Trump geçtiğimiz günlerde, kendisine ait olan sosyal medya mecrası Truth Social'da bir mesaj yayınlayarak Panama Kanalı'nı geri almakla tehdit etti.
Trump yayınladığı mesajında, Panama'yı ABD deniz taşımacılığından doğal olmayan ücretler almakla ve 1999'da kanalın devredilmesiyle sonuçlanan stratejik tarafsızlık ön koşullarını bozmakla suçladı.
Kanalın inşası sırasında yaklaşık 40.000 Amerikalının hayatını kaybettiğini hatırlatan Trump, Carter döneminde imzalanan ve kanalı Panama'ya 1 dolar karşılığında devreden anlaşmayla alay etti ve ABD'nin bu haksız muameleyi unutmayacağı uyarısında bulundu.
Trump mesajında; "Panama tarafından talep edilen ücretler gülünç. Ülkemizden yapılan bu 'soygun' derhal durdurulacaktır" ifadelerini kullandı ve kanalın yönetiminin 'Çin ya da bir başkasına değil' yalnızca Panama'ya ait olduğunu belirtti.
Panama Kanalı'nı geri alma çağrısı, liberal kurallara dayalı uluslararası düzen olarak adlandırılan çeyrek asırlık küresel düzeni kökten değiştirebilir.
PANAMA KANALI NEDEN KRİTİK?
Panama Kanalı en kısa ifadeyle, Orta Amerika'nın en güney ülkesi Panama topraklarında yer alan ve Atlantik ile Pasifik'i birbirine bağlayan bir su kanalı olarak tanımlanabilir.
Uzunluğu 79 kilometre olan kanalın yapımına 1800'lü yılların sonunda başlanmış ve Kanal ulaşıma uzun süren çalışmaların ardından ancak 1914 yılında açılmıştı.
Tarihsel kayıtlara göre; kanalın yapımı sırasında, sıtma gibi hastalıklardan toprak kaymalarına ve iş kazalarına kadar çok sayıda nedenden dolayı yaklaşık 40 bin ABD'li hayatını kaybetmişti.
Kanal özellikle son 30 yıldır Çin ile ABD arasındaki ticaret ve enerji koridoru görevi üstlenmesiyle birlikte daha kritik bir alan haline geldi.
Kanalın şu anda, dünya ticaretinin en az yüzde 6'sına aracılık eden kritik bir su yolu haline geldiği belirtilmektedir.
Panama Kanalı, Atlantik'ten Pasifik'e gitmek isteyen bir geminin yolunu yaklaşık olarak 20 gün kısaltıyor. Kanaldan her gün yaklaşık 40, yılda yaklaşık 15 bin geminin geçtiği ve taşınan yük miktarının 200 milyon tonu geçtiği tahmin ediliyor.
PANAMA KANALI'NIN DEVRİ
İngiltere'nin Hong Kong'u 1997'de Çin'e devretmesinin hemen ardından Panama Kanalı'nın kontrolü de aynı derecede sembolik bir şekilde Panama'ya devredildi ve 31 Aralık 1999'da kanal üzerindeki bir buçuk asırlık Amerikan sömürge hakimiyeti sona erdi.
Kanalın devri 1977'deki Torrijos-Carter Antlaşmaları'nda kararlaştırılmış olsa da, bölgedeki Amerikan sömürge varlığını etkili ve resmi bir şekilde sona erdiren ve savaşların artık toprak için değil haklar için yapıldığı bir dönemi başlatan süreç 1999'du.
Amerikan liberal entelektüel kibrinin zirvesindeki bu teorik paradigma değişimi, çok sayıda tahiçiye göre; büyük güçlerin dünya meselelerindeki "sömürgeci hakim" döneminin tamamen sonunu işaret ediyordu.
Diğer yandan Donald Trump'ın kanalı geri alma düşüncesi yeni değil. Trump, 2017'de de anlaşmadan duyduğu memnuniyetsizliği dile getirmişti.
Trump'ın bu fikrinin altında yatan asıl gerçeğin ise, Panama'nın Çin'in kontrolüne geçmesinden duyulan endişe.
ABD'de politika yapıcı düşünce kuruluşlarında; Panama'nın artık etkin bir şekilde tarafsız olmadığı ve Çin',n Panama hükümeti üzerinde çok daha fazla güç ve etkiye sahip olduğu belirtiliyor.
'Panama Devlet Başkanı Jose Raul Mulino'
Nitekim 2023 sonlarında, Joe Biden da Panama Büyükelçisi Mari Carmen Aponte'ye, Panama'nın yakında ABD ve Çin arasında bir seçim yapmak zorunda kalabileceği uyarısında bulunmuştu.
ABD Güney Komutanlığı'nın yayınladığı 2023 tarihli bir raporda da, "Panama Kanalı boyunca beş adet Çin devletine ait işletme var. Bu işletmeler sadece sivil kullanım için değil, çift kullanımlı olarak askeri hamleler için de kullanabilir." uyarısında bulunuldu.
SONUÇ
Trump'ın başkanlık kampanyası boyunca dile getirdiği "Önce Amerika" yaklaşımı sadece NATO'da değil kendi sınırları çevresinde de etki uyandıracak gibi görünüyor.
Zira; Trump Panama Kanalı çıkışından hemen önce de Kanada'yı ABD'nin 51. eyaleti olarak tanımlamış ve Danimarka'nın özerk bir bölgesi olan Grönland'a dair de benzer açıklamalar yapmıştı.
Trump'ın bu açıklamalarının ise; gerek uluslararası anlaşmalar gereği bir savaş olmadan mümkün olmayacağı gerekse de ABD'nin küresel olarak müttefik ilişkilerini riske atacağını göz önünde bulundurarak gerçekleşemeyeceğini belirtmek gerekir.