Dosya Haber
İsrail yerle bir ettiği Gazze'ye insani yardımın engellendiğini inkar etse de, Dünya Gıda Programı Ekim ayı boyunca Gazze'nin kuzeyine gıda yardımı girmediğini açıkladı.
Bu nedenle, hayatını kaydeden 40 binden fazla kadın ve çocuğun, yerlerinden edilmiş 1 milyondan fazla Filistinlinin ve yanı sıra, evlerinde kalmaya çalışan binlerce kişi de, açlık ve hastalık salgınları riski altında.
Dahası, aralarında hasta, yaşlı ve yaralıların da bulunduğu pek çok Filistinlinin gidecek hiçbir güvenli yer yok.
İsrailli insan hakları grupları da dahil olmak üzere neredeyse konu hakkında açıklama yapan her insan hakları örgütleri, halka kuzey Gazze'yi terk etmekten başka seçenek bırakmamak için yardımları kasıtlı olarak engellediğini belirtiyor.
ULUSLARARASI NORM VE KURALLARIN ALTINI OYMAK
İsrail'in Gazze'ye ve şimdi de Lübnan'a karşı yürüttüğü savaş, İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan "liberal uluslararası kurallara dayalı düzenin" temellerine ve uluslararası hukuk, çok taraflı diplomasi, demokrasi ve insancıllık ilkelere meydan okuyor.
İkinci Dünya Savaşı sonrası kurulan Liberal dünya düzeninin normları, çeşitli kurumlarda ifade ediliyor.
BM, yasal olarak bağlayıcı kararları ile Lahey'deki Uluslararası Adalet Divanı, savaş kurallarını düzenleyen Cenevre Sözleşmeleri İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi ve Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin Roma Statüsü gibi birçok uluslararası kurum ve sözleşme, bu süreçte etkisiz hale geldi.
Örnek olarak, Uluslararası Adalet Divanı geçtiğimiz aylarda, İsrail'in Batı Şeria, Gazze Şeridi ve Doğu Kudüs'ü işgalinin yasadışı olduğuna hükmetti ve geri çekilmesini kararına hükmetti.
Buna karşılık Netanyahu mahkemenin kararını tanımadıklarını açıkladı.
Bir diğer davada Güney Afrika, İsrail'in geçtiğimiz yıl Filistin halkına karşı soykırım yaptığını belirterek Uluslararası Adalet Divanı'na suç duyurusunda bulundu.
Dünyanın en üst mahkemesi, "soykırım bulgusunun makul" olduğuna ön karar verdi ve İsrail'in bunu önlemek için önlemler alması gerektiğini açıkladı.
Ancak bu noktada da İsrail, kararı tanımadığını açıkladı.
Bir diğer karar, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nden çıktı. Haziran ayında BMGK, ABD'nin yine onaylamadığı ancak çekimser kaldığı bir "ateşkes" kararını çıkarmayı başardı.
Bu karar da İsrail tarafından uygulanmadı. Hatta İsrail BM'nin kararlarının geçersiz olduğunu deklare ettiği bir karşı açıklama yayınladı.
Yani, BM Güvenlik Konseyi de, İsrail'e karşı kendi kararlarını ve Uluslararası Adalet Divanı'nın kararlarını uygulamak için herhangi bir somut önlem almakta başarısız oldu.
Bu durum, büyük güçlere sahip olmayan diğer ülkelerle karşılaştırıldığında, sözde demokratik devletlerin insancıl hukuk ihlalleri konusunda hesap verebilirliklerine ilişkin yaygın ikiyüzlülük algısını gözler önüne serdi.
DÜNYA DÜZENİ İÇİN MEŞRUİYET KRİZİ
1990'ların başında BM Güvenlik Konseyi Irak'ın Kuveyt'i işgaline karşı birçok kararı oybirliğiyle kabul etmişti. Daha sonra ise ABD ve müttefikleri bu kararları, Irak'ı işgal etmelerinin yasal gerekçesi olarak kullandılar. Ancak nihayetinde hiçbir kitle imha silahı bulunamadı.
Dönemin BM Genel Sekreteri Kofi Annan daha sonra, Irak'ın işgalinin yasadışı ve BM Şartına aykırı olduğunu açıklamak zorunda kaldı.
Son olarak Uluslararası Adalet Divanı savcıları, Netanyahu ve Savunma Bakanı Yoav Gallant hakkında "insanlığa karşı suç işledikleri" tutuklama emri çıkarılmasını talep etti.
Netanyahu ve Gallant için çıkarılan yakalama emirleri bazı Batılı siyasetçiler tarafından öfkeyle karşılandı. Ancak Batı, Uluslararası Adalet Divanı'nın Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin hakkındaki tutuklama kararını övgü ile karşılamış ve uygulayacaklarını açıklamışlardı.
Dahası, ABD Kongresi Netanyahu hakkındaki tutuklama emri nedeniyle mahkemeye yaptırım uygulama girişiminde bulunarak uluslararası hukukun ulus-devletler tarafından genellikle seçici bir şekilde uygulandığının altını bir kez daha çizdi.
SONUÇ
Batılı devletler, on yıllar boyunca kendilerini, uluslararası barış ve güvenliğin garantisini sağlayan liberal dünya düzeninin koruyucuları ve uygulayıcıları olarak sunmaya devam etti.
Ancak sorun şu ki, İsrail'in eylemleri, savunduklarını iddia ettikleri liberal dünya düzeniyle doğrudan çelişti ve dolayısıyla, düzenin meşruiyetini sorgulatır hale getirdi ve büyük ölçüde ortadan kaldırdı.
Sözde demokratik ve liberal dünya düzeninin ilkelerinin altını oymaya devam eden Batı'nın, kendinden menkul "ahlaki üstünlüğü" ise tartışmasız bir şekilde paramparça oldu.