HABER MERKEZİ
Hürmüz Boğazı, İran ile Arap Yarımadası arasında yer alan 33 km genişliğindeki dar geçit tartışmasız dünyanın jeopolitik açıdan en hassas deniz koridoru olarak kabul ediliyor.
Bu dar su yolu, küresel ekonomik istikrarın can damarı olan küresel ham petrol üretiminin neredeyse beşte birini taşıyor. Ancak görünen o ki; bu ezici stratejik gerçeklik hala yeterince kabul görmüyor.
Hürmüz'den geçen petrolün %80'inden fazlası Asya'ya gidiyor ve Çin tek başına bu sevkiyatların üçte birini oluşturuyor. Bu orantısız bağımlılık göz önüne alındığında, boğazı güvence altına alma konusunda hala öncelikle Batılı güçlerin, özellikle de ABD'nin rol almaya çalışması paradoksaldır.
Jeopolitik risklerin arttığı değişen küresel düzende, Asya'nın büyük güçleri olan Çin, Hindistan, Japonya ve Güney Kore'nin Hürmüz Boğazı'nın güvenliğini sağlamada daha aktif diplomatik ve askeri roller üstlenmelerinin zamanının geldiği görülüyor.
Zira aksi takdirde, gelecekte büyük ekonomik şoklar yaşanma riski giderek artacak gibi görünüyor.
Basra Körfezi'nden gelen enerji akışı da, Asya ekonomileri için kritik öneme sahip. ABD Enerji Enformasyon İdaresi (EIA) verileri, Hürmüz Boğazı'ndan geçen ham petrol akışının belirgin bir model izlediğini göstermektedir.
Çin'in enerji sevkiyatlarının %33'ü, Hindistan'ın %13, Japonya'nın %11, Güney Kore'ni %11 ve diğer Asya ülkelerini %15'i bu noktadan geçiyor.
Bu rakamlar, Hürmüz Boğazı'ndan geçen petrolün beşte dördünden fazlasının Asya ekonomileri için krıtik olduğunu gösteriyor.
Yani kısa süreli bir kesintinin bile, dünya çapında enerji maliyetlerini artırmakla kalmayacak, aynı zamanda tedarik zincirlerini durduracak, sanayi tabanlarını zayıflatacak ve bölgedeki jeopolitik gerilimleri kötüleştirecek bir potansiyeli bulunuyor.
Ancak şu ana kadar Asya hükümetleri, konuyla ilgili ciddi risklere rağmen nispeten sessiz kalmaya devam ediyor.
İran, İsrail ile yaşanan 12 günlük savaşta olduğu gibi geçmişte de birkaç kez Hürmüz Boğazı'nı kapatma tehdidini bir silah olarak kullanmıştır. En son olarak, İran parlamentosu ABD'nin saldırılarına misilleme olarak boğazın kapatılmasını onayladı ancak İran dini lideri Hamaney tarafından onaylanmadı.
İran ve İsrail arasında ateşkes ilan edilmiş olsa da bu durum hala hassas olmaya devam ediyor.
SESSİZ PAYDAŞ ÇİN
Çin'in Körfez'e olan petrol bağımlılığı ve Hint Okyanusu'ndaki artan askeri varlığı, onu Körfez'in istikrarında fiili bir paydaş haline getiriyor.
Ancak Çin, İran ile iyi ilişkilerini sürdürmek ve bölgede çatışmalardan kaçınmak istediği için Hürmüz'ün güvenlik meselelerine doğrudan müdahil olmuyor. Nitekim; Çin'in son Kızıldeniz nakliye krizi ve devam eden Husi saldırılarına verdiği tepki, bu stratejinin bir yansımasıydı.
Ancak bu yaklaşım artık sürdürülebilir görünmüyor. Çin, kendi enerji koridorlarını açık ve inandırıcı bir şekilde koruyarak sorumlu bir dünya gücü olduğunu göstermelidir. Bu yönde bazı seçenekler arasında ortak devriyeler, istihbarat paylaşımı veya çok taraflı deniz diplomasisi sayılabilir.
BÖLGESEL ORTAK HİNDİSTAN
Hindistan, kıyı şeridi batıya baktığı, deniz doktrini güçlü olduğu ve uzun süredir Umman Denizi'nde aktif olduğu için bu alan ile ilgili doğal avantajlara sahiptir. Delhi, zaman zaman konvoyları korumak ve korsan faaliyetleri izlemek için askeri gemiler gönderiyor.
Ancak tırmanma, bölgesel hassasiyetler ve aşırı gerilme endişeleri nedeniyle Körfez'de kalıcı bir varlık gösterme konusunda tereddütlü bir strateji izliyor.
Ancak Hindistan'ın artan enerji ihtiyaçları, BAE ve Suudi Arabistan ile son dönemde daha güçlü savunma bağlantıları oluşturması, Hindistan'ı bölgede Hürmüz açısından bir ortak haline getiriyor.
JAPONYA VE GÜNEY KORE
Japonya ve Güney Kore, Körfez petrolüne büyük ölçüde bağımlı olsalar da, bölgede önemli bir deniz gücü bulundurmuyor.
Ancak tıpkı Hindistan gibi Japonya da bölgeye, zaman zaman konvoyları korumak ve korsan faaliyetleri izlemek için askeri gemiler gönderiyor. Güney Kore de zaman zaman Körfez'e deniz birimleri göndererek güvenlik faaliyetlerinde bulunmaya çalışıyor.
SONUÇ
Bütün bu bilgiler; Hürmüz Boğazı'na en çok bağımlı olan bu ülkelerin, aynı zamanda onun güvenliğini sağlamaya en az ilgi duyan ülkeler olduğunu net bir şekilde gösteriyor.
Görünen o ki; İsrail-İran savaşının da gösterdiği üzere, Asya ülkeleri bölgede diplomasi ve caydırıcılık arasında denge bulmak zorunda oldukları bir döneme giriyor.