İsrail–İran savaşında ateşkesin geleceği... Türkiye'nin rolü ne olacak?

İsrail-İran çatışması küresel güçleri sahaya çekerken, Türkiye'nin çok yönlü diplomatik stratejisi bölgesel istikrarın anahtarı haline geliyor. Peki Ateşkes başarılı olacak mı? NATO zirvesi süreci nasıl etkileyecek? Türkiye'nin rolü ne olacak? İşte tüm detaylar...

HABER MERKEZİ

İran-İsrail savaşı şüphesiz olarak son döneme, küresel dengeleri de ciddi şekilde sarsması açısından damga vurdu.

İsrail ile İran arasında yaşanan doğrudan çatışmalar, yıllardır "gölge savaşlarla" sürdürülen gerilimin artık görünür, açık bir cepheye dönüşmesine neden oldu.

Özellikle 13 Haziran itibari ile İsrail'in İran'ın nükleer altyapısına yönelik düzenlediği kapsamlı hava saldırıları, Tahran yönetimini de misillemeye itti ve sonrasında yaşanan füze ve İHA saldırıları, her iki ülkenin de askeri kapasitesini sergilediği, ancak sivil kayıplar açısından da ağır bir tabloyu beraberinde getirdiği bir sürece kapı araladı.

Sahadaki bu gelişmelerin ötesinde ise yaşananların en kritik boyutu, çatışmanın doğrudan ABD-İran savaşına dönüşüp dönüşmeyeceği sorusuydu.

Ve beklenen oldun ve 22 Haziran'da ABD'nin devreye girerek İran'ın belirli nükleer hedeflerine sınırlı bir hava saldırısı düzenlemesi, krizi daha da derinleştirdi.

Ancak hemen ardından, başta Katar olmak üzere bazı bölgesel aktörlerin arabuluculuğuyla, Washington'un bastırması sonucu taraflar arasında bir ateşkes zemini oluştu.

Her ne kadar resmi olarak taraflarca ateşkes ilan edilmiş olsa da, sahada zaman zaman ateşkes ihlallerinin yaşandığı, özellikle Suriye ve Lübnan'daki bazı vekil aktörler üzerinden çatışmanın hala sürdüğü gözleniyor ve gözlenecek.

Tarafların karşılıklı güvensizliği devam ediyor ve bu durum ateşkesin sürdürülebilirliği konusunda ciddi soru işaretleri yaratıyor.

Özellille İsrail'n, son iki yıl içerisinde Lübnan ile iki, Hamas ile 3 defa imzalanan ateşkes anlaşmasını ihlal ettiği düşünüldüğünde, bu ateşkesin yine çok uzun sürmeyeceği net olarak görünüyor.

Dengelerin nasıl değiştiğini, ABD Başkanı Trump'ın 1948'den bu yana olduğu kabul edilen İsrail tarihi boyunca, İsrail ile birlikte savaşa giren ilk ABD başkanı olarak tarihe geçmesi de eklenebilir.

NATO Zirvesi

İşte bu atmosferde gerçekleşen NATO'nun Lahey Zirvesi, Orta Doğu'daki bu yeni denge arayışına Batı'nın nasıl bir bakış sunduğunu anlamamız açısından son derece dikkat çekici.

Zirve elbette Ukrayna–Rusya savaşının gölgesinde geçecek.

Ancak İsrail–İran gerilimi de, önemli ve belirleyici başlıklardan birisi olacak.

Özellikle ABD Başkanı Trump'ın, NATO ülkelerinden savunma harcamalarını artırmalarını istemesi ve transatlantik güvenlik mimarisinin sadece Avrupa'nın değil, Orta Doğu'nun da istikrarına bağlı olduğunu vurgulaması, bu çatışmanın jeopolitik yankılarının yalnızca bölgesel düzeyde kalmadığını ortaya koyuyor.

Türkiye açısından bakıldığında ise tablo çok boyutlu.

Öncelikle, İsrail–İran hattında yaşanabilecek her türlü sıcak gelişme, Ankara'yı doğrudan etkileyebilecek stratejik riskler barındırıyor.

Zira; Türkiye'nin bu çatışmanın tarafı olmadan, diplomatik rolünü etkinleştirmesi, hatta belki ilerleyen günlerde arabuluculuk mekanizmasının parçası haline gelmesi muhtemel.

Ancak bu pozisyonun sürdürülebilirliği, sahada yaşanacak gelişmelere ve tarafların Ankara'ya güven düzeyine bağlı olacak ki Türkiye, Rusya-Ukrayna başta olmak üzere Karabağ, Libya ve Soamli gibi çok sayıda başlıkta bunu gerçekleştirdi.

Öte yandan İran'ın enerji yolları üzerindeki potansiyel baskısı ve Hürmüz Boğazı'nda yaşanabilecek bir kriz, sadece petrol fiyatlarını değil, dünyadaki tedarik zincirlerini de doğrudan etkileyecek sonuçlar doğurabilir.

Zaten ateşkesin geleceğini de bu durum belirleyecek.

Lahey'deki NATO zirvesinde öne çıkan bir diğer kritik husus, savunma sanayii kapasitesinin artırılması olarak öne çıkıyor.

Türkiye'nin bu noktada son yıllarda attığı adımlar ise öne çıkan en büyük gerçek. Zira Türkiye, sadece savunma kabiliyetini artırmakla kalmadı, aynı zamanda da kendisini bölgesinde caydırıcı bir güç haline getirdi.

Bu gelişmeler ışığında Ankara'nın hem NATO içerisindeki ağırlığını artırma hem de kendi savunma teknolojisini daha ileriye taşıma imkânı bulunuyor. Yalnız bu süreçte, dış politikadaki denge arayışının iç politikaya da istikrar yansıtacak bir şekilde yönetilmesi gerekiyor.

Sonuç

Şüphesiz olarak İsrail–İran ateşkesi şu an için kırılgan bir düzlemde ilerliyor ve ilerleyecek.

Taraflar, görünürde saldırıları durdurmuş gibi görünseler de karşılıklı güvensizlik ve stratejik sabırsızlık, bu sürecin kalıcılığı konusunda ciddi belirsizlikler yaratıyor.

Eğer ateşkes bozulur ve çatışma yeniden tırmanırsa, bunun yalnızca Orta Doğu'yu değil, Akdeniz'den Kafkaslar'a uzanan geniş bir coğrafyayı etkileyeceği açık.

Sonuç olarak; İsrail–İran hattındaki bu gerilim, sadece iki ülke arasındaki bir mesele olmanın ötesinde, büyük güçlerin nüfuz mücadelesi, enerji güvenliği, savunma sanayii dengesi ve diplomatik manevra alanları açısından çok katmanlı bir kriz olarak öne çıkıyor.

Türkiye'nin bu süreçte yıllardır yürüttüğü gibi akılcı, serinkanlı ve çok yönlü bir strateji yürütmesi hem iç hem dış güvenliğin sağlanması açısından kritik önem taşıyor.

Önümüzdeki günler, hem ateşkesin kaderi hem de Lahey'deki NATO zirevesi sonrası Türkiye'nin bu denklemde nasıl bir rol üstleneceği açısından belirleyici olacak.