AA
ABD ve İsrail'in Gazze Şeridi'ndeki etnik temizlik hedefinin tarihi!
ABD Başkanı Donald Trump göreve geldiğinden bu yana ısrarla Gazze Şeridi'nin boşaltılması ve Filistin halkının kalıcı olarak Ürdün, Mısır ve diğer ülkelere nakledilmesi yönündeki etnik temizlik önerisi akıllara tarih boyunca Filistinlilere karşı uygulanan benzer süreçleri getirdi.
Trump'ın önerisini çevreleyen retorik, sözde "insani bir jest" terimleriyle ifade edilse de, Filistinlileri mülksüzleştirme ve yerlerinden etme fikri, tarih boyunca İsrail'in stratejisinin temel taşı olmuştur.
Zira bu fikir; en azından 1948'den bu yana, birbirini izleyen İsrail hükümetlerinin özellikle Gazze'yi defalarca boşaltmaya çalıştığı uzun bir sömürge ve etnik temizlik tarihinin sadece son bölümüdür.
İsrail bu hedefe ulaşmak için katliamlar, şiddetle bastırma ve yoksullaştırmaya kadar neredeyse mümkün olan her taktiği denedi. Ancak Filistinlileri tamamen sürgün etme konusunda her zaman başarısız oldu.
İsrail Savunma Bakanı Moshe Dayan'ın 1967'deki sözleri, bugünkü Netanyahu yönetiminin de ana retoriği haline gelmiş durumda.
Moshe Dayan o tarihte; "Ya köpekler gibi yaşamaya devam edeceksiniz ya da gideceksiniz. Sürecin nereye varacağını göreceğiz" ifadelerini kullanmıştı.
İsrail tarih boyunca Gazze'yi yaşanmaz hale getirmeye çalışmış ve burada yaşayanların neredeyse tamamen yok edilmesine yol açacak koşullar yaratmıştır.
Gelinen noktada; Trump'ın Gazzelileri başka ülkelere sürme fikri de, tüm bu tarihsel gerçekliğin devamı niteliğindedir ve Filistinlilerin varlığının sona ermesi anlamına gelecektir.
GAZZE ŞERİDİ
Gazze Şeridi, 1948 yılında İsrail'in 400'den fazla Filistin köyünü etnik temizliğe tabi tutup yok etmesiyle dev bir mülteci kampına dönüşmüştür.
O tarihlerde, zorla yerlerinden edilen 700.000'den fazla Filistinlinin 200.000'den fazlası bu bölgeye sığındı ve şeritteki nüfus üç katına çıktı.
Bugün Gazze nüfusunun yüzde 80'inden fazlası Nakba sırasında sürülen ya da kaçan mültecilerden oluşuyor.
İsrail, Nakba'dan sonraki yıllarda da şiddetli asla kesmedi ve yerlerinden edildikleri köylere geri dönmeye çalışan binlerce Filistinliyi şehit etti.
İsrail hükümeti ve ABD daha sonra 1949 yılında Mısır'a, Filistinli mültecilerin İsrail'e geçişini zorlaştırmak için Gazze Şeridi'ni 200 kilometre kare daha yutan bir ateşkes anlaşması imzalaması için baskı yaptı.
Hatta 7 Ekim'den sonra Netanyahu tarafından gündeme getirilen Sina Çölü planı, 1951 yılında da ABD ve İsrail tarafından dile getirildi ve binlerce Filistinlinin Gazze'deki mülteci kamplarından Sina çölüne taşınması için Mısır'a baskı yapıldı.
Uluslararası meşruiyet arayışında olan ve iç sorunlarla boğuşan Mısır o tarihte bu baskıya boyun eğdi ve ABD'den o tarihte aldığı 30 milyon dolar karşılığında Gazze'den 12.000 Filistinliyi Sina'ya yerleştirmeyi kabul etti.
Bu anlaşma, İsrail'in Gazze'ye, özellikle de insanları Mısır'a kaçmaya zorlamak için mülteci kamplarına düzenlediği eş zamanlı saldırılarla birleştiğinde, İsrail'in bugünkü taktiklerini anımsatıyor.
Örneğin 1953 yılında İsrail ordusu El-Bureij mülteci kampına baskın düzenlemiş ve yüzlerce Filistinliyi şehit etmişti.
Bu gelişmelerin ardından Filistinliler, etnik temizliğe karşı gösteri yapmak için sokaklara döküldü. Bu protestolar 1955'in başlarında doruğa ulaştı ve Mısır'ı anlaşmayı iptal etmeye adeta mecbur bıraktı.
İsrail o dönemlerde de tıpkı şu anda olduğu gibi, Gazze halkını terörize ederek Mısır'a kaçmalarını sağlamak için 15-60 yaş arası tüm erkekleri tutuklamak ve birçoğunu hapsetmek, yargısız infazlar gerçekleştirmek, silahlı veya halk direnişine katılan aktivistleri öldürmek ve çocukları canlı kalkan olarak kullanmak gibi başka acımasız taktikler de kullandı.
ZULÜM HİÇ DURMADI
1967 yılında İsrail Gazze'yi yeniden işgal etti ve savaş sırasında ve hemen sonrasında Gazze'deki 45 binden fazla Filistinliyi Mısır veya Ürdün'e gitmeye zorladı.
Geri dönmeye çalışan herkes ya öldürüldü ya da sınır dışı edildi. İsrail Gazzelileri Ürdün'e gitmeleri için teşvik etti ve 1968'de Ürdün topraklarına girişlerini yasaklayana kadar onlara göç konusunda yardım sağladı.
İsrail'in Gazze'ye uyguladığı baskı ve abluka, 1968'in ilk altı ayında yaklaşık 20 bin Filistinlinin bölgeyi terk etmesine neden oldu.
Daha sonra ise Ariel Şaron'un katliam süreci başladı.
1970'lerin başında İsrail ordusunun Güney Komutanı olan Ariel Şaron'un Gazze'yi tamamen abluka alma stratejisini hayata geçirmeye başladı.
Daha sonra İsrail Başbakanı olan Şaron, özellikle Gazze'deki aşırı kalabalık mülteci kamplarını defalarca hedef aldı ve bu kampları tamamen ortadan kaldırmaya çalıştı.
Tıpkı İsrail'in 2024'te Jabalia'yı sistematik olarak ortadan kaldırması gibi, Şaron da bu dönemde abalia, Şati ve Refah mülteci kamplarındaki evlerin tamamının yıkılması emrini verdi. Bunun sonucunda 20 binden fazla Filistinli yerinden edildi.
Bu strateji, İsrail'in "Beş Parmak Stratejisi" adını verdiği ve Gazze'yi beş ayrı kafese bölen stratejik noktalara yerleşim blokları inşa ederek Gazze'de sürünen kolonizasyonla birleşti.
İsrail bu beş parmak stratejisini son yaşanan Gazze savaşsı sırasında da uyguladı.
1980'lere gelindiğinde, Gazze'nin tüm alanının üçte birinden fazlası İsrail tarafından sözde kamulaştırıldı ve "yerleşimcilere "ortalama bir Filistinliden 400 kat daha fazla toprak verildi.
1993 Oslo Barış Anlaşması imzalandıktan sonra bile İsrail'in Gazze'nin nüfusunu azaltma hedefi durmaksızın devam etti.
O dönemdeki İsrail Ulusal Güvenlik Konseyi Başkanı Giora Eiland 2004 yılında Gazze'yi "büyük bir toplama kampı" olarak nitelendirdi ve Filistinli nüfusu dağıtmak için Sina'dan 600 kilometre karelik bir alanın ilhak edilmesini önerdi.
SONUÇ
Gelinen noktada Gazze'deki koşullar, İsrail'in abluka politikalarının, tekrarlanan askeri saldırılarının ve bölgeyi kronik bir yoksulluk ve az gelişmişlik durumuna iten hareket kısıtlamalarının doğrudan bir sonucudur.
Trump'ın önerdiği sözde çözüm aslında yeni değil, İsrail'in stratejik planının devamı ve bir ABD başkanı tarafından açık bir şekilde dile getirilmesinden başka bir şey değildir.
Filistinlilerin komşu ülkelere "yerleştirilebileceği" fikri, İsrail'in Filistinlileri uzun süredir mülksüzleştirmesinin meşruiyetinin kabul edilmesi anlamına gelecektir.
Aynı zamanda yerinden edilmeyi ve etnik temizliği normalleştirir ki bu sadece Gazze için değil, Batı Şeria için de ciddi sonuçları beraberinde getirecek ve uluslararası hukuk tarafından tanınan İki Devletli Çözüm'ün temellerini yok edecektir.