Yazar Mustafa Ali Yurdupak, "Gündökümü Harekatı" kitabıyla ilgili tüm merak edilenleri Aksam.com.tr kitap ile paylaştı.
Gündönümü Harekatı" kitabının yazım sürecini konuşarak başlayalım. Kitabın hikayesi ne?
"Yazmak benim için bir tutkudur" diye başlanır genelde söze. Ben onu hikaye anlatmak olarak revize ediyorum. Hikaye anlatıcılığı bende erken yaşlarda başlamış bir tutku. Okuma yazmayı öğrendiğimde de ilk yaptığım şey hikayeler uydurup yazmak olmuştu. Ama herhangi bir şeyi yarım yamalak yapmak beni hep rahatsız etmiştir.
Önce eğitim sonra da meslek hayatını bahane ederek bu tutkumu uzun süre gemlemeye çalıştım. Ama kendimi bu şekilde zorlamam bir tamamlanmamışlık hissine neden oluyordu. "Şimdi değil sonra. Zamanı gelince" diye kendimi oyalıyordum. Birkaç yıl önce hikaye anlatımına olan sevgimi rutinin getirdiği monotonluktan çıkış için kullanmayı akıl ettim.
Önce bir yaratıcı yazarlık kursuna başladım. Amacım tutkumu hobiye dönüştürerek biraz oyalanmaktı. "Bir roman yazacağım bir şeyler öğreneyim" gibi bir amacım yoktu. Kurs bittiğinde elimde şimdiki romanın yarım sayfalık bir özeti ve kafamda "Şimdi değilse ne zaman?" diyen bir ses vardı.
Kitabın yazım sürecinden de bahsedelim. Nelere dikkat ediniz? Hazırlık sürecinde neler yaşandı?
Roman II. Dünya Savaşı yılları Türkiye'sinde geçiyor. Okuyucuyu o yıllara çekebilmek için ikna edici bir arka plan oluşturmam gerekiyordu. İstanbul sokaklarını tasvir ederken dönemin sigorta haritalarından tutun; eski fotoğraflara, o yılları konu alan hatıralara ve günlük gazetelere kadar birçok kaynak yol gösterici oldu. Roman 1943 yılı kış aylarında geçiyor.
Bir yıl geriden başlayarak bazı gazeteleri günlük olarak düzenli şekilde okudum. Bu pratik bir süre sonra o zaman diliminde olduğunuz hissine kapılmanızı sağlıyor. Bunun işe yaradığını söyleyebilirim. 1943'ten bahsediyorsanız gıda maddelerinin karneye bağlı olduğu, geceleri karartma uygulandığı, teneke bulunamadığı için peynirlerin gazyağı tenekesinde satıldığı ve gazyağı koktuğu yıllardan bahsediyorsunuz demektir. Okuyucu bunlarla karşılaşmalı ki ikna olsun.
İkna ediciliğe özel önem veriyorum. Üstünkörü de yazabilirsiniz ama dikkatli okurun gözünden kaçmaz. Elbette bir makale bir tez yazmıyorsunuz "bu kısmını hayal ettim" diyebilirsiniz ama baltayı taşa da vurabilirsiniz. Mesela 1940'lardaki roman kahramanına bir otel odası için "Hilton gibiymiş!" dedirtmemelisiniz. Hilton'un açılışı 1950'lerde.
Peki, neden "Gündönümü Harekatı"? Okurları bu kitapta neler bekliyor?
Bu adı romanın başkahramanı veriyor. Kahramanın ismi Münir Şekip Alkan. Akşam'da bant olarak yayımlanan Cemal Nadir'in karikatür karakteri Amcabey'e benzediği için bu adla anılıyor. O devrin MİT'i olan Milli Emniyet Hizmeti'nde görevli bir istihbaratçı. Kendi doğrularına göre yaşayan birisi ve bu nedenle biraz köşede kalmış durumda. Ama II.Dünya Savaşı yıllarında tarafsız Türkiye, Müttefik ve Mihver devletlerinin ajan istilasına uğramış durumda. Vazife de kaçınılmaz olarak Amcabey'in kapısını çalıyor. Emektar istihbaratçı meslek hayatının en uzun gecelerinden birisini geçirirken bu dosyaya Gündönümü Harekatı adını koymaya karar veriyor. Romanda okurları kılık değiştirmeler, çift taraflı casuslar, entrikalar ve tempolu bir kaçma kovalamaca öyküsü bekliyor diyebilirim. Bir de umutsuz bir aşk hikayesi var. Okurlar hem o devrin İstanbul'unda bir gezintiye çıkacaklar hem de karakterlerin o devrin Türkçesiyle konuşmalarına şahit olacaklar.
Peki, masanızda bizi bekleyen yeni kitaplarınız var mı?
Evet. Okurlar Amcabey'e başka maceralarda da eşlik edecekler. Kahramanımız 1936 yılında Montrö Anlaşmasının imzalanacağı günlerde bir istihbarat operasyonuna daha imza atıyor olacak. Romanı bitirdim. Yayınevinin basım takvimine almasını bekliyorum. Amcabey'i okurlar severse başka serüvenleri de gelecektir.
Son olarak, tarihi ve istihbarat konusu üzerine kitap yazmanın zorlukları nelerdi?
Romanınızın geçtiği döneme dair bilgi sahibi olmalısınız. Ben az önce bahsettiğim araştırmalardan bağımsız olarak erken dönem Cumhuriyet tarihine meraklıyım. Bu nedenle fazla zorlanmadım. 1940'ları genç bir kadın olarak yaşamış büyük annemden de çok şey dinlemişimdir. Aslında epey bir şeyleri zaten bilerek başladım diyebilirim. Bu alt türe casus romanları dersek bu alanda yazmanın elbette zorlukları var. Türkiye'de bu türde romanlarla pek az karşılaşıyorsunuz.
Bildiğim kadarıyla "II.Dünya Savaşı sırasında Türkiye'de bir casusluk öyküsü" dersek Esat Mahmut Karakurt'un 1940'ların ortasında yayımlanan "Ankara Treni" isimli romanı dışında ikinci bir roman Gündönümü Harekatı'na kadar yoktu. Casus romanlarının İngiliz ve Amerikan yazınında güçlü temsilcileri var. Bazıları da meslekten istihbaratçı kişiler. Yani içinden geldikleri ve bilgi değil deneyime dayalı malumat sahibi oldukları bir dünyayı anlatıyorlar.
John Le Carre, Graham Greene, Ian Fleming gibi böyle pek çok isim sayabiliriz. Konunun yabancısı olarak bu gizemli mesleğin değil şimdiki; bundan seksen yıl önceki cilvelerini yansıtmak elbette çok zor. Ama bu beni bıktıran değil eğlendiren bir zorluktu. Ne kadar üstesinden geldiğimi okurların yargısına bırakıyorum.