HABER MERKEZİ
İsrail ile İran arasında yıllardır tırmanan gerilim, çok sayıda uzmanın tahmin bile edemeyeceği boyutlarda sıcak bir çatışmaya dönüştü.
Uzun süredir hazırlıkları yapılan füze ve hava savaşı, Cuma günü resmen başladı ve yaşananlar, sadece bölgesel istikrara değil küresel düzene yönelik de ciddi tehditler barındırıyor.
İsrail Başbakanı Netanyahu ve yönetimi, İran'ın nükleer ve füze kapasitesini kalıcı biçimde zayıflatabilmek için en az iki haftalık bir süreye ihtiyaç duyduğunu ifade ediyor.
Bu da, önümüzdeki günlerin her iki ülke için de tam bir direnç sınavına dönüşeceğini gösteriyor.
Ancak İsrail'in, özellikle derinlere inşa edilmiş İran nükleer tesislerine daha etkili saldırılar düzenleyebilmesi için ABD desteğine ihtiyaç duyuyor olması, savaşın geleceğini dair öngörüleri de kökten değiştiriyor.
Savaşın uzaması ile birlikte, İran'dan gelen yoğun saldırılar, ABD Başkanı Donald Trump'ı daha fazla baskı altına sokabilir ve savaşın uzaması halinde, İsrail'in yapacağı "sahte bayrak operasyonları" Washington'u denklemin içerisine çekebilir.
Sahadaki dengeler
İsrail'in 13 Haziran Cuma günü kendi ifadesi ile "sürpriz saldırısının" önemli ölçüde başarılı olduğunu kabul etmek gerekiyor.
Özellikle İsrail istihbarat teşkilatı Mossad'ın İran toprakları içerisinden gerçekleştirdiği insansız hava aracı saldırıları sonucunda, İran'ın hava savunma sistemlerinin büyük darbe yemesi ve İran'ın da kabul ettiği üzere İran Genelkurmay Başkanı da dahil olmak üzere 20'den fazla üst düzey İranlı komutanın öldürülmesi, akıllara Ukrayna'nın geçtiğimiz haftalarda Rusya'ya düzenlediği "Örümcek ağı operasyonunu" hatırlattı.
Yani; son dönemde yaşanan benzer iki örnek, modern savaşların asimetrik yaklaşımının evrimini de ortaya koydu.
13 Haziran sabahından itibaren İsrail, İran'a karşı yüzlerce hava saldırısı düzenledi. İran da buna füze ve insansız hava aracı saldırıları ile karşılık verdi.
İsrail'in bu operasyonlardaki temel amacı, İran'ın nükleer programı ve füze kapasitesini bir "varoluş tehdidi" olarak tanımlayıp bertaraf etmek olarak tanımlanırken, İran'ın saldırıları ise askeri ve stratejik noktaları vurmaktan uzaktı.
Ancak bu noktada, İsrail istihbaratının hakkını teslim ettiğimiz gibi, "İsrail'in dokunulmaz olma" yaklaşımını yerle bir eden İran'ın da hakkını teslim etmek gerekir.
Savaşın geleceği
Önümüzdeki iki haftalık süreç, yalnızca askeri açıdan değil, halkların da dayanıklılığı bakımından da belirleyici olacak.
Zira İsrail'de, hem Cumhurbaşkanı Herzog hem de Başbakan Netanyahu, hem İran halkına ayaklanma çağrısı yaparken hem de ABD Başkanı Trump dahil olmak üzere Batı'dan benzer çağrılar geldi.
İran tarafından ise, gerçekleştirilen "kaos saldırılarının" sonucu olarak, İsrail halkının 7 Ekim ve öncesinde neredeyse hiç yaşamadığı "dokunulmazlık" kavramının yıkıldığı ve İsraillilerin hayatlarının artık güven olmadığı propagandası yapıldı.
Savaşın geleceğine, askeri olarak da bakacak olursak, İran'ın bugünkü füze cephanesi, büyük oranda kendi teknolojik yapısı önde olmak üzere, tersine mühendislik ve Rusya ile Kuzey Kore'nin teknoloji transferi ile şekillenmiş durumda.
Uluslararası medyada İsrail'e ulaşacak 8 bin füzesi olduğu iddia edilen İran'ın, tüm bu işbirliklerine rağmen 2 binden fazla uzun menzilli füzesi olmadığını açık bir şekilde belirtmek gerekiyor.
Gelinen noktada; her iki ülkenin de ağır silah sistemlerini ilk aşamada aktif biçimde sahaya sürdüğünü düşündüğümüzde, 15 günü üzerinde bir savaşın, Çin, Rusya ya da Kuzey Kore'den destek alamayacak bir İran için, çok daha büyük zorluklara gebe olduğunu gösterecek.
Diğer yandan İsrail'in de tek başına İran'ın nükleer programının tamamen durdurabilmesi de imkansız görünüyor.
Savaşın başlangıcındaki yorumlarına aksine İsrail, uzun menzilli saldırılar yapabileceğini göstermiş olsa da, önümüzdeki günlerde yeraltına kurulmuş olan İran nükleer tesislerini tamamen yok etmek için B2 bombardıman uçakları gibi unsurlara ihtiyaç duyacak.
Sonuç:
Tarafların bu askeri gerçeklikleri doğrultusunda, hem İran'ın hem de İsrail'in, rakibi için iç karışıklık olasılığını önemli bir kart olarak gündeminde tuttuğu görülüyor.
Nitekim, İsrail Başbakan Binyamin Netanyahu İran halkına hitaben yaptığı konuşmada, mevcut rejime karşı ayağa kalkmaları çağrısında bulunurken, İran ise Hayfa'da dün gece yaşanan saldırılarda olduğu gibi askeri unsurlardan ziyade, kaos saldırıları ile benzer bir sonucu hedefliyor.
Sonç olarak; önümüzdeki günler, İsrail'in Washington ve genel olarak Batı'nın desteğini almak için "sahte bayrak operasyonlarına" bel bağlayabileceği, İran'ın ise kaos saldırıları ile üstünlük kurmaya çalışacağı sanaryolar üzerinde devam edecek.