BEDİR ACAR
Daha bütünlüklü bir hikaye, ustaca kotarılmış anlatım, kurgu ve mizansenlerle izlenmesi gereken bir film çıkmış ortaya.
Yönetmenin (Üç Yol’da da var olan) edebiyat ve felsefeye olan ilgisi Ceviz Ağacı’nda daha duru bir anlatımla kendini gösteriyor.
Önce konu hakkında kısa bir özet geçelim.
Genç bir adam olan Hayati (Serdar Orçin), Anadolu'nun bir kasabasında edebiyat öğretmenliği yapmaktadır.
Hayati'nin babası, henüz o 6 yaşında bir çocukken intihar etmiştir.
Hayati, yetişkin bir adam olana kadar babasının intiharının gerçek nedenini bilmez.
Babası, 12 Eylül darbesinde haksız yere işkence görüp ölen arkadaşına yardım edemediği için intihar etmiştir ve bunu öğrenmmesiyle birlikte geçmişin gölgesi Hayati’nin kabusu olur.
Eskisi gibi etkili hikayeler yazamayan neş’esiz bir adamdır artık.
Hayati kendisi gibi öğretmen olan Yaprak (Sezin Akbaşoğulları) ile evlidir.
İlk başlarda olmasa da artık yolunda gitmeyen bir evliliktir bu ve çift boşanma aşamasındadır.
Yaprak’ın gözünde Hayati heyecanını kaybetmiş, iktidarsız, vaatlerini yerine getirememiş (kasabadan çekip gitmek gibi), işe yaramayan, hevessiz, üstelik geçmişe saplanıp kalmış bir adamdır.
İşte bu şartlar altında evliliği bitirme kararı alan resim öğretmeni Yaprak bir gün ortadan kaybolur.
Akabinde kasabada bir kadın cesedinin bulunmasıyla gözler Hayati’ye çevrilir.
Kasabalı, eril bir bakış açısıyla (kadın kısmı evinde oturur) Hayati’nin Yaprak’ı cezalandırdığını düşünmektedir.
Hayati ise işlemediği bu cinayeti bile isteye üstlenir.
Bu Hayati için bir anlamda geçmişle hesaplaşmak anlamına gelir.
Peki nasıl ve neden?
Ceviz Ağacı, katmanları olan bir film.
Öyküyle birlikte, öykünün etrafında dolanan pek çok ‘ontolojik’ anlam arayışı söz konusu.
Geçmişin hatalarıyla özdeşlik kurup acı çekmek, yas tutmak, psikolojik bir vakıa olarak tıbbın konusudur.
Ancak edebiyatın ve sanatın da ilgisini çekmiş bir olgudur.
‘En yakın arkadaşına yardım edemediği için hayatına son veren baba’ figürü de Hayati’nin şahsında travmatik ve hatta patolojik bir yasa dönüşüyor.
Hayati böylesine derin acılar çekerken, karısı Yaprak ise kocasına destek olmak yerine, ‘fırtına anında gemiyi terk eden’ karakter olarak karşımıza çıkıyor.
Ancak bu Yaprak’ı kötü bir karakter olarak sunmak anlamına da gelmiyor. Sadece hayal kırıklıkları yaşamış bir kadının kendisine yeni bir yol çizmek istemesi...
Hayati cephesine gelince...
Ana ocağında bulunan bahçedeki kuruyan ceviz ağacı geçmişi, intihar eden babayı ve (evdeki fareyle birlikte) Hayati’nin ‘çilesini’ temsil ediyor.
Hasta yatağındaki anne (kocası gibi oğlunun da aynı akıbete uğramaması ve geçmişle bağları koparmak adına) ceviz ağacını kesmek istese de Hayati, ağacın yeşermesi için onu sulamaktan asla vazgeçmez.
Necip Fazıl’ın Bir Adam Yaratmak adlı tiyatro eserinde de benzer bir durum vardır.
Hatırlayalım, oyundaki Hüsrev “Ölüm Korkusu” adında bir tiyatro eseri yazar. Oyunda, bir kaza sonucu annesini vuran baş kahramanı, kendisini babası gibi incir ağacına asarak intihar eder. Tıpkı oyunun yazarı Hüsrev’in babası gibi...
Ceviz Ağacı’nda Hayati’nin ağzından duyduğumuz şu sözler filmin ‘anlamını’ ele veren bir özet gibidir: Kıyamet gününde insanlar sadece yaptıklarından mı yoksa yapamadıklarından da hesaba çekilecekler mi?
Cevap yine Hayati’den gelir: Çoğu insan yaptığının bile hesabını vermek istemez ama bazı insanlar yapmmadıklarının, hatta içlerinden geçirdiklerinin bile hesabını vermek için acı çekerler.
Dolayısıyla, Hayati yaptıkları kadar yapamadıklarından da sorumlu hisseder kendini.
Acı çekmeden, bir bedel ödemeden rahat edemeyeceğini düşünen Hayati sonunda işlemediği bir cinayeti üstlenerek sancılı geçmişinden arınmaya çalışır. Hatta, bir anlamda insanlığın ortak vicdanını temizlemek için kendini feda eder.
Yönetmenin böylesi bir sorunsalı irdelemesi saygıya değer.
Ben buna ‘düşünen sinema’ diyorum.
Ancak bunu yaparken Hayati’nin karşısına bir olumlu bir de olumsuz kadın karakter çıkarması ve kahramanımızın ruh dünyasındeki çiçek açışları ya da içe kapanışları bu doğrultuda hizaya sokması dizilerden dahi alıştığımız bir ‘şablonik’ yaklaşım riskini doğuruyor.
Bu açıdan bakıldığında filmin, kadın karakterlere karşı adil davranmadığını dile getirenler var.
Ancak ortada, boşanmak için kocasına psikolojik şiddet uygulayan bir kadın var.
Hikayede bunun tersi olsaydı bu sefer de erkek karaktere adil davranılmadığını mı konuşacaktık?
Belki de sorun kadın ya da erkek olmakta değildir.