Gülcan Tezcan
Oxford Üniversitesi Press 2024 için 'brain rot' yani beyin çürümesi terimini yılın kelimesi olarak seçti. Bu dikkat çekici haberi aksam.com.tr'ye değerlendiren Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim görevlisi Doç.Dr. Feyza Dalaylı, "Oxford'un bu tercihi, yalnızca bir kelime seçimi değil, aynı zamanda bir çağın tanımıdır da..."Brain rot" terimi, bireylerin kendi alışkanlıklarını sorgulamalarını, zihinsel sağlıklarını korumak için adımlar atmaları gerektiğini hatırlatan bir davet niteliği taşıyor." dedi. "Dijital ortamların getirdiği bilgi bombardımanı ve yüzeysel içerik tüketimi, düşünme alışkanlıklarımızı köklü şekilde değiştiriyor. Düşünce süreçlerimizi hızlandıran ama aynı zamanda yüzeyselleştiren bu alışkanlıklar, derin analiz yapma yetimizi köreltiyor." şeklinde konuşan Doç. Dalaylı ile yeni medyanın zihin dünyamızda yol açtığı tahribatı konuştuk.
Oxford Üniversitesi Press 2024 için 'brain rot' terimini yılın kelimesi olarak seçti. Bu seçimi nasıl değerlendiriyorsunuz? Yerinde bir tespit mi?
Oxford Üniversitesi Press'in "brain rot" terimini yılın kelimesi olarak seçmesi, dijital çağda zihinsel sağlığa dair artan endişeleri yansıtan isabetli bir tercih olarak değerlendirilebilir. Çünkü artan dijital araçlar bireylerin zihinlerini köreltmekte, zihinlerini kullanma kapasite ve sürelerini kısaltmaktadır. Aynı zamanda bu seçim, modern yaşamın zihinsel süreçler üzerindeki etkisine dair artan farkındalığın da bir göstergesi kabul edilebilir. Kavram, ilk kez Henry David Thoreau'nun 1854 yılında yayımlanan Walden adlı eserinde kullanılmış. Brain rot Türkçe çevirisi beyin çürümesi olarak kabul edilmekle beraber bireyin zihinsel kapasitesinin aşırı ve niteliksiz içerik tüketimi nedeniyle körelmesi durumunu ifade eden bir kavramdır. Bu, özellikle dijital çağda, sosyal medyanın sürekli bilgi akışı ve dikkat ekonomisine dayalı yapısıyla daha da belirgin hale geldi.
BUNU BİR UYARI OLARAK KABUL EDEBİLİRİZ
Sosyal medya ve çevrimiçi içeriklerin aşırı tüketimi bireylerin zihinsel veya entelektüel durumlarının bozulması beyin çürümesi olarak adlandırılıyor. Tabi burada durumun yalnızca bireylerle sınırlandırılmayıp "brain rot"un toplumsal bir sorun olduğunun da altını çizmekte fayda var. Belki Oxford Üniversitesi Press'in bu seçimini bir uyarı niteliğinde de kabul edebiliriz. Dijital dünyanın avantajları kadar dezavantajlarını da göz önünde bulundurmak gerektiğini hatırlatıyor. İnsanların bilgiye hızlı erişim sağlayabildiği bir çağda, bu bilgi selinin kontrolsüz bir şekilde tüketilmesi, zihinsel sağlığı olumsuz etkileyebiliyor. Bu durum, özellikle genç nesillerde, odaklanma sorunu, kaygı bozuklukları ve genel bir memnuniyetsizlik hissiyle kendini gösterebiliyor. Bence Oxford'un bu tercihi, yalnızca bir kelime seçimi değil, aynı zamanda bir çağın tanımıdır da..."Brain rot" terimi, bireylerin kendi alışkanlıklarını sorgulamalarını, zihinsel sağlıklarını korumak için adımlar atmaları gerektiğini hatırlatan bir davet niteliği taşıyor. Dolayısıyla bu seçim, hem yerinde hem de zamanın ruhuna uygun bir tercih olarak değerlendirilebilir. Bu bağlamda, terimin popülerleşmesi, insanların konuya yönelik farkındalıklarını artırabilir. Ancak çözüm için sadece bireysel farkındalık yetmez; teknolojiyi daha bilinçli kullanmayı teşvik eden politikalar ve eğitim programları da geliştirilmelidir.
ÇEVRİMİÇİ AĞLAR ENTELEKTÜEL ZAYIFLIĞA NEDEN OLUYOR
"Brain rot" kavramı, yalnızca bir sorunu değil, bu soruna karşı alınması gereken önlemleri de çağrıştırıyor ve böylece önemli bir tartışmanın fitilini ateşliyor. Bir diğer önemli konu ise Brain rot aslında içinde bulunduğumuz dijital çağda bireylerin karşı karşıya kaldığı çürümeyi ifade etmesine rağmen kavram sosyal medyada Z ve Alfa kuşakları arasında popüler oldu. Bu durum genç nesillerin dijital içerik tüketiminin potansiyel olumsuz etkilerinin farkında olduklarını ve bu farkındalığı dile getirdiklerini gösteriyor. Bugün çevrimiçi ağlar sonrasında yapay zekânın gündelik yaşamımızda çok fazla kullanılması bizleri zihinsel olarak olumsuz etkilemekte ve entelektüel zayıflığa neden olabilmektedir. Oxford Üniversitesi Press'in bu seçimi, modern toplumda dijital yaşamın etkileri ve zihinsel sağlık konusundaki endişelerin dilimize nasıl yansıdığını göstermektedir. Bu nedenle, "brain rot" teriminin yılın kelimesi olarak seçilmesi, günümüzün kültürel ve teknolojik dinamiklerini doğru bir şekilde yansıtan yerinde bir tespit olarak değerlendirilebilir.
Beyin çürümesi yeni bir terim mi? Manipülasyon ve benzeri kavramlardan farkı nedir?
Evet, "beyin çürümesi" oldukça yeni bir terim ve daha çok modern çağın bilişsel yüklenmeleri, bilgi kirliliği ve sürekli maruz kalınan yoğun manipülatif içeriklerin bireylerin zihinsel işlevlerini zayıflatmasıyla ilişkilendiriliyor. Daha açık bir şekilde ifade edecek olursak, "Beyin çürümesi," bireylerin yoğun bilgi bombardımanı, sürekli dikkat dağınıklığı ve eleştirel düşünce yetisinin zayıflamasıyla karakterize edilen modern bir zihinsel aşınma sürecidir. Bu süreç, özellikle sosyal medya kullanımındaki artışla yakından ilişkilidir. Teorik perspektiften de bakacak olursak; sosyal medya, Baudrillard'ın "hipergerçeklik" kavramını somutlaştırır. Bireyler, gerçek dünya yerine sosyal medyada sunulan kurgusal bir dünyaya inanır. Bu hipergerçeklik, zihinsel tembelliğe ve gerçekliğin eleştirel değerlendirilmemesine yol açar. Bununla beraber yine, Nicholas Carr – (The Shallows (Sığlıklar) çalışmasında dijital çağın insan beynini yeniden şekillendirdiğini öne sürmektedir. Ortada aslında bir ters orantı var. İnsanlar daha fazla bilgiye ulaşabilse de bu bilgiyi derinlemesine işleme yetilerini kaybediyor. Tabii sosyal medya ve dijital araçlar da bu süreci hızlandırıyor.
ZİHİNSEL SAĞLIĞIMIZ TEHDİT ALTINDA
Sosyal medya, bireylere sürekli uyaranlar sunarak zihinsel yorgunluğu artırırken, yanlış bilgi (dezenformasyon), bilgi kirliliği ve algoritmalar aracılığıyla bireylerin zihinsel sağlığını tehdit eden bir ortam oluşturuyor. Diğer yandan, beyin çürümesi ve manipülasyon, farklı bağlamlara dayansa da zihinsel işlevler üzerinde olumsuz etkiler yaratmaları açısından benzerlikler taşır. Beyin çürümesi, genellikle nörolojik ve biyolojik temellere dayanarak bireyin bilişsel yeteneklerini zayıflatır, hafıza kaybı ve düşünme becerilerinde bozulma gibi etkilerle kendini gösterir. Manipülasyon ise, bireyin zihinsel süreçlerini kasıtlı olarak bozma veya yönlendirme amacı taşır ve gerçeklik algısını çarpıtarak karar alma mekanizmasını etkiler. Her iki durumda da bireyin kendi düşünce ve davranışlarını kontrol etmesi zorlaşır ve dışsal etkenlere bağımlılık artar. Beyin çürümesi, bireyin algı yeteneğinde fizyolojik temelli yanılsamalara yol açarken, manipülasyon psikolojik ve sosyo-kültürel dinamikler üzerinden bireyin gerçeklik algısını kasıtlı olarak çarpıtır. Her ikisinin de ortak noktası, bireyin özgün düşünce ve karar alma mekanizmalarını zayıflatarak sosyal ilişkiler, kimlik algısı ve bilişsel yeterlilik üzerinde uzun vadeli olumsuz etkiler yaratmasıdır. Bu nedenle, bireylerin hem zihinsel sağlıklarını korumaya özen göstermesi hem de eleştirel düşünme becerilerini geliştirerek manipülatif etkilerden uzak durması hayati önem taşır.
SORGULAMA YETİMİZ EROZYONA UĞRUYOR
Tabi iki kavramın tamamen aynı olduğunu söylemek mümkün değildir. Manipülasyon, bireylerin düşüncelerini veya davranışlarını değiştirmeye yönelik bilinçli bir strateji iken, beyin çürümesi daha derin bir sürece işaret eder. Burada yalnızca bir kişinin düşüncesini yönlendirme değil, kişinin zihinsel yetilerinin aşamalı olarak zayıflaması ve kendi düşünce kapasitesini sorgulama yetisinin erozyona uğraması söz konusu. Manipülasyon genelde dışsal bir etkiyle ilgiliyken, beyin çürümesi içsel bir süreçtir. İnsanlar bir noktadan sonra yalnızca bilgi kirliliğine maruz kalmakla kalmıyor; bu bilgiyi işleyememeye, değerlendirememeye ve kendi kararlarını alırken zayıf argümanlara teslim olmaya başlıyor. Dijital araçlara bağlı gündelik yaşam, beyin çürümesi ve manipülasyonun etkilerini daha somut bir şekilde görmemizi sağlayabilir. Örneğin, sosyal medyanın yoğun bir şekilde kullanıldığı bir senaryoda, bireyin sürekli dijital içerik tüketimi zihinsel yorgunluğa ve dikkat dağınıklığına neden olabilir. Bu durum, özellikle sürekli bildirimler, hızlı bilgi akışı ve algoritmaların bireyin dikkatini çekmeye yönelik tasarımları nedeniyle, bireyin uzun vadeli odaklanma yeteneğini ve eleştirel düşünme kapasitesini zayıflatabilir. Bu süreç, beyin çürümesine benzer bir şekilde bilişsel yetilerin azalmasına ve karar alma süreçlerinde zayıflamalara yol açabilir.
DİJİTAL BAĞIMLILAR ÖZGÜN DÜŞÜNCE OLUŞTURMAKTA ZORLANIYOR
Diğer yandan, sosyal medya algoritmaları ve dijital platformlar üzerinden sunulan manipülatif içerikler, bireylerin gerçeklik algısını kasıtlı olarak çarpıtabilir. Örneğin, dijital platformlarda sürekli olarak belirli bir ürünün, ideolojinin veya yaşam tarzının idealize edilmesi, bireylerin kendi hayatlarını yetersiz görmelerine ve yanlış kararlar almalarına neden olabilir. Bu durum, manipülasyonun dijital çağdaki en belirgin örneklerinden biridir. Ayrıca, bireylerin dijital bağımlılık geliştirmesi hem algılarını hem de karar alma mekanizmalarını dışsal etkenlere daha açık hale getirir. Böyle bir ortamda, birey hem zihinsel olarak yorgun düşmekte hem de maruz kaldığı manipülasyonlar nedeniyle özgün düşüncelerini oluşturma kapasitesini kaybetmektedir. Örneğin, sürekli dijital içerik tüketen bir kişi, algoritmaların yönlendirdiği bir gerçeklik balonu içinde yaşayarak yalnızca belirli türden bilgilere erişebilir. Bu durum, bireyin farkında olmadan manipüle edilmesiyle sonuçlanır ve dijital araçların bir yandan beyin çürümesine benzer etkiler yaratırken diğer yandan manipülasyon için güçlü bir araç haline geldiğini gösterir.
Beyin çürümesi bize, düşünme sistemimize ne yapıyor? Çok demokratik ve sorgulamaya alan açar gibi görünen yeni medya aklımızla mı oynuyor?
Beyin çürümesi, yeni medya çağında düşünce sistemimizde geri dönüşü zor tahribatlar yaratan bir süreç. Dijital ortamların getirdiği bilgi bombardımanı ve yüzeysel içerik tüketimi, düşünme alışkanlıklarımızı köklü şekilde değiştiriyor. Yeni medya, görünüşte demokratik ve katılımcı bir alan sunuyor gibi görünse de aslında manipülasyon ve propaganda için mükemmel bir zemin hazırlıyor. Özellikle sosyal medya algoritmaları, bireyleri sürekli olarak kendi düşünce balonlarına hapsederek, farklı fikirlerle karşılaşmayı neredeyse imkânsız hale getiriyor. Bu durum, eleştirel düşüncenin erozyona uğramasına yol açarken, bireylerin yalnızca kendi inançlarını doğrulayan bilgilere maruz kalmasını sağlıyor. Gündelik hayatta bu dönüşümü sıkça gözlemlemek mümkün. Sabah uyandığımızda, sosyal medya akışında gördüğümüz yüzlerce gönderi arasında dolaşırken, yalnızca birkaç saniye içinde fikir değiştiriyor, bir küresel kriz haberinden bir kedi videosuna geçiyoruz. Bu hızlı geçişler, beynimizin derinlemesine düşünme kapasitesini zayıflatırken, bilgiyle yüzeysel bir ilişki kurmamıza neden oluyor. Düşünce süreçlerimizi hızlandıran ama aynı zamanda yüzeyselleştiren bu alışkanlıklar, derin analiz yapma yetimizi köreltiyor. Nicholas Carr'ın The Shallows adlı eserinde belirttiği gibi, dijital çağda maruz kaldığımız sürekli bilgi akışı, karmaşık düşünce süreçlerini gerçekleştirme becerimizi zayıflatıyor ve bizi zihinsel tembelliğe itiyor.
SOSYAL MEDYA KUTUPLAŞMAYI BESLİYOR
Bu süreç yalnızca bireysel düzeyde değil, toplumsal düzeyde de ciddi etkiler yaratıyor. Habermas'ın kamusal alan teorisi, demokratik bir toplum için bireylerin rasyonel ve eleştirel düşünme yetilerini korumasının önemine işaret ederken, yeni medya ortamlarının bu rasyonelliği tehdit ettiğini görüyoruz. Sosyal medya, bir tartışma ve müzakere ortamı olmaktan çok, kutuplaşmayı besleyen bir alan haline geliyor. Baudrillard'ın simülasyon teorisi de burada devreye giriyor: Sosyal medyada gördüğümüz görüntü ve bilgiler, gerçekliğin bir yansımasından çok, manipüle edilmiş bir kurgudur. Bu kurgusal gerçeklik içinde yönlendiriliyor, duygusal tepkilerimize göre şekilleniyoruz. Yeni medya yalnızca düşüncelerimizi yüzeyselleştirmekle kalmıyor, aynı zamanda algılarımızla oynuyor. Sosyal medya başlıkları ve içerikleri genellikle hızlı ve duygusal tepkiler yaratmayı hedefler. Örneğin, bir haber başlığı bizi öfkelendirebilir, ancak içeriği tam okumadan bu öfke üzerinden bir paylaşım yaparız. Bu, rasyonel bir değerlendirme sürecinin yerini hızla duygusal reaksiyonların aldığı bir dönüşümün göstergesi. Bireyler bu döngü içinde manipülasyona açık hale gelirken, gerçek bir demokratik katılım yerine, yüzeysel bir görünümün arkasında derin bir pasiflik barınır.
Bu gidişin karşısında durmak mümkün mü?
Çözüm, eleştirel düşünceyi yeniden merkeze almak ve bilgi tüketiminde bilinçli bir yaklaşım geliştirmekten geçiyor. Algoritmaların bizi nasıl yönlendirdiğini anlamak, farklı perspektiflere açık olmak ve dijital dünyada dikkatli bir denge kurmak, düşünce sistemimizin zarar görmesini engelleyebilir. Aksi halde, yalnızca bilgiye boğulmuş ama düşünme yetisini yitirmiş bireyler haline gelme tehlikesiyle karşı karşıya kalırız. Yeni medya, doğru kullanıldığında özgürleştirici bir araç olabilir; ancak kontrolsüz bir bilgi akışı, eleştirel zihinlerin sessizce çürümesine yol açar. Bu nedenle, her bilgiye daha dikkatle bakmalı ve düşünsel sağlığımızı korumak için bireysel sorumluluk almayı unutmamalıyız. Ayrıca, dönemsel dijital detoks uygulamaları ile de zihinsel berraklığımızı korumak, yeni medya çağında düşünce sistemimizi korumanın bir diğer yolu.
Dijital göçmenler mi yoksa dijital yerliler mi beyin çürümesinden daha çok etkileniyor?
Öncelikle bugün her çevrede çok fazla kullanılan "dijital göçmen" ve "dijital yerli" kavramlarını ilk kez 2001 yılında yayımladığı "Digital Natives, Digital Immigrants" adlı makalesinde Marc Prensky'nin kullandığını söylemeden geçmek istemem. Bu kavramlarla Prensky, teknolojiyle büyüyen ve teknolojiyi doğrudan hayatlarının bir parçası olarak gören genç nesli "dijital yerliler" olarak tanımlamış, teknolojiyi sonradan öğrenen ve adaptasyon süreci geçiren bireyleri ise "dijital göçmenler" olarak adlandırmıştır. Dijital göçmenler mi yoksa dijital yerliler mi beyin çürümesinden daha çok etkileniyor sorusu, teknolojiyle kurulan ilişkinin doğasını anlamak açısından önemli. Dijital göçmenler, teknolojiyle sonradan tanışmış ve dijital araçlarla etkileşimlerinde öğrenme süreci yaşayan bireylerdir. Bu grup, geleneksel düşünme alışkanlıklarına sahip olduğu için dijital bilgilere daha eleştirel bir gözle bakabilir. Ancak, bilgi yükü ve sürekli yenilenen dijital içeriklere uyum sağlama çabası, onların zihinsel aşırı yüklenme yaşamasına neden olabilir. Bir dijital göçmen, karşılaştığı bir haberi genellikle kaynağını kontrol ederek değerlendirme eğilimindedir. Yine de, sürekli hız baskısı ve aşırı bilgi akışı, onların da yüzeysel bilgiyle yetinmesine ve eleştirel düşünce becerilerinin zayıflamasına yol açabilir. Ayrıca, bu bireylerin teknolojiye adaptasyon sürecinde karşılaştıkları bilgi yükü ve sürekli güncellenen içeriklere ayak uydurma çabası, Habermas'ın öngördüğü eleştirel düşünceyi sürdürememelerine neden olabilir. Bu bilgi bombardımanı, zihinsel aşırı yüklenme yaratarak, bireylerin derinlemesine analiz yapmasını zorlaştırır.
DİJİTAL YERLİLER DAHA FAZLA RİSK ALTINDA
Dijital yerliler ise dijital teknolojilerle büyümüş, internet ve sosyal medya gibi platformlarla erken yaşta tanışmış bireylerdir. Bu grup, dijital ortamda bilgiye hızla erişebilme ve işleyebilme yetkinliğine sahip olsa da, bu hız bağımlılığı ciddi bir zayıflık yaratır. Sosyal medya platformlarının kısa dikkat sürelerini teşvik eden yapısı, derinlemesine analiz yapma alışkanlıklarının yerini yüzeysel bilgi tüketimine bırakmasına neden olur. Örneğin, bir dijital yerli, bir sosyal medya gönderisini yalnızca birkaç saniye içinde değerlendirip sorgulamadan kabul edebilir. Bu durum hem bilişsel derinliğin kaybolmasına hem de duygusal manipülasyona açıklık yaratır. Bu iki grup arasında beyin çürümesinden daha fazla etkilenen tarafı belirlemek, yalnızca dijital araçlarla ne kadar vakit geçirildiğiyle değil, bu araçlarla nasıl bir ilişki kurulduğuyla da ilgilidir. Dijital yerliler, teknolojiyi yaşamlarının doğal bir parçası olarak gördükleri için manipülasyona ve yüzeyselliğe daha açık olabilirler. Hızlı içerik tüketimi, kısa dikkat süreleri ve eleştirel düşünce eksikliği bu grubun en büyük zayıflıklarıdır. Buna karşın dijital göçmenler, teknolojiye daha mesafeli bir şekilde yaklaşsalar da, uyum sağlama zorluğu ve bilgiye erişimdeki zorluklar nedeniyle zihinsel yorgunluk yaşayabilirler. Sonuç olarak, dijital yerliler hız ve yüzeysellik bağımlılığı nedeniyle daha fazla risk altında görünüyor. Ancak dijital göçmenler de teknolojiyle kurdukları adaptasyon ilişkisi sebebiyle bilişsel aşırı yüklenmeye açık. Her iki grup için de bu etkilerden korunmanın en iyi yolu, dijital araçları bilinçli kullanmak ve eleştirel düşünceyi bir refleks haline getirmek. Teknolojiyi hem bir fırsat hem de bir risk olarak görmek, beyin çürümesinin önüne geçmek için temel bir farkındalık yaratabilir.