Gelecek kitap projeleri hakkında da konuşan Yazar Burçak Gönül, "Öncelikle yarım kalan romanımı bitirmeyi, bu arada bir de öykü kitabı hazırlamayı düşünüyorum. Bir süre gerçek yaşam öyküsü veya anı yazma gibi bir düşüncem yok. Hafızam babam kadar güçlü olmasa da, bana çocukluğumda ve gençliğimde yazmış olduğu mektupları hala saklıyorum." şeklinde konuştu.
"Yel Değirmenlerine Karşı" kitabını sizden dinlersek bir yazar olarak kitabınızı nasıl anlatırsınız?
Yel Değirmenlerine Karşı, onurlu bir yaşamı aşk edinmiş, idealist, tutkulu, her yeni günü üretmek için bir fırsat olarak gören bir adamın serüveni. Doğru olduğunu düşündüğü yolda, yel değirmenleriyle savaşında yenileceğini bilse de geri adım atmayan, en karanlık zamanlarda bile ona coşku veren sanata sığınmış bir modern zaman Don Kişot'u, çağdaş Türk resminin önemli isimlerinden, akademisyen ve eğitimci Zahit Büyükişliyen'in anılarından derlenmiş, öykücüklerle kurgulanmış bir biyografik roman. İçinden Medine, Mersin, Ankara, Londra, Kassel gibi şehirler geçerken, okuyucuyu kimi zaman geçmişe götürüyor, kimi zaman kamuoyunun tanıdığı veya tanımadığı isimlerle buluşturuyor. Aynı zamanda yüz yıllık sözlü tarihi anlatan, dönemin önemli olaylarını ıskalamadan, akademik çevrelerde yaşanan gerçekleri göz ardı etmeden gelecek kuşaklara aktaran bir resim sanatı belgeseli de sayılabilir.
Bir ressamın romanını yazmak nasıl bir duygu?
Ben çocukken, babamın atölyesinde zaman geçirmeyi, merakla sağı solu incelemeyi çok severdim. Bu kitabı yazarken, sanki onun atölyesinde yalnız kalmışım ve rahatça her yeri karıştırıyorum gibi hissettim biraz. Aslında herkesin hayatı eşsiz ve ben en sıradan yaşamların bile, enteresan bir kurguyla roman haline gelebileceğine inanıyorum. Ama dünyaya önemli yapıtlar bırakan tanınmış birinin hayatını yazmak elbette çok daha değerli ve daha fazla sorumluluk istiyor. Onu tanıyanlara, sevenlerine (ve sevmeyenlerine), sanatının hayranlarına, emek verdiği öğrencilerine, uzun bir hayatın özetini içtenlikle ve cesur bir şekilde aktarmak heyecan vericiydi. Ayrıca, Zahit Büyükişliyen, benim için sadece önemli bir resim ustası değil, pek çok yönüyle örnek aldığım babam, kahramanım. Dolayısıyla çok daha duygusal olduğumu söyleyebilirim. Hatta yazarken, onunla birlikte yaşamışçasına hissettiğim, keşke o an orada olsaydım dediğim, zaman zaman gözyaşlarımı tutamadığım anlar oldu. Yaşadığım bu duyguların romanı daha dokunaklı kıldığını düşünüyorum.
Babanızın hayatını kaleme almak zor oldu mu? Bunu da yazmasam mı dediğiniz bir andan söz edebilir misiniz?
Bazı açılardan zorlukları vardı elbette. Öncelikle babamı çok iyi anlamak, tümüyle empati kuramadığım bölümler olsa bile onun duygusunu koruyarak değiştirmeden yazmak önemliydi. Ayrıca yüz yıl geriye giden bir öykü olduğu için, titizlikle çalışıp araştırmak, gerçek dışı bir şeye yer vermemek, kronolojik hata yapmamak, sanat felsefesini ve yapıtlarını detaylı incelemek gerekti. Babam net bir insandır, bazı ifadeleri tanımayanlara keskin gelebilir. Gündelik yaşamda konuşurken kabul görebilen ama yazı dilinde uygun olmayabilecek bazı ifadeleri yumuşattığım oldu. Ama yazmış olduğu anılardan hiçbirini dışarda bırakmayı düşünmedim. Babamın anlatılmasını istediği herşey bu kitapta yer alıyor.
Kitapta pek çok isim açıkça veriliyor. Bu noktada babanızın ya da sizin bir çekinceniz oldu mu?
Zahit Büyükişliyen'in yaşamı, pek çok tanınmış kişiyle kesişiyor. Her şeyden önce bu kitap, bazı olayların muhataplarıyla yüzleşmek veya geç kalınmış bir telaşla bir tür intikam almak amacıyla yazılmadı. Herkes için olduğu gibi, Zahit Büyükişliyen'in hayatında da, onunla aynı düzlemde düşünmeyen kişilerin varlığı, zaman zaman kırgınlıkların, anlaşmazlıkların yaşanması çok doğal. Anlatılanların hepsi, itiraz kabul etmeyen gerçekler olsa da, açıkçası insanları incitmemek adına başlangıçta bazı isimleri değiştirmeyi düşündük. Ancak akademik veya sanat çevrelerinde bu kişilerin kim olduğu zaten kolayca anlaşılacaktı. Dolayısıyla bunu yapmak yerine, korkusuzca ama art niyetsiz ve saygı sınırlarını aşmayan bir dille yazmayı tercih ettik. Ayrıca bu proje, sevgili editörüm Mürsel Çavuş'un filtresinden geçti ve kişisel hakların ihlali konusunda uzman olan değerli avukat Tekin Memiş'in danışmanlığında yürütüldü. Her ikisine de çok teşekkür ediyorum.
Böyle bir anı-roman yazma fikri nasıl ortaya çıktı?
Teyzemin yaşamından yola çıkan ilk kitabım "Falezlere Götür Beni Aysel"den sonra, tamamen kurmaca olan ikinci romanımı çalışmaya başlamış, hatta yarılamıştım. Pandemi döneminde sosyal yaşamları en fazla etkilenen yaş grubunun içinde olan ve üretmeden duramayan babam, atölyesine bile gidip çalışamıyordu. Bu süreçte, anılarını yazmaya başladığını, en büyük isteğinin hayatını anlatan bu kitabı bastırmak olduğunu söyledi. Aslında yazdığı notları bir yayınevi editörüne teslim edip, biyografi şeklinde hazırlanmasını sağlayabilirdi ama O, bu kitaba benim bir yazar olarak emek vermemi, daha geniş kitlelere ulaşacak bir biyografik roman hazırlamamı istedi. 51 yaşındaydım, o güne kadar babam benden hiçbir şey istememişti, nasıl hayır diyebilirdim ki? Benim için büyük onurdu. Yurtdışında yaşadığım için, bir sene boyunca e-postalar, görüntülü görüşmeler ve WhatsApp mesajlarıyla süregelen iletişimimiz sonrasında, Yel Değirmenlerine Karşı ortaya çıktı.
İlerleyen dönemde sadece baba-kız anılarınızın olduğu bir kitap kaleme almayı düşünüyor musunuz?
Öncelikle yarım kalan romanımı bitirmeyi, bu arada bir de öykü kitabı hazırlamayı düşünüyorum. Bir süre gerçek yaşam öyküsü veya anı yazma gibi bir düşüncem yok. Hafızam babam kadar güçlü olmasa da, bana çocukluğumda ve gençliğimde yazmış olduğu mektupları hala saklıyorum. Dolayısıyla sonraki dönemlerde neden olmasın?