Kekik kokulu mendille Çanakkale yolunda

BEDİR ACAR

Yıl 1915... Anadolu’da bir yer… Amca çocukları Hasan ve Yusuf 15-16 yaşlarında iki genç. İkisi de kasabanın güzel kızı Elif'e sevdalı.

Öte yandan Çanakkale Savaşı'nın ayak izleri kasabaya kadar ulaşır. Hasan ve Yusuf gönüllü asker olarak savaşa giden gençlerin arasına katılırlar.

Cepheye yolculuk esnasında (şans eseri) hemşerileri Rüstem Çavuş ile karşılaşırlar.

Rüstem, çocukları cepheye götürürken Anzak askerlerine esir düşerler.

Daha ellerine silah bile almamış olan gençler, esir kampında bir yandan hayatta kalmaya çalışırken bir yandan da vatanları için her türlü fedakarlığa göğüs gereceklerdir.

Bugün seyirciyle buluşan ‘Mendilim Kekik Kokuyor’ adlı filmin büyük bölümünü bu esaret günleri oluşturuyor.

Hasan ve Yusuf’un Elif’e sevdası, çocukluğu Osmanlı topraklarında geçen İngiliz hemşirenin anıları ve savaş filmin dramatik yönlerini besleyen diğer unsurlar.

Çanakkale Savaşları'nın 100. Yılı Senaryo Yarışması’nda birincilik ödülü alan Kadir Bozkurt imzalı senaryodan çekilen ‘Mendilim Kekik Kokuyor’un yönetmen koltuğunda iki isim var: Hüseyin Özden ve Hakan Kurşun.

Büyük bir destanın adı olan Çanakkale Savaşı’nı anlatan filmler her açıdan önemli.

Zira Türk sineması olarak elimizde Çanakkale’yi anlatan çok az film var.

Oysa sayısız hikayenin, kahramanlığın destanlaştığı cephe olan Çanakkale için yüzlerce film, dizi yapılsa yeridir...

Mendilim Kekik Kokuyor’u önemli kılan ikinci unsur, ödüllü senaryosu…

Peki, beyazperdeye yansıyan filmin sanat eseri olarak artıları ve eksileri neler?

Çok katmanlı öyküsüyle dikkat çeken film, görüntüleri, sanat yönetimi, atmosfer yaratmadaki başarısı ve müzikleriyle göz dolduruyor.

İncelikli çalışılmış detaylar, Çanakkale Savaşı deyince toplumsal hafızamızda yer eden ‘fotoğrafları’ destekleyici bir mahiyet kazanıyor.

Çocuk yaştaki gençlerin askere uğurlanışı, söz konusu vatan olunca Anadolu’nun aslan kesilen yürekleri başarılı bir biçimde beyazperdeye yansıtılmış.

Rüstem Çavuş’un dediği gibi: ‘Mevzu vatansa, sıktığın kurşundan önce yapışacaksın düşmanın boğazına.’

Vatan savunması için ta Buhara’dan Çanakkale’ye gelen bir erin ‘Anadolu’ya ateş düşse Türkistan’ın kalbi yanar’ sözleri de dönemin ümmet bilincine vurgu yapması açısından kayda değer. 

BÜYÜK BİR FİLM OLABİLİRDİ 

Öte yandan, Mendilim Kekik Kokuyor, çok bileşenli öyküsü ve atmosfer yaratmadaki başarısıyla büyük bir eser olabilecekken, odak noktasındaki dağınıklık nedeniyle (ne yazık ki) filmin dramatik yapısı zedeleniyor.

Olay örgüsü kâh çocuk askerlere, kâh cephe savaşlarına, kâh İngiliz hemşirenin dramına temas ediyor; bazen bir detay bile çok şey anlattığı için odak noktası çok parçalı bir yapıya bürünüyor.

Cephe gerisinde yaşanan olaylar devam ederken, birden savaş sahnelerine geçiş söz konusu. Bu senkron sorunu da kurguyu zedeliyor. Hele, filme yapıştırılmış gibi duran ‘lider tiradları’, yabancılaşma efekti gibi havada kalıyor.

Atlı çizilen mevzu ise şu: Film, savaş esnasında dahi olsa, ‘insanlığa’ dikkat çekiyor. Bir Osmanlı askerinin yaralı Anzak askerini kucağında taşıyarak birliğine teslim etmesi buna bir örnek. Bu türden karşılıklı jestler yer yer veriliyor filmde.

Bu haliyle Mendilim Kekik Kokuyor, insanlığa, içindeki düşmanı yok etmeyi teklif eden bir film.

Keşke, ekranları istila eden onlarca entrika dizisi yerine, ihmal edilmiş hikayelerimizi, değerlerimizi izliyor olabilsek.