Güney Kafkasya'da Rusya'nın irtifa kaybı ve Türkiye'nin yükselen rolü

Güney Kafkasya, tarihsel olarak “büyük güçlerin” sürekli olarak nüfuz mücadelesine sahne, jeopolitik ve etnik fay hatlarının kesiştiği son derece kırılgan bir bölge olageldi.

HABER MERKEZİ

Rusya, 19. yüzyıl ortalarından itibaren bölgeye yerleşti ve Çarlık Rusya'sından Sovyetler'e, oradan da günümüz Moskova'sına kadar uzanan çizgide, Güney Kafkasya'yı bir "arka bahçe" olarak görerek, uluslararası literatürde klasik bir yaklaşım olan "böl ve yönet" politikasıyla onyıllar boyunca kontrol etmeyi sürdürdü.

Ancak Karabağ çatışmasının sonuçları itibari ve Türkiye'nin 35 yıllık MINSK grubunun rolünü devre dışı bırakması ve Ukrayna savaşıyla, bu statüko ciddi biçimde sarsıldı.

Zira; özellikle Karabağ meselesi, Rusya'nın bölgedeki tahakkümünü pekiştirdiği başlıca kriz alanlarından biriydi.

Yaklaşık otuz beş yıl boyunca bu sorun hem Ermenistan hem Azerbaycan üzerinde baskı kurmanın, onları Moskova'nın siyasi çizgisinde tutmanın aracı olarak kullanıldı.

Ancak 2020 ve 2023'te Azerbaycan'ın Karabağ'ı askeri operasyonlarla işgal altındaki topraklarını geri alması ve "Rus barış gücünün" bu süreçte etkisiz kalması, bölgedeki güç dengelerini kökten değiştirdi.

Türkiye bu sürecin başından itibaren Azerbaycan'ın yanında durarak sadece askeri değil, aynı zamanda diplomatik ve ekonomik destekle sürecin barışa evrilmesine katkı sundu.

Ankara, bir yandan Bakü'nün meşru haklarını savunurken, öte yandan da bölgesel barış için çok taraflı iş birliği hamlelerine imza attı ve çağrılarını da sürdürdü. Nitekim bu strateji, bugün Ermenistan ile normalleşme süreciyle daha görünür hale geldi.

RUSYA'NIN İRTİFA KAYBI VE YENİ GERÇEKLİK

Bugün gelinen noktada Rusya'nın Güney Kafkasya'daki nüfuzu, sadece zayıflamakla kalmadı, aynı zamanda ciddi bir meşruiyet kriziyle karşı karşıya kaldı.

Moskova, hem Ermenistan'ı hem Azerbaycan'ı eşzamanlı olarak kontrol etme kapasitesini yitirdi ve özellikle Aralık 2024'te bir Azerbaycan sivil uçağının Rus hava savunma sistemlerince vurulması ve 38 kişinin hayatını kaybetmesi, iki ülke arasındaki gerilimi zirveye taşıdı.

Olay sonrası Azerbaycan kamuoyu ve devleti, Rusya'dan özür ve tazminat talep etti. Ancak Moskova'nın sorumluluğu kabul etmesine rağmen sonraki süreçteki sessizliği Azerbaycan'da ciddi bir tepki yarattı.

Bu süreci, Rus medya organlarının kapatılması ve Rus vatandaşlarının çeşitli suçlamalarla tutuklanması izledi.

Benzer şekilde, Ermenistan da Moskova'dan uzaklaşmaya başladı.

Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan, Rusya'nın yönettiği Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü (KGAÖ) toplantılarına katılmayı reddederken, Avrupa Birliği ve ABD ile savunma ve ekonomik iş birliklerini derinleştirme arayışına girdi.

Bu yönelim, sadece bir dış politika manevrası değil, aynı zamanda iç politikada, Rusya destekli grupların oluşturduğu baskıya karşı bir güvenlik stratejisi olarak da okunabilir.

BARIŞ İÇİN TARİHİ FIRSAT

Bu ortamda, Ermenistan ve Azerbaycan arasında sınır belirleme görüşmelerinin başlamış olması ve bugün itibari ile Dubai'de Paşinyan ile Aliyev'in barış anlaşmasını masaya yatırmaları, Güney Kafkasya'nın geleceği açısından son derece umut verici bir gelişme olarak kayıtlara geçti.

Türkiye bu süreci başından beri sadece desteklemekte kalmadı, süreci organize eden ve bölgesel barışın tesisi için çaba sarfeden ülke olarak öne çıktı.

Bu noktada; Paşinyan'ın önerdiği "Barış İçin Kavşak" (Crossroads of Peace) girişimi, Ermenistan'ı ekonomik olarak Orta Koridor'a entegre etmeyi hedefliyor.

Türkiye'nin Transkafkasya'yı aşarak Orta Asya ve Çin'e ulaşan lojistik hatlarda oynadığı kritik rol düşünüldüğünde, bu tür projeler Ankara'nın stratejik vizyonunun genişliğini ortaya koyuyor.

Diğer yandan; Ermenistan'ın Türkiye ve Azerbaycan üzerinden dünyaya açılması, ülkenin ekonomik olarak Rusya'ya olan bağımlılığını azaltırken, bölgeyi bir barış ve kalkınma kuşağına dönüştürme potansiyeli taşıyor.

DENGE SİYASETİNİN ÖNEMİ

Şüphesiz olarak Güney Kafkasya'daki bölgesel barış süreci, sadece Ermenistan ve Azerbaycan'la sınırlı değil.

İran'ın, Azerbaycan'la ilişkilerde giderek daha agresif bir söylem benimsediği görüldüğü bir ortamnda, Tahran'ın Bakü'yü İsrail'le askeri iş birliği yapmakla suçlaması, bölgede yeni bir gerilim hattı yaratma riskini beraberinde getiriyor.

Bu noktada Türkiye'nin hem Azerbaycan ile olan yakın bağlarını hem de İran'la olan diplomatik ilişkilerini dikkatli bir denge içinde sürdürmesi elzem hale geliyor.

Öte yandan, İsrail-Azerbaycan-Türkiye ekseninde şekillenen iş birlikleri, Rusya ve İran'ın baskılarına karşı bir caydırıcılık unsuru olarak değerlendirilebilir. Ancak bu iş birliklerinin çatışma yerine istikrarı önceleyen diplomatik çerçevede yürütülmesi, bölgesel tansiyonun yükselmesini önleyecektir.

TÜRKİYE'NİN ROLÜ: ARACI, DESTEKLEYİCİ VE DENGELİ GÜÇ

Türkiye, Güney Kafkasya'da hem tarihsel hem de kültürel bağlara sahip olduğu ülkelerle kurduğu stratejik ilişkiler sayesinde, yalnızca bir tarafı değil, tüm bölgeyi kapsayan yapıcı bir güç olarak konumlandırıyor.

Ankara'nın hem Bakü ile olan müttefikliği hem de Erivan'la başlattığı normalleşme süreci, barışın tesisi için önemli bir zemin oluşturuyor.

Bununla birlikte, Türkiye'nin bölgedeki yaklaşımı bir hegemonya kurmaktan ziyade, egemenlik haklarına saygı duyan, taraflar arasında diyalogu ve karşılıklı faydayı önceleyen bir anlayışla şekilleniyor.

Bu politika, bölge halkları arasında Türkiye'ye duyulan güveni pekiştirirken, aynı zamanda da Türkiye'yi bölgesel barış mimarisinin temel direklerinden birisi haline getiriyor.

SONUÇ

Tüm bu dengeler ışığında görünen o ki; Güney Kafkasya'da yaşanan değişim, sadece jeopolitik değil, aynı zamanda zihniyet düzeyinde bir dönüşüme işaret ediyor.

Moskova'nın bölgedeki irtifa kaybı, geçmişin sömürgeci alışkanlıklarının artık işlemeyeceğini gösteriyor. Türkiye ise bu dönüşümün merkezinde yer alıyor.

Türkiye; hem tarihî bağları hem de barışçıl vizyonuyla, Güney Kafkasya'nın yeniden şekillenen jeopolitiğinde kilit bir rol oynamaya devam edecek gibi görünüyor.