Batı'dan Tel Aviv'e soğuk duş... İsrail'in “istisnai konumu” sona eriyor

Gazze'deki insani felaketin ardından Batı dünyasında İsrail'e yönelik eleştiriler sertleşti. Tel Aviv'in uluslararası izolasyonu artarken, mesele artık sadece siyaset değil; insan hakları ve evrensel değerler tartışması hâline geliyor.

HABER MERKEZİ

Uzun yıllar boyunca İsrail, Batı dünyasının özellikle Avrupa ve ABD'nin gözünde "istisnai bir müttefik" olarak tanımlandı ve "cezasızlık" kavramı içerisinde varlığını sürdürdü.

Hatta Batı ve ABD tarafından İsrail'in bu konumu, "Ortadoğu'nun tek demokrasisi" olarak adlandırılan İsrail, Holokost sonrası tarihsel "sorumluluk duygusu" ve Yahudi lobilerinin baskısıyla bu konum tartışmasız biçimde korunmuştu.

Ancak son yıllarda, özellikle de 7 Ekim 2023 sonrası Gazze'ye yönelik saldırıların dozunun artması, sürecin artık UCM gibi uluslararası kurumlar tarafından soykırım olarak tanımlanmasını ve İsrail hükümetinin uluslararası hukuku alenen ihlal eden politikalarının etkisi, Batı'da ciddi bir kırılmaya yol açtı.

Şimdi, İsrail'in bu "istisnai" konumu yüksek sesle sorgulanıyor ve birçok Batılı başkentte Tel Aviv'e yönelik dil sertleşiyor. Peki, bu değişimin dinamikleri neler?

İngiltere'den İspanya'ya: Tehlikeli devlet tanımı

2025'e gelindiğinde, özellikle Avrupa'da İsrail'e yönelik eleştiriler yalnızca sokaklarda değil, artık hükümet koridorlarında da açıkça dillendiriliyor.

Örneğin, geçtiğimiz günlerde Hollanda Parlamentosu'nun aldığı bir kararla İsrail, ilk kez bir AB ülkesi tarafından resmen "uluslararası hukuku sistematik biçimde ihlal eden tehlikeli devlet" olarak tanımlandı.

Bu karar, Lahey'deki Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin İsrail Başbakanı Netanyahu hakkında savaş suçu soruşturmasını derinleştirmesini destekler nitelikte olması nedeniyle ayrıca büyük bir önem taşıyordu.

İspanya ise daha ileri gitti. İspanya 2024 yılının son aylarında Filistin Devleti'ni resmen tanıdı ve İsrail'in Gazze'ye uyguladığı ablukanın "bir halkı açlığa mahkum eden modern bir kuşatma ve soykırım politikası" olduğunu ilan etti.

İspanya Başbakanı Pedro Sanchez, bu uygulamaların insanlığa karşı suç niteliği taşıdığını açıkça dile getirdi.

Benzer bir tutum İrlanda, Norveç ve Belçika gibi ülkelerde de karşılık buldu ve bu ülkeler de Filistin Devleti'ni resmi olarak tanıyan ülkeler arasına eklendi.

Fransa ve Almanya'da dönüşen denge

Fransa, geçmişte İsrail'e daha temkinli yaklaşan bir ülke olsa da Macron yönetimi, kamuoyunun baskısı ve sivil toplumun etkisiyle son günlerde pozisyonunu değiştirmeye başladı.

Paris'te 2024 ve 2025 yılı boyunca düzenlenen büyük çaplı gösterilerden sonra Fransa, geçtiğimiz günlerde Filistin'i tanıma yolunda adım atan ülkeler arasına girdi.

Fransa Cumhurbaşkanı Macron, Eylü ayında düzenlenecek olan BM Zirvesi'nde Filistin'i resmen tanıyacaklarını ilan etti ve Gazze'deki açlık ve kuşatmanın artık kabul edilemeyecek bir noktaya geldiğini dile getirdi.

Almanya ise daha karmaşık bir denklemle karşı karşıya.

Holokost geçmişi nedeniyle İsrail'e eleştiri getirme konusunda hala çekingen olsa da, Berlin'deki kamuoyu baskısı artıyor.

Alman medyasında yayınlanan son anketler; genç kuşak Almanların önemli bir kısmının artık İsrail'i koşulsuz desteklemenin ne ahlaki ne de stratejik olduğunu düşünüyor ve Alman yönetimi de daha ihtiyatlı bir politikaya dönüşün sinyallerini veriyor.

Gazze'de açlık, savaş suçları ve uluslararası hukuk

İsrail'in özellikle 2023 sonbaharından itibaren Gazze'ye yönelik sürdürdüğü abluka politikası, artık Batı kamuoyunun göz ardı edemeyeceği boyutlara ulaştı.

İsrail ordusunun gıda ve su gibi temel insani yardımları sistematik şekilde engellemesi, BM raportörleri tarafından "açlığı savaş silahı olarak kullanmak" şeklinde tanımlandı ve bunun "soykırım" suçunu oluşturan bir unsur haline geldiği artık uluslararası raporlarda net bir şekilde yer almaya başladı.

Birleşmiş Milletler'in ve Uluslararası Af Örgütü'nün son raporlarına göre Gazze'de binlerce çocuk yetersiz beslenme nedeniyle hayatını kaybetti ya da kalıcı hastalıklarla baş başa kaldı.

Buna rağmen İsrail hükümeti, uluslararası baskılara kulak tıkayarak politikalarında ısrar etmeye devam ediyor. Ancak işte bu inat, Batı'daki "istikrarlı ortak" algısını derinden sarstı ve artık sadece ülkeler ayrı ayrı değil, Avrupa Birliği yapısı da İsrail'e karşı önlemler almayı yüksek sesle dile getirmeye başladı.

Çünkü artık mesele yalnızca jeopolitik değil; bir insanlık krizine verilen tepki meselesi haline dönüştü.

ABD'de dalgalar henüz durgun ancak giderek yükseliyor

ABD cephesinde ise bu değişim özellikle Trump'ın İsrail'e "bağımlılığı" nedeniyle daha yavaş ilerliyor.

Biden yönetimi, İsrail'e askeri yardımları kısıtlama konusunda sınırlı adımlar atsa da, siyasi olarak Tel Aviv'e destek söylemini sürdürdü. Ancak Demokrat Parti içinde özellikle genç vekiller ve seçmen tabanında İsrail'e yönelik eleştiriler hızla artıyor. 2024 başkanlık seçimlerinde Sanders ve Ocasio-Cortez gibi isimlerin güçlü çıkışı, bu değişimin sinyallerini verdi.

ABD'de üniversite kampüslerinden sokaklara taşan protestolar, İsrail'e verilen koşulsuz desteğin artık iç siyasette bir yük haline gelebileceğini gösteriyor.

Özellikle genç seçmenlerin çoğunluğu, Filistin'e yönelik işgalin artık "güvenlik" kılıfıyla meşrulaştırılamayacağını düşünüyor.

Sonuç

İsrail'in Batı dünyasında sahip olduğu istisnai konum, artık sürdürülebilir değil.

Elbette bu kırılma, aniden gelişen bir kopuş değil. Ancak Gazze'de yaşanan insani felaket, bu süreci görünür ve geri döndürülemez hale getirdi. Avrupa başkentlerinde yükselen bu eleştirel söylem, Tel Aviv'in uluslararası izolasyonunu derinleştirirken, İsrail'in yalnızca Filistin değil, dünya kamuoyuyla da ciddi bir meşruiyet krizi yaşadığını ortaya koyuyor.

Sonuç olarak, Batı'nın İsrail'e bakışı artık keskin bir şekilde değişiyor ve mesele sadece bir dış politika tercihi olmaktan çıkıp, insan hakları, hukuk devleti ve evrensel değerler meselesi haline geliyor.

İsrail'in bunu ne kadar göreceği ve değiştirip değiştiremeyeceği ise önümüzdeki dönemin en kritik sorularından biri olacak.