Hakimiyet savaşında yeni dönem... Yalta süreci mi başlayacak?

''Putin'in Ukrayna işgali, küresel güvenlik dengesini alt üst etti. Büyük güçler arasındaki stratejik çekişmeler, yeni bir düzenin habercisi. Küçük ve orta güçler, varlıklarını korumak için yeni stratejiler geliştirmek zorunda kalacak. Küresel güvenlikte ise köklü değişiklikler kapıda. İşte tüm detaylar...

AKSAM.COM.TR

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in 2022'deki Ukrayna işgali dünya için asla sadece bölgesel bir gelişme ya da bölgesel bir çatışma değildi.

Rusya'nın 2014'te Kırım'ı yasadışı ilhakı, Rusya'nın sözde kurallara dayalı uluslararası düzene yönelik daha geniş çaplı bir testinin kanıtıydı ve Batı'nın bu düzeni savunmak için ne kadar ileri gideceğini test ediyordu.

Ardından gelen savaş, Avrupa'yı ABD'ye olan bağımlılığını gözden geçirmeye zorladı ve ABD liderlerinin dış taahhütler konusundaki iştahlarını yeniden değerlendirmelerini gerektirdi.

Çin'in Rusya'nın destekçisi olarak yeni bir rol üstlenmesine yol açtı ve binlerce kilometre ötedeki ülkelerin gelecekleriyle ilgili temel sorularla boğuşmasına neden oldu.

Bugüne nasıl gelindi?

Soğuk Savaş'ı takip eden yirmi yıl boyunca bu soruların çoğu daha az merkezi olarak tartışılıyordu.

Sovyetler Birliği'nin çöküşü Batı'nın yeni bir dünya savaşı korkusunu büyük ölçüde azalmıştı ve bu korku Batılı liderlerin Sovyetlerin Orta ve Doğu Avrupa'daki nüfuz alanlarını tolere etmelerine yol açmıştı.

Birçok siyasi lider ve analist, çok taraflılığın ve kolektif güvenliğe yönelik yeni çabaların sıfır toplamlı jeopolitik rekabetin önemini sonsuza dek azaltacağını umuyordu.

Ancak özellikle 2008-2009 yılında gerçekleşen küresel mali kriz ile başlayan sürecin Batı ekonomilerine zarar vermesi, Putin'in Rusya'daki gücünü pekiştirmesi ve Çin'in küresel etkisinin hızla artmasının ardından jeopolitik hızla daha eski, sert güce dayalı bir dinamiğe geri dönmeye başladı.

Büyük devletler askeri güç, ekonomik baskı ve diplomasi alanlarındaki avantajlarını yeniden kullanarak etki alanlarını, yani bir devletin resmi egemenliğini kullanmadan ekonomik, askeri ve siyasi kontrol uyguladığı coğrafi alanları güvence altına almaya başladılar.

Henüz ufukta yeni bir dünya savaşı görünmese de, günümüzün jeopolitik manzarası özellikle ABD Başkanı Franklin Roosevelt, İngiltere Başbakanı Winston Churchill ve Sovyet lideri Joseph Stalin'in Avrupa'yı nüfuz alanlarına bölmeye çalıştıkları İkinci Dünya Savaşı'nın sonlarına benziyor.

Gelinen noktada ise; günümüzün büyük güçleri, tıpkı o dönemdeki müttefik liderlerin 1945'te Yalta müzakerelerinde dünya haritasını yeniden çizerken yaptıkları gibi, yeni bir küresel düzeni öncelikle birbirleriyle müzakere etmeye çalışıyorlar.

Günümüz dünyasında bu tür müzakerelerin resmi bir konferans ile gerçekleşmesi gerekmiyor. Putin, ABD Başkanı Donald Trump ve Çin Devlet Başkanı Xi Jinping, gücün ideolojik farklılıklardan daha önemli olduğu konusunda gayrı resmi bir uzlaşmaya varırlarsa, yakın komşularının egemenliğini ve geleceğini belirleyerek Yalta'yı aslında yeniden hayata geçirmiş olabilir.

"Yeniden büyük" yaklaşımı

Geçtiğimiz yirmi yıl boyunca yaşanan bu gelişmelerin, "ülkemizi yeniden büyük yapalım" yaklaşımı ile hareket eden liderleri işbaşına getirmesi tesadüf değil.

Bu tür liderler, ülkelerine hem yabancı hem de yerli düşmanlar tarafından dayatılan kısıtlamalara meydan okuyor ve yeniden şekillenen dünya düzeninde ülkelerinin çıkarlarını "en önde" tutan bir politika ortaya koymaya çalışıyorlar.

Bu durum da şüphesiz olarak, gerekirse sert güç kullma restlerini ve adımlarını beraberinde getiriyor.

Bu nedenle ABD Başkanı Biden Kanada ve Grölland'ı isterken, Rusya tıpkı Kırım'da olduğu gibi Ukrayna'dan toprak istiyor. Çin'in adımlarına bakıldığında ise Tayvan'ı "alacağı" günü bekliyor ve tek Tayvan'ın yeterli olmayacağı hem bölgesinde hem de Afrika'ya kadar uzanan geniş jeopolitikte daha etkin bir rol üstlenmeye çalıştığı görülüyor.

Sonuç:

Artık dünyanın neredeyse tamamında "Güçlü olan haklıdır" şeklindeki eski ilkeye geri dönülmüştür.

Etki alanlarının oluşturulması, Trump'ın Kanada, Grönland ve Meksika'da, Rusya'nın Kırım ve Gürcistan'da ve Çin'in Tayvan'da yapmaya çalıştığı gibi, baskın bir gücün coğrafi olarak yakın devletlerin egemenliğini kısıtlamasını içeriyor.

İşte böyle bir gerçeklikte, resmi olmayan bir Yalta anlaşması üzerinden Trump ve Putin ve Xi'nin işbirlikçi bir ilişkiye dönmesi, başta Avrupa devletleri olmak üzere çok sayıda aktörü kendi başlarının çaresine bakmak zorunda bırakabilir.

Almanya ve Fransa gibi ülkeler bağımsız güvenlik stratejileri geliştirmek zorunda kalıyor ve başta Polonya ve Baltık ülkeleri olmak üzere Doğu Avrupa devletleri, Avrupalı dostlarının sağlayamayacağı ya da sağlamak istemeyeceği daha büyük savunma taahhütleri için büyük kaygılar yaşıyor.

Bu sonuç aynı zamanda ABD'nin Avrupa'daki müttefiklerinin stratejik önemini zayıflatıyor ve onları alternatif savunma seçenekleri aramaya ve hatta, nükleerleşme seçeneklerini düşünmeye zorluyor.

Nitekim geçtiğimiz hafta Macron'un Fransa'nın nükleer gücünü Avrupa'ya yaymak istemesi ve Türkiye'nin Avrupa'nın güvenliğine entegre edilmesi ile ilgili Londra Zirvesi gibi gelişmeler, ortaya çıkan bu gerçekliği net bir şekilde ortaya koyuyor.

Küresel dönüşüm yeni bir küresel güvenlik gerçekliğini ortaya çıkarırken, büyük güçler arasındaki olası bir Yelta yaklaşımı, orta ve küçük güçleri yeni stratejiler ortaya koyamazlarsa varoluşsal tehditlerle karşı karşıya kalacaklarını net bir şekilde gösteriyor.