Yeni dönemde ABD'nin Pax Americana stratejisi hayatta kalabilecek mi?

ABD, Rusya ile savaş riskini göze alarak Ukrayna'nın yanında durmaya, NATO anlaşmalarından doğan yükümlülüklerini yerine getirmeye, İsrail'i savunmak için potansiyel olarak İran ile savaş riskini göze almaya, Çin'e karşı Tayvan'ı, Filipinler'i hatta Japonya'yı koruma adımları atmaya ve nükleer olmayan müttefiklerini genişletilmiş nükleer caydırıcılık koruması altında tutmaya devam etmeye çalışıyor. Ancak ABD'yi yakın gelecekte, başkanlık seçimlerini kimin kazandığına bakılmaksızın, tüm bu konu başlıklarında çok zor bir dönem bekliyor.

Muhammed Gökalp

İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesinden bu yana, dünyadaki tüm gerilimleri ve çatışmaları 'Pax Americana' stratejisi ile çözmeye çalışan ABD, artan gerilimler konusunda çaresiz ve dünya düzeninin gelecekteki şeklini ve yapısını şekillendirme konusunda büyük bir sınav ile karşı karşıya.

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra ABD'nin ekonomik ve askeri gücü olmasaydı, yüksek ihtimalle dünyanın stratejik merkezinde Avrasyalı hegemon bir güç ortaya çıkardı.

ABD, Berlin ablukasını kırdığı 1948 yılından bu yana, Avrasya'da böyle bir hegemonik gücün ortaya çıkmasını engelleyen en önemli aktör olarak hareket etti.

Ancak ABD'nin bu rolü ve 'Pax Americana' stratejisi, ortaya çıkan yeni küresel dengeler nedeniyle büyük bir sınav veriyor.

PAX AMERİCANA DEVAM EDECEK Mİ?

Pax Americana'nın geleceğine dair öngörüde bulunmak için, gelişimini ve evrimini göz önünde bulundurmak faydalı olacak.

Başlangıçta, İkinci Dünya Savaşı'nın hemen ardından ABD, Birleşmiş Milletler'in ve Bretton Woods sistemi olarak bilinen yeni ekonomik mimarinin ikili vaadine inanmaya istekli görünüyordu.

Savaşın önlenmesini sağlayacak evrensel bir düzene duyulan özlem, 1914-45 yılları arasında yaşanan dehşetten sonra, Truman yönetimi için, Sovyet Rusya'nın Avrasya'da hegemonik hakimiyet kurma olasılığının hem bu vizyonu engelleyeceği hem de ABD'nin çıkarlarına zarar vereceği kısa sürede anlaşıldı.

Truman, Eisenhower ve Kennedy dönemlerinde ABD, Ekim 1962'de nükleer savaş riskini göze alarak Sovyet Rusya'ya karşı koydu.

Johnson, Nixon, Ford ve Carter dönemlerinde ise ABD, Sovyet Rusya ile birlikte var olma ve nihayetinde yumuşama yolunu seçerken, dünyanın dört bir yanındaki vekalet mücadelelerinde onunla mücadele etti.

Reagan döneminde ABD politikasında belirgin bir sapma oldu. ABD, Sovyet Rusya ile küresel nükleer savaş riski taşıyan bir çatışma halinin kalıcı bir durum olarak kabul edilmemesi gerektiği gibi radikal bir politika önermesiyle hareket etmeye başladı.

Ardından Sovyet Rusya'nın çöküşüyle birlikte BabaBush, Clinton ve Oğul Bush Sovyet sonrası Rusya ve Komünist Çin'i, daha fazla ticaret ve yatırım akışının ve reformdan geçirilmiş çok taraflı kurumların daha barışçıl bir dünya yaratacağı küresel olarak entegre bir ekonomiye dahil etmek de dahil olmak üzere küresel güvenlik düzenlemelerini yeniden şekillendirmeye çalıştılar.

2008'deki küresel mali kriz ve Obama, Trump ve Biden yönetimindeki ABD'de savaş yorgunluğunun başlamasıyla birlikte, ABD stratejik kısıtlamalara giderek politikasını yeniden şekillendirmeye çalıştı.

DENGELER NASIL DEĞİŞTİ?

Avrupa'da, özellikle Putin'in 2014 ve 2022'deki yasadışı Ukrayna işgallerinin ardından, yeniden silahlanma ve seferberlik devam ediyor. Bu gelişme sonrası NATO, Sovyet Rusya'nın çöküşünden sonra yıllarca süren durgunluğun ardından, büyük ölçüde yeniden aktif hale geldi ve temel misyonuna yeniden angaje oldu.

NATO'nun örgütleyici yapısından yoksun olan Hint-Pasifik bölgesinde ise, ABD merkezli ittifakların ve güvenlik ortaklıklarının kafes örgüsü AUKUS gibi ittifaklar ile önemli ölçüde yeniden şekillendi.

Ancak, Amerika Birleşik Devletleri her zaman çıkarları doğrultusunda eksen değiştirmiştir.

Örneğin, Temmuz 1969'da Nixon Guam'da, ABD'nin Batı Avrupa'ya yönelik bir Sovyet saldırısını caydırma ve gerekirse Sovyet Rusya'ya savaş açma konusundaki kararlılığına kıyasla, Asya'daki güvenlik güvenceleri açısından farklı ve daha ölçülü bir yükümlülük duygusuna sahip olduğunu açıkça belirtmiştir.

Örneğin, Irak'taki ve Suriye'deki kalıcı askeri varlığını "mutlak çözüme kadar" tutacağına dair Petangon yaklaşımından vazgeçmiş ve bölgedeki terör örgütlerini destekleyerek çıkarlarını korumaya yönelmiştir.

Örneğin, Afganistan'da "terörle mücadele" bahanesi ile Taliban'a karşı gerçekleştirdiği işgali, ülkeyi yine Taliban'a bırakarak sona erdirmek zorunda kalmıştır.

Bu gelişmeler, yeniden şekillenen dünya düzeninde, ABD'nin bir daha 1948-62 döneminde olduğu gibi baskın güç rolünü oynaması pek olası görünmüyor.

"ABD'Yİ, ÇOK ZOR BİR TERCİH BEKLİYOR"

Önümüzdeki dönemde ABD'yi, başkanlık seçimlerini kimin kazandığına bakılmaksızın çok zor bir tercih bekliyor.

Yeni yönetim, İkinci Dünya savaşı dürdürdüğü Pax Americana stratejisinin hayatta kalması için tüm riskleri göze mi alacak, yoksa Avrasyalı yeni hegemon güçlerin ortaya çıkmasına karşı kalesine çekilme sürecini mi başlatacak?

NATO'yu büyük ölçüde yeniden canlandırmış olmasına rağmen, dünyada yükselen güçlerin Batı merkezli düzene karşı alternatif politikaları, artan de-dolarizasyon hamleleri, Rusya ve İsrail dahil olmak üzere küresel çatışmalardaki artan etkisizliği ve ülkenin küresel borç batağı gibi realiteler, Pax Americana döneminin sonuna işaret ediyor.