Akşam Cumartesi
Gülcan Tezcan
Yıldızlar Arası Dinlenme Tesisi ile dikkat çeken genç yazar Elif İşleyen ikinci romanı Devekuşu Oteli'ni okurla buluşturdu. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Mimarlık bölümünde eğitimine devam eden İşleyen bir yandan da edebî yolculuğunu kararlılıkla sürdürüyor. Elif İşleyen ile Z kuşağı mizahını ve yeni romanını konuştuk.
Devekuşu Oteli'ni yazdıran neydi size?
Her gün görülen ama çok dikkat edilmeyen karakterleri yazmak çok cazip bir yazar için. Çok fazla çelişkiye, çatışmaya da müsait o karakterleri işlemek. Genelde karakter hikâyeleri kurgularım. İlk kitap da karakter odaklı bir hikâyeydi. Ama bu kitapta mekân benim için daha önemli oldu. Mekândan yola çıkarak hikâye tetiklendi. Aklımda ilk başta bir otel hikâyesi anlatmak vardı. Otelde geçen bir hikâye anlatmak çok cazip çünkü oteller, havaalanları, istasyonlar felsefede yok yer olarak geçer. İnsanların bir süre kalıp gittiği, sirkülasyonun çok olduğu yerlerde hem herkes olabilirsin hem kimse olmayabilirsin bu açıdan oyuncaklı yerler.
Hikâyenizin kahramanı olarak başka karakterler düşündünüz mü ilk akla gelen resepsiyonist miydi?
Herkesin gelip gittiği bir yerde kalıcı olan bir kızın hikâyesini yazmak bana ilginç geldi. O yüzden karakter kendiliğinden gelişti. Çok büyük bir mesaiyi ana karakteri kurgulayarak geçiriyorum. Karakterin sesini, üslubunu bulmak için birkaç ay kadar kitaba girmeyen, aslında bir amaca da hizmet etmeyen rastgele sahneler yazdım. Bir karakter nasıl düşünür, nasıl cevap verir, nasıl konuşuru bulmak için.
Mizah üzerinden bir polisiye kurgusu nasıl gelişti?
Polisiye yazmak yoktu aklımda. Otelde geçen, içinde garip insanların kaldığı biraz sıcak, şenlikli bir ortam olsun istedim. Sonra detaylar şekillendi. İki kitapta yaşadığım tecrübeye dayanarak söyleyebilirim; ilerde belki üretim süreci başka şekilde ilerleyebilir. Ama tür meselesi genellikle şöyle oluyor; bir mekân ya da karakterden yola çıkarak bir hikâye kurguluyorum. Son düzlükte bir türün altına girebilecek hale geliyor. Sona yaklaştığımda ve evet bu bir polisiye komedi oldu ya da bilimkurgu komedi oldu dediğimde o türde üretilmiş eserlere bir bakıyorum. Çünkü her türün kendine ait dinamikleri var. Ne kadar eğip bükseniz de onlara riayet etmeniz gerekiyor. Revize gerekirse aralara onu yapıyorum.
Çok yerli öğeler yok. Özel bir tercih miydi bu?
O dönem daha çok neleri tükettiğimle alakalı. Aslında yerel öğeler var arada. Ama konsept olarak Türkiye'de geçmiş bir hikâye değil. İlk kitabım çok yereldi. Şu an düşününce karakterin ruh haline de uygun gibi geliyor anlatının yersiz yurtsuz oluşu.
Karakter isimleri çok esprili...
Bu açıdan kalemimi Feyyaz Yiğit'e, Burak Aksak'a benzeten oldu. Nerelerden benzettiklerini anlayabiliyorum. Çok fazla insan da olmadığı için benzetiyorlar. Bir yandan karikatürize bir dünya. Onun da altını çizmek için gerçek hayatta olamayacak isimler koydum. Bir olay örgüsü var ama bunlar gerçek hayatta ne kadar olabiliri o karakter adıyla sorgulatmak istedim.
Okur olarak hedef kitleniz kimler?
Belli bir kitle belirlememiştim kafamda. Her yayınevinin hali hazırda bir kitlesi oluyor. Portakal kitap daha Z kuşağı ağırlıklı bir yayınevi. Onlara hitap ederek başladı ama ikinci kitapta çember biraz daha genişledi. İki kitabımı pandemide çıkardığım için okuyucu ile irtibatta kopukluklar oldu. Kimler okuyor kimler seviyor bunları fuarlarda, imza günlerinde görebiliyorsun. Ben onların hiçbirine katılamadım. O yüzden çok bilmiyorum. Sosyal medyadan irtibatımız var tabi okurlarla. Bana ulaşan genç kitle oluyor genelde. Tepkiler genelde iyi yönde. Özellikle genç yazarlardan beklenmeyen bir şey absürt komedi. Gençlik romanları dediğimiz şey romantik ağırlıklı, psikoloji veya bilim kurgu oluyor. Distopya çok popüler gençler arasında. Beklenmedik bir tür olduğu için bence ekstra bir ilgi oldu.
Mimarlık öğrencisisiniz. Yazıyla, edebiyatla ilişkiniz ne zaman, nasıl başladı?
Kendimi bildim bileli yazıyordum. Lisede bile roman denemelerim var hiçbir yere ulaşmayan. Edebiyat derslerinde öne çıkan bir öğrenciydim. Üniversiteye geçince mimarlıkla beraber o odak biraz dağıldı. Yarı zamanlı çalışıyordum okurken. Metin yazarlığı yapıyordum; yazarlığa bir yerinden tutunayım tamamen hayatımdan çıkmasın diye. Ama fiziksel olarak yoruluyordum. Açıkçası yazarlığın da ötesinde tetikleyicisi komedi yapmaktı. Reklam ajansında çalıştığım dönemde çok fazla kişinin çalıştığı, hiyerarşinin olduğu bir yerde komedi yapamıyorsunuz. Çünkü aklınıza bir şey geldiğinde çok fazla insanın sesi girmiş oluyor ve çok farklı bir şeye dönüşüyor. Kendim için bir şey yapmak istedim. Komik bir şeyler yazmak istiyorum, edebiyatla çok iç içeyim. Okurken de çalışırken de hiç bırakmadım iyi bir izleyici ve okuyucu olmayı. Sinema ve edebiyatla bağım hep sürdü.
Kimleri okursun?
Elime geçen her şeyi okurum. Ahmet Hamdi Tanpınar'ı, Oğuz Atay ve Aziz Nesin'i çok beğeniyorum. Edebiyatında muziplik olan, mizahını görebildiğim yazarları ekstra seviyorum. Bence Oğuz Atay öyle biri. İlla komedi janrı altında olması gerekmiyor. Onu okuyucuya hissettiren yazarları beğeniyorum. Alper Canıgüz'ü beğenerek okurum. O ayarda bir şey yapabilir miyim diye de düşündüm. Bunları okuyordum ve ben de yazayım dedim.
Popüler bir yazar olmak gibi bir hedefin var mıydı peki yazmaya başlarken?
Çok bir şey beklemedim. 20 yaşındaydım. Hadi kitabım basılsın gibi bir acelem de yoktu açıkçası. İlk kitabımı yazdım. Sonra süreç başladı. Bir romanı nihayete erdirmek çok zor ama sabırlı biriyimdir. Sebat etmek gerekiyor. Bir şekilde bitti. Ben bir roman yazdım sevinciyle birkaç yayınevine gönderdim ve süreç başladı.