HABER MERKEZİ
İsrail yetkililer bunun amacının; "Gazze'nin iki milyon vatandaşı için hayatı zorlaştırmak ve Hamas'ı İsrail'in taleplerini kabul etmeye zorlamak." olduğunu açıkladı.
Ancak İsrail aslında "açlığı silah olarak kullanma" stratejisini on yıllardır devam ettiriyor. Yani aslında bu savaşa özel bir durum değil.
On binlerce sivilin daha doğrudan yöntemlerle öldürüldüğü bir savaşın ortasında, İsrail'in Gazze'ye yönelik seri ablukaları ilk bakışta ikincil bir mesele gibi görünebilir. Ancak bu strateji uluslararası hukuk için önemli bir sınav haline geldi.
Nitekim Birleşmiş Milletler Filistinli Mültecilere Yardım Ajansı da, geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada; İsrail'in Gazze'ye uyguladığı tam ablukanın bölgede "eşi benzeri görülmemiş bir insani felakete" dönüştüğünü duyurdu.
Uluslararası Ceza Mahkemesi'ni kuran 1998 tarihli anlaşma olan Roma Statüsü, savaş suçları sınıflandırmasında, "insani malzemeleri kasten engellemeyi" de içerebilen bir taktik olan "sivilleri aç bırakmayı" büyük bir savaş suçu olarak tanımlıyor.
Ve İsrail'in aşırı sağcı olarak adlandırılan Netanyahu hükümetinin üyeleri, açık ve pervasız bir şekilde Gazze'deki Filistinlilerin aç bırakılarak öldürülmesi gerektiğini dile getiriyor.
BM destekli Dünya Gıda Programı raporu da Nisan ayı sonlarında yayınladığı raporda, Gazze'nin 2,2 milyonluk nüfusunun yaklaşık beşte dördünün "aşırı açlık" ile karşı karşıya olduğunu ortaya koyuyor.
Diğer yandan, Gazze'nin içme suyunun büyük bir kısmını sağlayan tuzdan arındırma tesislerini çalıştırmak için yakıt ve elektrik gerektiğinden, nüfusun tahminen yüzde 91'i ise yine bu raporlara göre susuzluk yaşıyor. Bu da gıda kıtlığını daha da ağırlaştırıyor ve salgın hastalıkları tetikliyor.
BATI'NIN TARİH BOYUNCA KULLANDIĞI SİLAH: AÇLIK
Batı tarihi boyunca açlığı silah olarak kullanmayı onlarca defa uygulamış olsa da bunun yakın tarihteki en bariz örneği 1. Dünya Savaşı sırasında yaşandıç
O tarihlerde hem Almanya hem de İngiltere, abluka altına aldıkları bölgelerdeki sivil nüfusu modern orduların belkemiği olarak görüyorlardı ve topyekün bir savaşta, düşman sivillerin gıdaya ulaşmalarını "tehlike" olarak nitelendiriyorlardı.
Örnek olarak 1914'ten itibaren İngiltere, yüz binlerce kişinin ölümüyle sonuçlanan bir deniz ablukası uyguladı. "Hungerblockade" (Açlık Ablukası) olarak literatüre giren bu taktik o kadar korkutucu derecede etkiliydi ki, hem galip ülkeler hem de mağlup ülkeler bunu, 1918'de Almanya ve Avusturya-Macaristan'ın toplumsal çöküşüne neden olan bir savaş kazanma silahı olarak tanımladı.
Bu gelişmenin ardından İkinci Dünya Savaşı'nda "Hungerblockade" stratejisi daha da önemli hale geldi.
Örneğin Amerika Birleşik Devletleri, Japonya'ya karşı yürüttüğü topyekün savaşın bir parçası olarak, gıda ve hammaddeleri kesen bir denizaltı ve hava ablukası olan Operation Starvation'ı (Açlık Operasyonu) başlattı.
Bugün ise aynı devletler, bu suçu işleyen İsrail'in Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde yargılanmasını engelleyerek, bu suça yeniden ortak oluyor ve tarihlerine adeta atıfta bulunuyor.
CEZASIZLIK
Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin İsrail liderleri hakkındaki tutuklama kararları, uzun süredir devam eden bu cezasızlığa meydan okumayı amaçlıyor.
Ancak bu dava aynı zamanda "açlığı silah olarak kullanma" suçunun aslında bir soykırım sürecinin parçası olduğunu da ispatlamaya çalışıyor.
Zira; bir çatışma durumunda kitlesel kıtlık yaşanması halinde, siyasi veya askeri liderler ortaya çıkan ölümleri sadece modern savaşın talihsiz bir sonucu olarak göstermey çalışabilirler. Ancak İsrail'in Gazze'ye karşı yürüttüğü işgal savaşında, durumun böyle olmadığı ve İsrail'in 2,2 milyon Filistinliyi kasten aç bıraktığı, kendi ifadeleri ile açıkca görülüyor.
Örnek olarak Netanyahu Hükümeti'nin bakanlarından Gallant, İsrail Gazze'de "tam bir kuşatma" ilan ettikten sonra bölgeye, tüm elektrik, gıda ve yakıtın kesilmesini emrettiğini basın önünde açıkca ifade etti ve Gazzelileri "hayvanlar" olarak nitelendirdi.
Başka bir örnek vermek gerekirse daha geçtiğimiz ay yine Netanyahu Hükümeti'nin bakanlarından Yisrael Katz, Gazzelilerin üzerine "cehennemin kapılarını açacağız ve bölgeye hiçbir yardımın girmesine asla izin vermeyeceğiz" ifadelerini yine basına açık bir toplantı sırasında dile getirdi.
İsrail'in işgal kabinesindeki Ben-Gvir ve Smotrich gibi isimler de benzer açıklamaları kamuoyu önünde yapmaktan çekinmedi.
İşte sadece bu açıklamalar bile, İsrail'in Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde "açlığı bir silah olarak kullanmak" ve "soykırım" suçları ile yargılanması için yeterli görülüyor.
SONUÇ
Uluslarararası Ceza Mahkemesi şu anda, karşı karşıya olduğu muazzam siyasi baskı göz önüne alındığında, İsrail'e karşı açılan davada ilerleme kaydedemeyebilir.
Özellikle de tarihlerinde, yukarıda verdiğimiz örneklerde de görüldüğü üzere "açlığı silah olarak kullanmayı" adeta meşru olarak gören ABD, İngiltere ve Fransa gibi ülkelerin İsrail'e olan desteği gözününe alındığında, mahkemenin adaleti tecelli ettirmesi daha da zorlaşıyor.
Ancak değişen küresel dengeler ışığında, başta Türkiye olmak üzere Güney Afrika gibi ülkelerin uluslararası arenaya ve yapılara bu zulmü, savaş suçunu ve soykırım sürecini anlatmaya devam etmesi giderek daha fazla önem kazanıyor.