Hovardanın şeytanı bol olur

Koronavirüs endişesini bir kenara bırakıp, insanı ahlaklı ve erdemli olmaya davet eden bir opera izlemeye ne dersiniz?

BEDİR ACAR

Cevabınız ‘evet’ ise bundan dört yıl önce izlediğim ve bu sanat sezonunda yeniden seyirciyle buluşan ‘The Rake’s Progress’, Türkçe çevirisiyle ‘Hovardanın Sonu’ adlı gösteriyi hararetle tavsiye ederim.

İstanbul Devlet Opera ve Balesi’nin hiçbir masraftan kaçınmadan ‘görkemli’ bir prodüksiyon olarak hazırladığı eser, Rus müzisyen Igor Stravınsky (1882-1971) imzasını taşıyor.

Hovardanın Sonu, bu akşamdan (13 Mart) başlayarak Kadıköy Süreyya Operası’nda 14-17-18-20-21 Mart tarihlerinde perde açacak.

Bundan dört yıl izlediğimde ‘İstanbul Devlet Opera ve Balesi (İDOB), heyecan verici bir işe imza atarak, sanatseverlere her şeyiyle dört dörtlük bir gösteri izleme imkanı sundu’ diye yazmıştım.

Gerçekten de, üç saate yakın hikayesiyle Hovardanın Sonu, korosu, koreografileri, ışık ve dekor tasarımıyla, orkestrasıyla sanatseverleri tatmin eden bir yapım olmuştu.

Peki eserin konusu ne?

Hovardanın Sonu, hovardalığı iş edinmiş Tom Rakewell’in çöküşü üzerine kurulu…

Sonradan şeytan olduğu ortaya çıkan Nick Shadow’a uyarak, evlenmeyi düşündüğü Anne’i terk edip, Londra’ya gönül eğlendirmeye giden mirasyedi Tom’un başına gelenleri izleriz gösteri boyunca…

Para, şan, şöhret eriyip gittiğinde ise Tom Rakewell kendisini bir tımarhanede bulur.

Ruhunu şeytana satan Tom’um macerası bir yönüyle Faust’u da andırıyor.

Orada gençlik hayallerinin peşine düşen Faust’un trajik öyküsü vardı.

Ancak Hovardanın Sonu bundan daha fazlasını yapıyor.

Söz gelimi müzayede sahnesinde toplumun değer yargıları sorgulanıyor. Müzayedecinin müşterilere hitaben söylediği ‘Bizler sistemi kurarken sizler vazgeçilmez enstrümanlarımız oldunuz’ sözü, hem toplumsal bir yergi, hem de ‘yerleşik düzen eleştirisi’ olarak okunabilir.

Aynı zamanda aşkın halleri ve çıkmazları üzerine sorgulayıcı diyaloglarla dolu olan eser, ‘Umuda yol vermeyen, karamsarlığın esiri olur’ diyerek çareyi de gösteriyor.

İnsanı ahlaklı ve erdemli olmayan davet eden eser, seyirciyi mutlu uğurlayan bir gösteri.

ÜÇ BÜYÜK TARİHÇİ FATİH’İN YANINDA

Halil İnalcık, Semavi Eyice ve Kemal Karpat… Türkiye’nin yetiştirdiği dünya çapında üç büyük çınar, üç büyük tarihçi. Üçünün de kabri bir arada, İstanbul’un fatihi Sultan Mehmet Han Hazretleri’nin yanı başında. Fatih Camii Haziresini ziyaret edenler büyük tarihçilerimizi de ziyaret edebilirler. (İstanbul İl Kültür ve Turizm Müdürü Coşkun Yılmaz hatırlattı.) 

KORONAVİRÜS PERDE KAPATTIRDI 

Koronavirüs endişesi yüzünden bu hafta sonu yapılması planlanan Londra Kitap Fuarı’nın ertelendiğini daha önce duyurmuştuk. Önceki gün gelen bir habere göre de 7. Frankfurt Türk Tiyatro Festivali ertelendi. Bu yıl 20-29 Mart'ta gerçekleştirilmesi planlanan festival, Avrupa ülkelerinde koronavirüs vakalarının artması sebebiyle 5-15 Haziran'da yapılacak. Tabii virüs tehlikesi o tarihe kadar savuşturulabilirse… 

‘DİYET’ NASIL ‘REJİM’ OLDU?

Teatro Rudius, Ömer Seyfettin’i konu alan ‘Deli Şair: Ömer Seyfettin’ adlı eseri seyirciyle buluşturdu. Gala gecesinde izlediğim oyun, hikayeciliğiyle Türk edebiyatına damga vurmuş Ömer Seyfettin’in hikayeci kimliğini es geçip, şair yönünü ele alıyor.

Olabilir, bunda bir beis yok!

Ancak oyunda abes olan, Ömer Seyfettin’in ‘Kemalist şair’ olarak tuhaf bir propagandaya alet edilmesiydi.

Bu konuyu yazdıktan sonra, bir okurumuz Hıncal Uluç’un Sabah’ta yayınladığı bir yazıyı gönderdi. Orada Uluç, ünlü hikayeciyi, kendisine okumayı sevdiren yazar olarak takdim ettikten sonra onun ‘Diyet’ adlı hikayesini okurlarıyla paylaşıyordu. Çok güzel…

Ancak burada da bir problem vardı… Uluç’un yayınladığı Diyet öyküsünde ‘diyet’ yerine iki yerde ‘rejim’ kelimesi kullanılmış. Uluç’un kaynak aldığı kitapta artık nasıl bir sadeleştirme yapıldıysa, ‘bedel ödemek’ anlamındaki ‘diyet’, sağlık alanını ilgilendiren ‘rejim’ kelimesine dönüşüvermiş.

Ömer Seyfettin’in vefatının 100. yılındayız. Evet büyük yazarı anmak için bir şeyler yapılmalı ama bu şekilde değil!..