Bir paradoksun şiiri… Mehmet Akif Kireçci ile “Paris-Daqar” üzerine

Mehmet Akif Kireçci ile yeni çıkan şiir kitabı ''Paris-Daqar'' üzerine konuştuk.

Mehmet Garip Tanyıldızı

Mehmet Akif Kireçci'nin şiir kitabı "Paris-Daqar" çıktı. Akademisyen kimliği ile bilinen Kireçci Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı olarak görev yapıyor. Aynı zamanda UNESCO Türkiye Milli Komisyonu Yönetim Kurulu Üyesi olan Kireçci yıllardır kaleme aldığı şiirlerini kitaplaştırdı.

Yedi Güzel Adam'ın edebiyat alanında verimli toprağı Kahramanmaraş'tan yetişen Kireçci'nin şiirlerinde paradoksal imgeler ve lirik öğeler öne çıkıyor. Paris-Daqar'da deneysel şiirlerine de rastladığımız Kireçci'nin daha önce çeşitli dergilerde yayımlanan İngilizce de şiirleri bulunuyor. Mehmet Akif Kireçci ile adını Paris-Dakar Rallisi'nden alan şiir kitabını konuştuk...

ŞAİR BİR AKADEMİSYEN

Yeni çıkan Paris–Daqar şiir kitabınız hayırlı olsun. Uluslararası ilişkiler alanında çalışmaları olan bir akademisyenin bir şiir kitabı çıkarması ilk bakışta kulağa ilginç geliyor. Oysa Osmanlı'da siyaset adamlarının müzik ve şiirle eser verecek düzeyde ilgilendiğini biliyoruz. Bugün bunu garip karşılamamızın sebebi sizce ne?

Öncelikle kitap yayınlanır yayınlanmaz bulup bana ulaştığınız için çok teşekkür ederim. Edebiyata ve şiire böylesi bir ilgi doğrusu çok mutlu edici.

Evet, Osmanlı İmparatorluğu bürokrat ve devlet adamı yetiştirirken özellikle saray kadroları için yetiştirilenler muhakkak surette edebi konularda da eğitiliyorlardı. Birçok vezirin, hatta hemen hemen bütün sultanların şiirleri, şiir koleksiyonlarından oluşan divanları var; ve mahlaslarla (müstear isimlerle) yazıyorlardı. Bunun sebebi de şairler arasında makamları dolayısı ile iltimas olmasın, şiirler şiirin gücüyle yarışsın, okuyanlar onları vezirlerin veya sultanların şiiri diye değil, iyi şiir diye okusunlar, sevsinler, ezberlesinler diyeydi. Osmanlı devlet adamları çok yönlü yetişiyorlardı ama günümüz dünyasında akademik disiplinlerin kendi uzmanlık alanları da çok derinleştiği ve karmaşıklaştığı için belki aynı düzeyde farklı alanlarda uzmanlaşma pek mümkün olmayabiliyor. O nedenle benim yıllar sonra şiirlerimle ortaya çıkmam size biraz tuhaf gelmiş olabilir.

Ama işin aslı şu ki ben akademiye başlamadan önce de şiir yazıyordum. Yani şiirle sonradan tanışan bir akademisyen değil de şair bir akademisyen olarak daha önce birçoğu yayınlanmış şiirlerimi toplayıp yayınlama imkânı bulabildim. Bunun için de Şule Yayınevi'ne ayrıca teşekkür ederim.

YEDİ GÜZEL ADAM'IN TOPRAĞINDAN...

Şiir yazan bir Kahramanmaraşlı ile karşılaşınca ister istemez akla "Yedi Güzel Adam" geliyor. Siz de Yedi Güzel Adam'dan etkilendiniz mi? İlk şairiniz kimdi? O bağınız hala devam ediyor mu?

Öncelikle şunu ifade etmek isterim; ben de Yedi Güzel Adam'ın yetiştiği bir çevrede şiirle tanıştım, onları şair ve edebiyatçı yapan şey beni de şiire ve edebiyata yönlendirmiş olabilir. Rahmetli Erdem Beyazıt'la şiir, Rasim Özdenören'le kültür ve edebiyat konuşarak yetiştik diyebilirim. Sezai Karakoç'un şiirleri çok derin etkiler uyandırıyordu, Nuri Pakdil'in Türkçesi bizi bir taraftan sarsıyor, öte yandan kültürel mirasımızı nasıl anlamamız gerektiği konusunda şüphelere itiyordu. Cahit Zarifoğlu'nun hasbiliği belki bi kimlik ve kişilik enjekte ediyordu o çevreye. Yani Yedi Güzel Adam'ın her birinin sancısı bir diğerine benziyordu belki ama kanaatimce o dönemin ve geleceğin Türkiye'sindeki edebiyat ve sanatın olası rolü için aynı tarzda düşünmüyorlardı. Yedi Güzel Adam, o dönemde yaşadıkları ve yazdıklarıyla bir nesle gönül ile fikrin el ele olabildiğini gösterdiler. Biz sonraki zamanlarda gördük ki, eğer gönül kayıp giderse, eğer gönül yitirilirse fikir tek başına kuru kalır ve bizi pek de ileriye taşıyamayabilir.

Evet, o güzel insanların eserleri tabi ki bir nesle ışık tuttu, ilham verdi. Ama onları yetiştiren vasatı, sosyo-politik ortamı da unutmamak gerek. O dönemde her yöne açık olan bir kültürel beslenme modeli vardı. Sağdan, soldan, Batıdan veya Doğudan, her yazar yaftalanmadan okunurdu. Günümüzün kısırlaşmış, sınırlandırılmış tartışmalarına bakınca kıskanılacak bir zenginlikti bu diye diye düşünüyorum. Bugün bu zenginliği yeniden keşfetmeye çok ihtiyacımız var. Gönülsüz fikri tartışmalarda derinlik bulmak da zorlaşıyor.

Öte yandan edebiyat ve sanatta "etki" konusu çok tartışmalı bir alan. Bir yazar bir diğerinden etkilenmiştir demek çok kolaydır ama bunu gerçekten delilleriyle ortaya koymak her zaman mümkün olmayabilir. Etki konusunu eleştirmenler değerlendirse sanırım daha iyi olur.

PARİS-DAQAR: RALLİ, ŞİİR, PARADOKS

Kitaba adını veren Paris – Daqar şiirinizin hikayesini bizimle biraz paylaşır mısınız? Paris – Daqar hattında ne var?

Şairin şiirini izah etmesi aslında pek doğru değil kanaatimce; ama Paris – Daqar şiiri kitabın da başlığı olduğu için kısa bir not olarak ekleyebilirim. Öğrenciliğim yıllarında Paris – Dakar diye bir ralli vardı; çok dikkatimi çekmişti (Hâlâ var ama şimdi sadece Dakar rallisi olarak devam ediyor). Nasıl oluyordu da Fransa'nın başşehri Paris'ten Afrika'da bir ülkenin, Senegal'in, başşehri Dakar'a, üstelik arada kara bağı olmamasına rağmen, ralli olabiliyordu. Bu soru benim zihnimi çok rahatsız etmişti o yıllarda. Araştırdım ve bunun arkasında çok farklı tarihsel ve kültürel bağlamlar olduğunu fark ettim. Bu epistemolojik arka plan aslında paradokslarla doluydu ama bu iki mekanın, biri Avrupa'da diğeri Afrika'da iki şehrin bir ralli üzerinden bir araya gelmesini de normalleştiriyordu. Sanırım şiir de bu paradoksu birçok açıdan farklı mekanlara ve bağlamlara ilişkilendirerek yansıtıyor.

Yine de bu konuda fazla izaha girmek istemem çünkü her eser sizin de bildiğiniz gibi farklı edebiyat teorileri açısından ele alınabilir. Örneğin "okur-tepkisi" kuramı açısından ele alındığında yazar eserini yayınladığı anda eser onun olmaktan çıkar, okuyucunun olur. Okuyucu ne anlıyorsa anlamı da bağlamı da, kapsamı da odur. Dolayısı ile en azından bu teoriyi dikkate alarak, okuyucuları şiiri kendilerince anlama konusunda özgür bırakmak taraftarıyım.

Bilhassa Paris – Daqar şiirinizde Süpermen, Red Kid, kovboy, podyum, parfüm gibi popüler imgelerle çöl, anne, cin, peri, kadavra gibi kontrast öğeleri birlikte kullanmanız dikkat çekiyor. Şiirin adına da yansıyan bu çatışmayla yakaladığınız ahenk nasıl bir anlam dünyasına işaret ediyor?

Şiirdeki o imgeler o dönemin bütün paradoksal gündemine aynı ritimde bir cevap gibi aslında. Modern olanın, modernitenin hegomonyası gibi. Bugün de farklı paradoksal imgeler, algılar ve tutumlarla iç içe yaşıyoruz; bunları kimimiz fark ediyor kimimiz etmiyor; kimimiz umursuyor kimimiz umursamıyor. O şiir bu duruma, bu insanların üzerine boca edilmiş zoraki tercihlere, özendirmelere belki bir not düşüyor, belki isyan ediyor.

DENEYSEL ŞİİR

"B." ve "Merdiven Şiiri"nde deneysel şiirlerinize rastlıyoruz. Bunun yanı sıra "Ben Bir Haziranım" ve "Kırmızı" şiirinizde de öykü-şiir tarzını görüyoruz. Deneysel şiir sizi sınırlıyor mu yoksa kreatif yönünüzü mü öne çıkarıyor? Sizce duygu ve kelime fonetiği arasındaki ilişkide öncelik kime ait?

Şiir aslında anlamın sınırlarını zorlayan bir eylemdir. Eğer okuyan şiiri severse onu tekrar okur, dizelerini aklında tutar, başkalarına da okur. Fonetik uyumun, ses izleklerinin hatırda kalmayı kolaylaştırması zaman zaman fark edilir birçok edebi eserde.

"B" şiiri benim alfabetik şiirler serisinin ilk şiiri. O şiirle Türkçenin imkanlarını zorlamak, aynı harflerle başlayan dizelerle dilimizin anlam sınırlarını derinleştirmek istedim biraz. Dolayısı ile deneysel şiir benim açımdan bir zorlamadan ziyade anlamın sınırlarını genişletme çabası olarak yorumlanabilir.

Öykü şiirler ise daha çok her neslin yetişirken tanımlayıcı ve inşa edici anlarına bir tanıklık etme çabası olarak yorumlanabilir. Bireylerin tek tek bazı anlarına şehadet eden -belki benzer- sahneler inşa edici, yoğurucu bir benzerliği de çağrıştırıyor olabilir. Tekrar vurgulamak gerekirse benim kastettiğim şeyle okuyucunun yakaladığı imge arasında bir korelasyon olmak zorunda değil. Dolayısı ile duygu da çok önemli, onu hatırlanır kılan, ona musiki katan kelime fonetiği de.

ÇEVİRİ VE ŞİİR

ABD'de yaşadığınız yıllarda İngilizce yazdığınız şiirler yayımladınız. Bu şiirleriniz kitabınızda çeviri olarak yer aldı mı? Bu vesileyle "çeviri şiir" hakkındaki düşüncenizi öğrenebilir miyiz?

Hayır, İngilizce şiirlerin çevirisi bu kitapta yer almadı. Belki ilerde onları ayrıca yayınlamak mümkün olur.

Şiir çevirisi sanırım çeviri sanatının en zor alanı. Şiiri çevirecek mütercimin her iki dili de derinlemesine bilmesi, toplumların duygu dünyasını ve duygusal bağlamları içerden ve derinden özümsemiş olması gerekiyor. Bu yetenek ve birikime sahip olmak da her zaman yetmeyebiliyor; bir de şiirin kendini çevrilmeye bırakması gerekiyor. Örneğin bu kitaptaki B şiiri anlam olarak başka bir dile aktarılabilir ama bu hiçbir zaman o şiirin kendi ana dilinde vermek istediği tadı veremez. Ama yine de zorluklarına rağmen şiirler çevrilmeli ve farklı dillerde okuyucularla buluşmalı. Bu işi ülkemizde de dışarda da yapan çok iyi yetişmiş çevirmenler var. İyi ki de varlar, yoksa farklı ülkelerin şairlerini nasıl okuyacaktık.

TEZGAHTA NE VAR?

Akademik çalışmalarınız ve şiir kitabınızın yanında çeşitli dergilerde yayımlanan deneme ve öyküleriniz var. Deneme, öykü şiir... Siz kendinizi hangisine daha yakın hissediyorsunuz? Edebiyat alanında ileriye dönük çalışmalarınız hangi alanda olacak? Tezgahta ne var?

Şiir. Tabi ki her zaman şiir.

Şiir aslında diğer edebi türleri besleyen ve aynı zamanda diğer edebi türlerden de beslenen bir alan.

Paris – Daqar'dan sonra ikinci bir şiir kitabının gelmesini ümit ediyorum, çünkü bu kitapta yer almayan yayımlanmış ve yayımlanmamış daha birçok şiir var. Ümit ederim onlar da en kısa zamanda okuyucularla buluşur. Bir de neredeyse bitmek üzere olan bir öykü kitabım var. Ardından belki mektuplar ve günlükler gelir inşallah diyelim. Tabi akademik çalışmalar ve diğer görevlerden vakit ayırmak kolay olmuyor. İnşallah hepsi gün yüzüne çıkar.

Çok teşekkür ederim.

Biz teşekkür ederiz.