömer Seyfettin'den Fon Sadriştayn, Fon Sadriştayn'ın Oğlu adlı hikâyeleri ve Yakup Kadri Karaosmanoğlu'ndan Ankara romanı üzerinden yeni kadın'ı okurun dikkatine sunan Barbarosoğlu 'okumuş-yazmış kadın özne' olarak Fatma Aliye Hanım'ın hayatını merkeze alıyor. Barbarosoğlu, 2008 yılında Fatma Aliye Uzak Ülke adıyla bir biyografi kaleme alarak Cumhuriyet'in ilk yıllarında görmezden gelinen ve unutulan bu önemli ismi gündeme getirmişti. Bu kez Tanzimat romanında 'Yeni kadın' meselesini incelerken yaptığı tespitler ile de Fatma Aliye'nin neden yok sayıldığını ortaya koyuyor.
"Matbuat modernleşmesinden dijital modernleşmeye gündelik hayatın kırılma, savrulma ve çatışma alanlarını kadınlar üzerinden tartışmak hususunda hiçbir konuda olmadığı kadar toplumsal 'istikrar' gözettiğimiz söylenebilir." diyor Fatma Barbarosoğlu. Bugün de dönüp dolaşıp birçok meselede sorunun kaynağı ve çözüm noktası olarak işaret edilenin 'kadın' oluşuna niye şaşırıyoruz öyleyse?
KADININ ÇALIŞMASI İDEOLOJİK Mİ, GEREKLİLİK Mİ?
Kitaba dönelim. "Kadınların çalışması, daha doğrusu ücretli çalışması ile Avrupa'da kapitalizmin gelişmesi ve kadın- eşitlik-özgürlük hareketleri arasında bir paralellik mevcuttur. Eşit işe eşit ücret ve hem ev içinde hem de toplumsal hayatta eşitliği sağlamak için kadının ekonomik özgürlüğüne kavuşması kadın hareketlerinin temel hedefleri olmuştur. Osmanlı kadın modernleşmesinde 'kadının çalışması' meselesi ise daha ziyade ideolojik bir noktainazardan tartışılmış, gerçeklik belli ölçüde göz ardı edilmiştir. Çalışan kadınlar ya Batı medeniyetine dâhil oluşumuzun sembolik göstergesi hâline gelmiş ya da muhafazakârlar açısından kadının çalışmaması, toplumsal ve ailevi değerlerin korunmasının garantisi addedilmiştir." tespiti bugüne uzanan tartışmaların tohumunun o dönemlerde atıldığını gösteriyor.
O günlerden bu yana özellikle dindar ve muhafazakâr çevrelerin kabullerinde kısmen değişiklikler olsa da 'kadının yeri evidir' cümlesi bütün toplumsal sorunların çözümünde en temel kurtarıcılardan biri olarak kabul ediliyor.
ERKEK YAZARLAR İÇİN MAKBUL KADIN KİMDİR?
"Kadınların ne kadar modernleşeceği konusunda Tanzimat romancısının kafası karışıktır." diyen Barbarosoğlu, bu karışıklığı ve 'makbul' kadın profilini şöyle özetliyor: "Osmanlı'nın erkek kalemleri kadınların modernleşmesine taraftardır. Sigara içen, alafranga giyinen, erkeklerle rahat ilişki kuran kahramanlarının ruh asaletini anlatmayı kendilerine misyon edinirler. Onları korkutan giyim kuşamın ve adabımuaşeretin Batılılaşması değildir. Yeni fikirlere sahip olan kadınlardır. Çünkü kadınların yeni fikirleri, erkeklerin iktidarını azaltmaktadır. Onun için ideal kadını erkek kahramanın ağzından 'eski fikirlerden çıkmış ama yeni fikirlere tam olarak girmemiş kadınlar' olarak tasvir ederler."
Tam bu noktada erkeğin kadını yeniden inşa etmesi üzerinden Tanzimat romanları ile hidayet romanları arasında bir bağ kuruyor Fatma Barbarosoğlu: "Râkım Efendi kölesi Canan'ı eski fikirlerden çıkarıp yeni fikirlere fazla girmeyecek şekilde inşa ederken hidayet romanlarının erkek karakteri de 'yeni fikirler'e fazlaca girmiş olan 'modern, zengin' kızların hidayetine vesile olmakta, onları İslam konusunda bilgilendirerek "fıtratlarına dönmeleri" ni sağlamaktadır."
GÖRMEZDEN GELİNEN ÖNCÜ: FATMA ALİYE HANIM
Erkek kalemler kadın okur'u okumaktan ifsat olmuş, öz benliğini yitirmiş bir zavallı olarak çizerken, okumaktan zevk alan Fatma Aliye Hanım roman kahramanlarına kendi kimliğinin ve kişiliğinin hamurunu katar. Erkek yazarların okumaktan ifsat olan kadın kahramanlarının aksine ilk romanı Muhadarat'ta Fazıla karakteri ile bu iddiayı çürütür. Kitabın "Zamanda Kısa Bir Yolculuk ve Fatma Aliye Hanım" başlıklı bölümünde hem bu sorunun cevabını hem de erkek hâkim edebî kamuda 'gerçek' kadın kimliği yazma cesaretini gösterebilen bu yazarın kim olduğu edebiyat ve düşünce dünyasında nasıl izler bıraktığı anlatılıyor. Ahmet Cevdet
Hayatı boyunca birçok ilke imza atan Fatma Aliye, Türk romanında gerçek kadınları temsil eden karakterler yazan ilk isim olur. Kitapta onun bu yaklaşımı şu cümlelerle anlatılıyor:
"Fatma Aliye Hanım, kadının toplumdaki yerini gerek makalelerinde gerekse romanlarında ele alırken Müslüman kadınları edilgen ve zayıf bir karakter olarak değil İslamî ilkelerden taviz vermeyen, bilgili, becerikli, hayatın türlü meşakkatlerine göğüs geren ve muhakkak gayretlerinin neticesini alan güçlü şahsiyetler olarak tasvir eder. Yazar erkeklerin 'kurban tipi' ve 'ölümcül tipler' olarak çizdikleri kadın karakterlerden tamamen farklı olarak hayatın içindeki, hakiki kadınlardan seçer kahramanlarını. Bir başka ifadeyle hakiki kadınlar ilk defa Fatma Aliye'nin romanlarında ortaya çıkmıştır."
VAZGEÇİLMEZ GEREKLİLİK: KADIN ONURUNUN KORUNMASI
Tanzimat döneminin en önemli meselesi olan 'iyi eş, iyi anne' söyleminin 'iyi eş' kısmını vurgulayan Fatma Aliye, bir o kadar da kadının onurunun korunması konusunda hassasiyet gösterir. Kendilerini artık sevmeyen, beğenmeyen nişanlı ya da eşlere karşı verilen onur mücadelesini konu eder. Çünkü bugün olduğu gibi o gün de 'makbul' kadından 'aman tadımız kaçmasın' anlayışıyla yuvasına sahip çıkması, aldatılsa, kötü muamele de görse sineye çekip evliliğini sürdürmesi bekleniyor. Dolayısıyla Fatma Aliye'nin bu yaklaşımı bugün bile çok sahip çıkılmayan ama kadın kimliği açısından önemli bir nokta.
Kitabın 'Bezgin Kadınlar: Peki Anlatılan Kimin Hikâyesiydi?' başlıklı bölümünde ise bu kez yabancı bir erkek yazar tarafından kaleme alınan 'yeni kadın' profili derinlikli bir okumaya tâbi tutulmuş. Kendi hikâyelerini kendileri yazmak yerine Fransız yazar Pierre Loti'ye havale eden Hariciye memuru Mehmet Nuri Beyin kızları Zinnur ve Nuriye, Türkçe'ye Bezgin Kadınlar olarak çevrilen bu romanla oryantalist 'harem' bakışına hizmet eder. Roman, Avrupalılar tarafından yoğun ilgi görür.
TANZİMATTAN MİRAS: OKUMUŞ KIZ KORKUSU
Tanzimat dönemi yerli ve yabancı erkek yazarların 'yeni kadın'ı tanımaktan ne kadar uzak olduklarının altını çizen Barbarosoğlu, bu bilgisizliğe şu cümlelerle dikkat çekiyor:
"Loti'nin romanın sayfalarında ağırlamaya çalıştığı 'yeni kadınlar'a dair bir bilgisi yoktur. Ama bu bilgisizliği onun Fransız, kadınların Çerkez-Müslüman olmasından kaynaklanmaz. Okumuş kadın korkusu ve bilgisizliği bakımından Ahmet Midhat Efendi'nin Felsefe-i Zenan'ındaki Fazıla'sı ile Loti'nin Bezgin Kadınlar'ı birbirine yakındır. Dört Avrupa dilini bildikleri, resim ve musikiye hâkim oldukları, Batılı filozofları mesela Kant'ı okudukları cümle içinde geçse de okur roman kahramanlarında entelektüel düzeyin izlerini görmez."
Pierre Loti'nin Bezgin Kadınlar romanı sadece edebî eserde yanlış bir kadın temsiliyeti oluşturmakla kalmaz. "Roman, Mehmed Nuri Beyin 'haremden kaçan' kızlarına dair dedikodu malzemesi vermenin dışında, İstanbul'un önde gelen ailelerinin kendi kızlarının da kaçmaması için tedbirler almasına sebep olmuş, halkın ise 'okumuş kız korkusu'nu pekiştirmiştir. Halkın bu korkusu daha sonra erkek yazarların romanlarında Batılı eğitim aldığı için ifsat olmuş kadın kahramanlar üzerinden dile getirilmiştir."
Yeni Hayatın Yeni Kadınları, Türk romanı üzerinden Osmanlı Kadın Modernleşmesini ele alırken bir yanıyla da kadınların eğitim, çalışma ve toplum hayatında verili kodlar dışında varolma konusunda nasıl bariyerlere takıldığını, Osmanlı'dan Cumhuriyet'e 'makbul' kadın modelinin nasıl inşa edildiğini de gözler önüne seriyor.