Avrupa'nın stratejik özerkliğinin sonu!

Von der Leyen ile Trump Arasında 27 Temmuz'da imzalanan anlaşma, yalnızca bir ticaret anlaşması değil, çok kutuplu dünya düzeninde Avrupa Birliği'nin kendi özerkliğini kaybettiğinin de bir ilanıydı.

HABER MERKEZİ

Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ile Donald Trump arasında varılan bu uzlaşma, kamuoyuna "dengeleyici bir adım" olarak lanse edilse de, satır aralarına bakıldığında daha çok bir geri çekilme, bir stratejik kırılma ve nihayetinde Avrupa'nın yeni jeopolitik pozisyonunu tanımlayan bir anlaşma anlamına geliyordu.

Zira; anlaşmanın detayları son derece dikkat çekici.

Trump yönetimi, Avrupa'dan gelen mallara yönelik %30'a varan gümrük tarifesi tehdidini masaya koymuştu. Von der Leyen, müzakereler sonucunda bu tehdidi %15 seviyesine indirmeyi başardı. Ancak bu kısmi "başarı" ağır bir bedelle geldi.

Avrupa Birliği, ABD'den gelecek beş yıl içinde toplam 250 milyar dolarlık enerji ürünü satın almayı ve ayrıca ABD merkezli fonlarla ortaklaşa 600 milyar dolarlık yatırım projelerine imza atmayı taahhüt etti.

Hatta yarı iletken ekipmanları, tarım ürünleri, uçak parçaları gibi bazı stratejik ürün gruplarında tarifeler sıfırlanırken, çelik ve alüminyum gibi kilit sektörlerde kısıtlamalar konusunda açıklama yapılmadı.

Bu tabloya bakıldığında, Avrupa'nın "ticaret savaşı"nı önleme adına verdiği tavizlerin boyutu açıkça görülüyor.

Stratejik özerkliğin sonu!

Anlaşmanın ekonomik çerçevenin ötesindeki siyasi anlamına bakıldığında ise, bu anlaşma Avrupa'nın uzun yıllardır koruduğu "stratejik özerklik" vizyonunun fiilen sonu anlamına geliyor.

Zira; kendisinde önceki isimlerde olduğu gibi AB Komisyonu Başkanı Von der Leyen, göreve geldiği ilk dönemden bu yana AB'nin savunma, enerji ve teknoloji alanlarında daha bağımsız bir çizgiye sahip olması gerektiğini vurguluyordu.

Ancak görünen o ki; Trump'ın Beyaz Saray'a dönmesiyle birlikte Brüksel'in siyasi refleksleri de değişti ve transatlantik ilişkilerin geleceği konusunda "denge" yerine "itaat" seçildi.

Anlaşmanın duyurulmasının ardından Avrupa içinde yankılar da sert oldu ve AB içerisindeki çatlakları daha net bir şekilde ortaya çıkardı.

Örnek olarak Fransa, anlaşmayı "Amerikan baskısına boyun eğme" olarak yorumladı ve Macron'un çevresinden gelen açıklamalarda, AB'nin Çin ile denge politikasını sürdüremeyeceği, Trump'ın çizdiği sert Çin karşıtı rotaya Avrupa'nın da dahil olduğu vurgulandı.

Daha dikkat çekici olan nokta ise, bu anlaşmanın ABD-Çin rekabetinin gölgesinde şekillenmiş olması olarak öne çıktı.

Avrupa uzun süredir bu iki güç arasında denge kurmaya, ne doğrudan Çin karşıtı blokta yer almaya ne de Amerikan güdümüne girmeme politikası tamamen yerle bir oldu ve 27 Temmuz anlaşmasıyla birlikte bu denge stratejisi tamamen çöktü.

Görünen o ki; Avrupa uzun yıllardır izlediği stratejik özerklik yaklaşımını tamamen kaybetti ve açıkça ABD'nin Çin'i çevreleme stratejisinde yer almayı kabul etti.

Gelinen noktada sorulması gereken asıl soru artık şu: Avrupa bu anlaşmayla ne kazandı, ne kaybetti?

Kısa vadede, büyük bir ticaret krizinin eşiğinden dönüldüğü gerçeği, enerji arzının güvence altına alındığı ve Amerikan yaptırımlarının bir kısmının önlendiği söylenebilir.

Ancak uzun vadeli tabloya bakıldığında Avrupa Birliği, kendi ekonomik, siyasi ve stratejik inisiyatifinden büyük oranda vazgeçti ve 2030'a kadar savunma özerkliği gibi hedefler konusunda yüksek ihtimalle gerçekleştiremeyeceği hedefler konusunda söz verdi.

Bir dönemin sonu

Sonuç olarak, 27 Temmuz 2025'te imzalanan bu anlaşma, Avrupa'nın sadece bir ticaret dengesini değil, stratejik özerkliğini de kaybettiğini gösteriyor.

Von der Leyen'in Trump karşısında AB adına verdiği tavizler, Avrupa tarihinde uzun süre tartışılacak bir kırılma anı olarak kalacak.

Zira; Avrupa'nın kendi kaderini tayin etme iradesi 27 Temmuz itibariyle artık son buldu.