Çağın çeldiricilerini iyi tanımalıyız

“Çocukların ya da gençlerin kafasının karışması onların gelişiminin bir parçası olabilir ama bu karışıklığı çözemeyişimiz tamamen bizim sorunumuz. Endişelenmek yerine her çağın kendi çeldiricisi olduğu gerçeğine odaklanmak ve bu çeldiricileri iyi tanımak zorundayız.”

Dijital çağda çocukların ve gençlerin din ile ilişkisi çok farklı bir boyut kazandı. Yetişkinler çoğu zaman çocukların inanç konusundaki meraklarını gidermekte yetersiz kalıyor. Doğru sorulara anlamlı cevaplar verilmediğinde de tertemiz bellekler sosyal medyada üretilen safsatalarla kirletiliyor. Bu noktada çocuk ve gençlerin doğru sorular sorarak aradıkları cevapları bulmaları için üretilen içerikler büyük önem taşıyor.

Diyanet TV'de yayınlanan Kafama Takıldı programı ile bu anlamda geniş kitlelere ulaşan eğitimci, ilahiyatçı ve program yapımcısı Şule Kala, şimdilerde yeni kitabı Sorularım Var ile yeni konu başlıkları açıyor. Kala ile soruları, cevapları ve kafa karışıklığını gidermenin yollarını konuştuk.

Çocukların din ve inanç konusunda kafaları karışık. Bu meseleleri zihinlerinde netleştirmekte zorlanabiliyorlar. Büyüdükçe zihinleri netleşir diye düşünüyorduk ama son yıllarda görüyoruz ki çocuklardan çok sanki gençlerin kafası karışık. Siz yıllardır hem ilahiyatçı, hem eğitimci hem de çocuklar için ekrana içerik üreten bir isim olarak bu karışıklığı nasıl değerlendiriyorsunuz? Endişelenmeli miyiz?

Gençlerin durumu her dönemde o dönemin yetişkinleri tarafından eleştirilmiş, "Ne olacak bu gençlerin hali?" diye dert yanılmış. Sanki bir bulaşıcı hastalıkmış da, çaresi yokmuş gibi bakılmış bu meseleye. Bugün de benzer şeylerin yaşandığını düşünüyorum.

Hangi saha uzmanı olursak olalım bazı konularda bilmekten çok daha fazlasına ihtiyacımız olduğu gerçeğiyle yüzleşmemiz gerek. Bu meselenin bir çözümü varsa bu gerçeği kabul etmekle başlıyor bence.

Çocukların ve gençlerin en çok ihtiyacı olan şey ne? Neyi ihmal ediyoruz, hangi vitamini eksik bırakıyoruz da her dönemde şikâyetçi olmuşuz onlardan? Bunları sormalıyız kendimize. Bence cevap şu;

Birincisi geçmişteki bize ne kadar benzediklerini görmüyoruz, ikincisi bizden ne kadar farklı bir çağın içinde debelendiklerini fark etmiyoruz. Aslında biz yetişkinler kendimizle çelişirken onlardan mümkün olduğunca net olmalarını istiyoruz. Demek ki anlaşılması gereken sadece çocuklar ya da sadece yetişkinler değil, insanoğlunun bizzat kendisi. Çünkü söz konusu insansa ister çocukluk çağı olsun ister gençlik; ister yetişkinlik olsun ister yaşlılık hepimizin her dönem içinden çıkamadığımız durumları olduğu aşikâr. Söz konusu inanç ve din olunca bu daha da belirginleşebiliyor. Elbette her dönemin belirgin özellikleri var ama bu öyle kişisel bir konu ki, "Bu işin çözümü şudur ve herkeste işe yarar" diyeceğimiz bir cevabı yok bence.

İnanç oldukça soyut ve istismara açık bir kavram olduğundan kafaların karışık olması doğal. Burada iş, yetişkinlere düşüyor. Eğer ebeveyn isek/eğitimciysek çocuğumuzun/öğrencimizin kişisel farklılıklarını, sorularına vereceğimiz cevabın ona özel olmasını, onun anlam dünyasını ve beklentilerini çok iyi ayırt etmemiz ve ona göre kendimizi donatmamız gerektiğini bilmemiz lâzım. Yani çocukların ya da gençlerin kafasının karışması onların gelişiminin bir parçası olabilir ama bu karışıklığı çözemeyişimiz tamamen bizim sorunumuz, sorumluluğumuzdur. Bir gerçeği gözden kaçırmamalıyız; içinde bulunduğumuz çağın çeldiricileri hepimiz için çok yabancı ve bu çeldiricileri tanımaya çalışırken zaman çok hızla akıp gidiyor. Sürece uyum sağlamak ya da olup bitenlerle başa çıkabilmek bizim için de kolay değil. Bu sebeple endişelenmek yerine her çağın kendi çeldiricisi olduğu gerçeğine odaklanmak ve bu çeldiricileri iyi tanımak zorundayız diye düşünüyorum.

Ekranda belki ilk sayılabilecek bir seri olarak yer alan Kafama Takıldı programı, daha sonra kitaplaştı. Bu seri için sizi harekete geçiren neydi? Çocuklar ve ailelerde nasıl yansımaları oldu?

Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeni olduğumda bazı konularda kendimin de ne kadar zayıf olduğumu fark etmemle hayalini kurduğum bir iş olmuştu Kafama Takıldı. Çocukların kafa yakan soruları karşısında çaresizce ne diyeceğimi düşünürken bu konularda yazılan kitapları alıp okumaya başladım. Bir kısmında literal anlamda ciddi hatalar vardı, bir kısmı ise hiç de çocuklara uygun değildi. Kendim yapabilir miyim, emin değildim ama birileri muhakkak bu konuya el atmalı diye düşünüyordum.

Derken bir gün Diyanet TV için böyle bir içerik istenince, işin başa düştüğünü anladım. Ancak etki alanının bu kadar geniş olacağını hiç düşünmemiştim. TV programının kendisi ayrı, kitap ayrı yankı uyandırdı. Kafama Takıldı sahadaki ihtiyacı karşılayan güzel bir başlangıç olmuştu hamd olsun. Okullara söyleşiye gittiğimde çocukların gözündeki ışıltı, fuarlarda ya da karşılaştığımız başka ortamlarda ailelerin minnet dolu bakışları bana gece gündüz şükrettirecek türden. İnşallah bu tür çalışmaların çıtası yükselir, daha güzel ve tesirlilerini de yaparız, yaparlar. Çünkü dinimizi ve değerlerimizi iyi ve doğru anlatan çalışmalara gerçekten çok ihtiyaç var.

Çocukların maruz kaldığı dijital içerikler onların inançla ilişkisini nasıl etkiliyor, dijitalleşmeyle birlikte çocuk zihninin merak ettiği sorularda farklar ortaya çıktı mı?

Dijital mecralar, radyolar, televizyonlar ya da herhangi bir yerde gördüğümüz reklamlar... Her şey algılarımızı yönetmeye yönelik hazırlanıyor ve biz günün hemen her dakikasında en az birine maruz kalıyoruz. Yani bu süreçten, pompalananlardan sadece çocuklar değil, biz de etkileniyoruz. Bu dediklerinize yönelik somut bir örnek vermek gerekirse, özgürlük kavramının içinin boşaltılması, diyebilirim. Günümüz çocukları, gençleri hatta yetişkinleri özgürlüğün aklına eseni yapmak anlamına geldiğini düşünüyor. Özgürlüğü prangalarından kurtulup sağa sola savrulmak gibi gören bir çoğunluk var. "Her koyun kendi bacağından asılır" atasözünü tamamen yanlış anladığımız bir zamandayız.

Oysa asılan her koyunun kokusu etrafını da sarar. Ona üşüşen her sinek etrafına da mikrop yayar. Bu yüzden özgürlüğün herkesin yararına hizmet edecek sınırlarla belirlenmesi gereken bir olgu olduğunu hatırlamaya ihtiyacımız var.

Bu çağda herkes biricik. İnancımıza göre de her can çok kıymetli ancak birinin kıymeti bir diğerinin kıymetsizliği ile çıkmıyor ortaya. "Yaratılanı severiz Yaradan'dan ötürü" düsturuyla yeşeren inancımız, kültürümüz bugün pek gündemimizde değil. Giderek bencilleşen insanlarla karşılaşıyoruz.

Gündemimiz değiştikçe meraklarımız, sorduklarımız, aradıklarımız da elbette değişiyor. Bu iyi yönde de olabiliyor ama maalesef ters etki de gösterebiliyor. Sormak tabii ki önemli. Gelgelelim eskiden sorular inancın netleşmesini sağlamak için sorulurken artık çoğunlukla ve maalesef inkâr etmeyi meşrulaştırmak için soruluyor. Uyanık ve hazır cevap olmakta fayda var.

Yakın zamanda Sorularım Var adıyla yeni bir çalışmanız daha yayınlandı. Bu kez doğru soru sorma oyununa davet ediyorsunuz çocukları. Doğru soru sormak neden önemli? Yanlış sorudan doğru cevaba gidilmez mi?

Zor bir soru oldu bu. J Elbette yanlış sorudan da doğru cevaba gidildiği olmuştur, kim bilir?

Doğru soru sormak önemli çünkü tesadüflerle doğru cevaba ulaşmak imkânsız değilse de bu düşük bir olasılık gibi görünüyor. Peki, doğru soru nasıl sorulur?

Bu beceriyi geliştirmek için kelimelerle, kavramlarla aramızın iyi olması ve sorularımızın mantık kurallarına uygun olması gerekir. Örneğin bir inek uçarken onun sütünü sağabilir miyiz? diye bir soru sorulmaz çünkü inekler uçamaz. Çocukların ve gençlerin kafasını karıştırmak için sorulan dijital saha sorularından biri de şu; "Tanrı'nın her şeye gücü yeterse kendinden daha güçlü birini yaratmaya da gücü yeter mi?"

Bir kere Tanrı kelimesi varlığı kendinden olan, her şeye gücü yeten en yüce varlık anlamına geldiği için böyle bir sorunun mantıken doğru olmayacağını ayırt edecek kavramsal bilgiye sahip olmamız gerekir. Bu örnekler elbette çoğaltılabilir. Bu sebeple metinlerimde çocukların bu farkındalıklarını geliştirmeyi hedefliyor ve ona göre içerikler oluşturuyorum. Bunun da en güzel yolunun çocuğun öğrenebildiği en etkili yöntem olan oyunla yapılabileceğini düşünüyorum. Sorularım Var bu anlamda sahada önemli bir boşluğu dolduracak nitelikte bir eser. İnşallah güzelliklere vesile olsun.

Kitaplarınızı çocuklara yazıyorsunuz. Ama çocuklarına bir kitap alıp onların 'istedikleri gibi' olmasını bekleyen aileler var. Bu noktada ebeveynlere neler tavsiye edersiniz? Çocukların sorularına cevap vermesi gerekenler sadece eğitimciler ve çocuk yazarları mıdır?

Kitaplarımı yazarken dileğim ebeveynlere ve eğitimcilere de ulaşmak. Çünkü bazen gerçekten pratik çözümler arıyoruz hayatta. Çağın hızındaki değişime ayak uydurmak zor olduğu için derinlere inemesek de güvenilir kaynaklardan edinebileceğimiz bilgilere ihtiyaç duyuyoruz. Her konuda uzman olmamız mümkün olmadığı için de pratik eserler bazen ilaç gibi geliyor. İstedim ki hem çocukların hem de onlara yol gösteren, büyüklerin de keyifle okuyacakları metinler yazabileyim. Hiçbir kitabı elimize aldığımızda ya da okuduğumuzda bir sihir etkisi beklemeye tabii ki hakkımız yok. İnsanın doğasına da zaten aykırı bir şey bu.

Bize düşen "Buradan alabileceğim ne var?" diye bakmayı öğrenmek. Çocuklarımızın ya da gençlerimizin zehirlendiğini düşünerek hayıflanmak yerine panzehir formülleri üreterek onları nasıl koruruz, nasıl daha sağlıklı bir gelişim içinde olmalarına faydamız dokunur diye düşünmek yalnızca eğitimcilerin ya da yazarların değil, anne babaların, öğretmenlerin ve hatta tüm yetişkinlerin görevi olmalı. Çünkü bu mesele kolektif bir şuur ile hareket etmeyi gerektirir.