HABER MERKEZİ
İsrail, uzun süredir uyguladığı bölgesel istikrarsızlaştırma politikasını, soykırım stratejisi, hedefli suikastlar ve altyapılara yönelik saldırılarla kurumsallaştırmış durumda.
İranlı nükleer bilim insanlarına yönelik suikastlar ve Gazze'nin ardından İran'da da hastaneler, televizyon istasyonları dahil çeşitli noktaların bombalanması, Tel Aviv yönetiminin bölgede tırmandırdığı gerilim stratejisinin sadece dışa dönük yüzünü oluşturuyor.
Bu metodik ve acımasız yaklaşım, Gazze'de ise insanlık dışı bir biçimde daha da derinleşiyor.
Gazze'de devam eden saldırılar, artık rastlantısal değil. Tam anlamı ile matematiksel, sistematik ve soğukkanlılıkla kurgulanmış bir yok etme planına dönüşmüş durumda.
İsrail ordusunun sivillere yönelik saldırıları, artık sadece savaş suçlarını değil, aynı zamanda kolektif hafızayı ve direnişi hedef alan bir soykırım stratejisinin parçası olarak şekilleniyor.
Her ölüm, her yıkım, toplumsal yas tutmayı, anma kültürünü ve direnişi imkansızlaştırmaya yönelik bilinçli bir hamle olarak sahneye konuluyor.
Son dönemde özellikle dikkat çeken yeni bir boyut ise, Türkiye'de ilk olarak Akşam Gazetesi'nin analiz olarak gündeme getirdiği "insani yardım" girişimlerinin fiilen "ölüm tuzaklarına" dönüşmesi.
ABD destekli ve İsrail tarafından organize edilen yardım dağıtım noktaları, açlığa mahkum edilen Filistinliler için artık tamamen birer ölüm bölgesine dönüşmüş durumda.
Gazze'nin çeşitli noktalarına yerleştirilen yardım istasyonlarında, açlığı bastırmak için yiyecek arayan sivillerin, İsrail keskin nişancılarının, tanklarının ve insansız hava araçlarının hedefi haline getirildiği sayısız vaka kayıtlara geçmiş durumda.
Örneğin, 17 Haziran 2025'te Han Yunus'ta yaşanan katliam, bu çerçevenin korkunç bir örneği olarak tarihe kara bir leke olarak geçti.
İsrail savaş uçaklarının gerçekleştirdiği saldırıda, yardım almak için toplanan en az 80 sivil hayatını kaybetti ve yaklaşık 300 kişi ise yaralandı.
Bu olayın benzerleri devam ederken, 1 Temmuz günü yine yardım almak isteyen ve bir okula sığınan Filistinlilere yönelik benzer bir saldırıda 61 Filistinli katledildi.
BM kayıtlarına göre son 1 ay içerisinde "yardım merkezleri" olarak adlandırılan bu noktalarda 800'den fazla Filistinli hayatını kaybetti.
Bu olaylar, İsrail'in "yardım dağıtımı" maskesi altında yürüttüğü mühendislik ürünü kaosun sadece tek bir örneği.
İsrail, bu kontrollü yıkımı yalnızca fiziksel alanlarla sınırlı tutmuyor.
Örnek olarak; 9 Haziran'da önde gelen Filistinli doktor Ezzideen Shehab'ın Dünya Sağlık Örgütü'nden aktardığı bilgiye göre, İsrail ordusu 12 yaşın üzerindeki tüm Filistinli erkekler için tıbbi destek ve tahliye koordinasyonunu tamamen askıya aldı.
Zaten ambargolar, bürokratik ve sistematik engellemeler nedeniyle tedaviye erişimi sınırlı olan Gazze halkı için bu karar, doğrudan bir ölüm fermanı anlamına geliyor.
Tüm bu gelişmeler, yalnızca insani yardımın engellenmesini değil, aynı zamanda yardım arayışının bir cezalandırma biçimine dönüşmesini de gösteriyor.
Açlık, sürgün ve ölüm, İsrail'in yeni nesil savaş doktrininin ayrılmaz parçaları haline gelmiş durumda ve İsrail bu strateji ile, artık uluslararası hukuka açıkça meydan okuyor.
Gazze bugün yalnızca bir kuşatma altında değil, tam anlamıyla yaşayan bir halk mezarlığına, bir laboratuvar ortamına dönüştürüldü ve "yardım almak" artık bir risk, hayatta kalmak ise mucize.
Söz konusu olan planlanmış organize bir düzen ve bu düzenin merkezinde ise Filistin halkının hafızasını, direncini ve varlığını yok etmeye odaklanmış bir işgal aklı bulunuyor.
Tüm bunlar olurken, dünya sessiz. Uluslararası toplumun büyük bölümü, yaşananları görmezden gelerek ya da eşit mesafe söylemleriyle geçiştirerek İsrail'in uyguladığı sistematik şiddetin dolaylı ortağı haline geliyor.
Bu durum, bir insanlık sınavı ve bu sınavda başarısız olan yalnızca uluslararası kurumlar değil aynı zamanda vicdanını kaybetmiş Batı merkezli küresel düzen!