Trump'ın yeni dönem politikası: Küresel dikta

Donald Trump'ın ikinci dönem için başkanlık koltuğuna oturmasıyla, ABD'nin liderliğinde şekillenen uluslararası kurallar düzeni sona erdi. Trump, müttefiklerini suçlarken, Putin ve Xi'nin 'güçlü liderlik anlayışı'nı benimseyerek küresel politikada köklü bir değişime gidiyor. İşte tüm detaylar...

AKSAM.COM.TR

Japonların 7 Aralık 1941'de Pearl Harbor'a saldırmasıyla doğan ABD liderliğindeki uluslararası kurallara dayalı düzen, Donald Trump'ın ikinci kez göreve gelmesiyle birlikte öldü.

Zira Trump göreve geldikten sonra ilk olarak, uzun zamandır devam eden bu düzeni, ABD'ye dünyayı denetleme yükünü yüklerken aynı zamanda da müttefikleri tarafından enayi yerine konduğu bir düzen olarak tanımladı.

Benzer bir şekilde, Trump'ın Dışişleri Bakanı Marco Rubio da Senato'daki onay oturumunda; "savaş sonrası küresel düzen sadece eskimiş olmakla kalmıyor. Artık bize karşı kullanılan bir silah haline dönüştü." değerlendirmesinde bulundu.

Trump'ın ABD'nin Ukrayna ve Tayvan'a yaptığı desteğe şüpheyle yaklaşması, gümrük vergisi uygulama konusundaki çıkışları, Panama Kanalı'nı geri alma, Kanada'yı ve Grönland'ı ele geçirme tehditleri öngördüğü yeni politikayı da ortaya koydu.

Pax Americana dönemi olarak tanımlanabilecek dönemde, komünizmin caydırılması, eşi benzeri görülmemiş küresel refah, göreceli barış gibi başarılar üretmiş olsa da özellikle son dönemde kendi yıkımının tohumlarını da ekti.

Amerikan kibri, Afganistan ve Irak'ta aşağılayıcı savaşlara yol açtı. Ancak son olarak bu kibir, İsrail'in sözde güvenliği için modern tarihin en büyük soykırım ve toprak gasplarından birisine imza attı.

Çin Devlet Başkanı Xi Jinping ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in ardından Trump da "güçlü olanın haklı olduğu" bir dünyada daha başarılı olabileceğini varsaydığı bir strateji ile hareket etmeye başladı.

DİPLOMASİ ÜZERİNDE HAKİMİYET

ABD başkanlarından James Monroe 1823 yılında Batı Yarımküre'yi Avrupa'nın sömürgeleştirmesine kapalı ilan etti ve 19. yüzyılın sonuna kadar göreve gelen ABD başkanları Monroe'nun ilanını ABD'nin bölgesel genişlemesini meşrulaştırmak için kullandı.

ABD, 1867'de Alaska satın aldığında Danimarka'dan da Grönland'ı satın almayı düşünmüş ancak başarılı olalamıştı. 1946 yılında da yine ABD Başkanlarından Harry Truman, adanın stratejik değerini gerekçe göstererek gizlice bir kez daha satın alma teklifinde bulundu.

Washington'un Batı Yarımküre'deki nüfuzunu arttırma hedefinin aslında stratejik bir mantığı var. Panama Kanalı ABD ticareti için hayati bir deniz yolu. ABD'nin tüm konteyner trafiğinin yaklaşık yüzde 40'ı bu su yolundan geçiyor.

Bu arada Grönland'ın stratejik önemi de çok yüksek. Kuzey Kutbu'ndaki buzların erimesi ve Rusya ile Çin'in buzkıran faaliyetleri ile birlikte, yeni bir kuzey su yolu hayata geçiyor ve bu yol, Amerika için ticari ve askeri zafiyetler getirebilir.

Grönland ayrıca ABD'nin kritik teknolojileri için ihtiyaç duyduğu kritik minerallerin büyük rezervlerine sahip.

Sonuç:

Trump'ın bunun yerine kimin yaklaşımını taklit etmeye çalıştığı açık. Putin ve Xi'yi tam olarak güçlü liderler olarak görüyor ve bunu da açıklamalarında gizlemiyor.

Trump müttefiklerini ABD'nin "cömertliğinden faydalandıkları" için düzenli olarak suçluyor ama Putin'i Ukrayna'yı işgal ettiği için "zeki", "güçlü" ve "dahi", Xi'yi ise Çin vatandaşlarını "demir yumrukla" kontrol ettiği için "olağanüstü zeki" olarak tanımlıyor.

Örnek olarak 2021'de ABD'nin Tayvan'ı askeri olarak savunup savunmayacağı sorusuna Trump, Çin'in adayı işgal etmesi halinde "bu konuda yapabileceğimiz hiçbir şey yok" yanıtını vermişti.

Trump, Ukrayna konusunda da benzer bir yaklaşım sergiliyor ve savaşı bitirmek için Ukrayna'dan 500 milyar dolarlık yeraltı zenginliği talep ederken, "Putin ile ortak hareket ederek ölümleri durduracağız" ifadeleri ile savaştan dolayı, seçim dönemindeki açıklamalarında olduğu gibi Putin'i sorumlu tutmayan yaklaşımını sürdürüyor.