HABER MERKEZİ
Geçtiğimiz günlerde Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, dünya çapında diplomatik çevrelerde şok etkisi yaratan bir olaya tanıklık etti. Rusya'nın Ukrayna'yı işgalini kınayan bir karar 93 lehte, 18 aleyhte ve 65 çekimser oyla kabul edildi.
Ancak tüm dünyanın dikkatini çeken tabiki bu sonuç değil, uzun süredir Ukrayna'nın en sadık destekçisi olan ABD'nin Rusya ile birlikte karara karşı oy kullanmasıydı.
Buna paralel olarak BM Güvenlik Konseyi, çatışmanın "bir an önce sona erdirilmesi" çağrısında bulunan ancak Moskova'ya herhangi bir suç atfetmeyen, ABD tarafından hazırlanan bir karar tasarısını da kabul etti.
Rusya ve Çin tarafından desteklenen karar, Rusya'nın Ukrayna'daki eylemlerini kesin bir dille kınayan önceki BM oylamalarıyla tam bir tezat oluşturuyordu.
Bu oylamalar ve sonuçlar şüphesiz olarak uluslararası diplomaside sadece prosedürel değil.
Kararlar; ABD dış politikasında tektonik bir değişimin sinyallerini veriyor.
Bu değişimin etkileri sadece Ukrayna için değil, küresel ittifakların tüm dokusu, özellikle de ABD'nin uzun süredir devam eden güvenlik taahhütlerinin artık artan bir endişeyle incelendiği Asya-Pasifik bölgesi için de çok derin sonuçları beraberinde getirebilir.
ABD'NİN KÜRESEL VİZYONU DEĞİŞİYOR MU?
Tarihsel olarak ABD, BM'yi kurallara dayalı uluslararası düzeni korumak için bir platform olarak tanımlamış ve BM yapısını, demokratik değerleri desteklemek ve otoriter saldırganlıkları engelleyen bir yapı olarak lanse etmişti.
Ancak Gazze'deki saldırılarından dolayı İsrail'e yönelik kararların ardından, Ukrayna'ya ilişkin BM oylamaları da, uzun zamandır sürdürülen bu stratejinin çarpıcı bir şekilde tersine döndüğünü ortaya koydu.
Washington, geçtiğimiz aylar boyunca İsrail'i uluslararası düzenin temellerini sarsacak bir şekilde BM çatısı altında koruduktan sonra, şimdi de Rusya'nın işgalini açıkça kınayan bir karara karşı çıkarak kendi kurduğu uluslararası düzendeki geleneksel rolünü tamamen terk ettiğini ortaya koydu.
Nitekim ABD'nin hazırladığı BMGK kararı karşısında; Fransa, İngiltere, Danimarka, Almanya ve Polanya gibi önemli Avrupalı müttefiklerinin çekimser kalması da ABD'nin rolüne dair başkaldırının ve giderek büyüyen transatlantik çatlağın altını çizdi.
Tüm bu gelişmelerin ardından ise dünyada ABD'nin duruşundaki bu değişim, küresel düzen açısından varoluşsal soruları da gündeme getirdi.
Eğer Washington Ukrayna konusundaki tutumunu bu kadar dramatik bir şekilde değiştirebiliyorsa, NATO müttefikleri güvenlik konusunda ABD'ye artık güvenebilir mi?
Bu sorunun cevabı şüphesiz olarak hayır.
Nitekim Avrupa ülkeleri de bunun farkında ve bu nedenle Pazar günü Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın da yer aldığı bir güvenlik zirvesi gerçekleştirdi.
Aynı dakikalarda NATO Genel Sekreteri "Avrupa'nın savunmasında köklü değişimler yapılması gerektiğine" dair açıklamalar yaparken, AB Komisyonu Başkanı von der Leyen de, "Avrupa'yı acilen yeniden silahlandırmamız gerek" ifadelerini kullandı.
KÜRESEL DİPLOMASİDE DÖNÜŞÜM
ABD'nin Hint-Pasifik bölgesindeki kritik müttefiklerinden ikisi olan Japonya ve Güney Kore, Washington'da değişen önceliklere yanıt olarak güvenlik duruşlarını yeniden ayarlamaya başladılar bile.
Örneğin Güney Kore kısa süre önce 2025 yılı için 46,3 milyar dolarlık rekor bir savunma bütçesi açıklayarak ve "nükleere dönüşü" tartışmaya açarak, tıpkı Avrupa ülkeleri gibi ABD'nin olmadığı bir denklemde güvenliğini sağlamanın hesaplarını yapmaya başladı.
Bu arada Japonya da, hem Kuzey Kore hem de Çin'den gelebilecek potansiyel tehditlere karşı koymak için hava ve deniz yeteneklerini güçlendirmeye odaklanarak askeri modernizasyon çabalarını hızlandırdı.
Yani; Tokyo ve Seul, Washington'un Hint-Pasifik müttefiklerine kararlı destek vermek yerine Pekin ile büyük bir pazarlığa girişebileceği gerçeği ile yüzleşmek zorunda kalabileceğinin farkında.
Görünen o ki; Washington'un "geleneksel" olarak nitelendirilen küresel politikalarındaki bu köklü değişim ve uluslararası düzenin altını oyan BM yaklaşımı, ABD'nin tüm müttefiklerini harekete geçirdi.
SONUÇ
Tereddütsüz taahhütler ve uzun vadeli stratejik ortaklıklar üzerine inşa edilen İkinci Dünya Savaşı sonrası dünya düzeni, yerini ilişkileri maliyet-fayda merceğinden değerlendiren bir çerçeveye bırakıyor.
ABD'nin müttefikleri ise; kendilerini "bağımsız savunma" ve "bağımsız dış politika" yaklaşımlarına hazırlamaları gerektiğinin farkına varıyor.
ABD'nin Gazze ve Ukrayna konusunda ki BM'deki hukuk tanımaz politikası, uluslararası düzenin çatırdamaya başladığını ve dünyada yeni bir gerçekliğin başladığını net bir şekilde ortaya koyuyor.