ABD ve Çin'i büyük bir savaş mı bekliyor? Thucydides tuzağının sonuçları

Uluslararası kurumların erozyona uğraması ve işlevselliğinin sorgulanır hale gelmesi, Çin'in yükselişini hızlandırıyor ve Çin'in; Rusya, İran ve Kuzey Kore gibi benzer süreçleri yöneten aktörlerle birlikte hareket ederek, mevcut düzene meydan okuma kararlılığı ABD'nin küresel liderliğini her geçen gün tehdit ediyor. Thucydides tuzağı ya da modern güç geçişi olarak adlandırılan teori bu tür süreçlerin eninde sonunda büyük bir savaşa yol açacağını öngörüyor.

Dünya, hızla çok kutupluluğa doğru ilerlerken ve herkes ABD-Rusya rekabetine odaklanmışken, Washington Çin'in yükselişinin yönetilebileceğini varsayıyordu.

21. yüzyılın ilk çeyreğine gelindiğinde Çin'in yükselişine dair kaygılar artmaya başlamıştı. Ancak 2005 yılında ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Robert Zoellick, modernleşmenin mantığı ve biraz da ikna ile Çin uluslararası sistemde "sorumlu bir paydaş" haline gelebileceğini belirtiyordu.

Ancak bu öngörü yerini büyük bir rekabete ve özellikle ABD için büyük bir hayal kırıklığına bıraktı.

Gelinen noktada Çin; teknolojik üstünlükten ticaret koridorlarına, askeri ve uzay alanından nükleere kadar çok sayıda başlıkta ABD'ye karşı tam kapsamlı bir rakip haline gelmeyi başardı.

Çin kendisine, her konuda ABD liderliğindeki küresel düzeni kabul etmek yerine reddettiği, Washington ile çarpışma rotasına girdiği bir yol açmayı başardı.

THUCYDİDES TUZAĞI

Bu teorem, ilk kez beşinci yüzyılda bir Yunan tarihçisi tarafından, o zamanlar antik Yunanistan'da egemen güç olan Sparta ile yükselen rakibi Atina arasındaki çatışmayı incelerken ortaya konan modeldir.

Modern çağda ise uluslararası ilişkiler uzmanları bu teorem yeni bir isim bulmuşlardır. "Güç geçişi teorisi."

Tarihsel gerçeklik de, yükselen güçlerin rutin olarak hakim güce ve onun kurduğu uluslararası düzene meydan okumak için ortaya çıktığını ve sonunda çatışmaya yol açtığını ortaya koyuyor.

Güç geçişi teorisi, üstü kapalı ve çoğu zaman gözden kaçan bir başka gerçeği daha ortaya koymaktadır: Yerleşik gücün uluslararası düzeni yönetme biçimi, meydan okuyan gücün hırsları kadar önemlidir.

Meydan okuyanlar genellikle uluslararası ilişkileri yöneten mevcut yasalar, normlar ve kurumlar dahilinde hareket etmek zorundadırlar. Buna karşılık, yerleşik güçler bu kuralları ve kurumları kendi konumlarını koruyacak veya güçlendirecek şekilde düzenleme yeteneğine sahiptir.

İşte tam da bu noktada bu teorinin günümüzde nasıl birebir yeniden yaşandığını, günümüzde yaşanan Ukrayna ve Filistin örneklerinde görebiliyoruz.

Yerleşik güç olarak ABD, söz konusu İsrail olduğunda tüm düzeni ve uluslararası normları yok sayarak düzeni kendi lehine kullanma gafletini hayata geçiriyor.

Ve bu noktada teoremin ikinci aşaması da kendiliğinden devreye girerek, Çin, Rusya ve diğer güçlerin küresel düzeni değiştirmeye yönelik yeni yapılar oluşturduğu bir meydan okumayı ortaya çıkarıyor.

Başka bir deyişle, teoremin asıl sonucu olan şey ortaya çıkıyor ve hegoman gücü yenmeye çalışmak değil, uluslararası düzeni onun kontrolünden çıkarmak için daha büyük adımlar atılıyor.

SÜREÇ NEREYE EVRİLECEK?

Thucydides tuzağı ya da modern güç geçişi teorisi bu tür süreçlerin eninde sonunda büyük bir savaşa yol açtığını savunmaktadır.

Bugün bu teori, Amerika Birleşik Devletleri ve Çin'e de uygulandığında, bu çerçeve vahim bir sonuca işaret etmektedir.

Ekonomi ve askeri alanda artan rekabette "tam bir güç geçişi noktasına geldiğinde" bu durum, büyük bir savaşı da beraberinde getirecektir.

Çin bir yandan, ekonomik gücünü diplomatik güce dönüştürmek amacıyla Asya Altyapı Yatırım Bankası aracılığıyla "göze çarpan bağışlar" ve "hayırseverlik faaliyetlerinde" bulunurken, diğer yandan da Bir Kuşak Bir Yol projesi ile uluslararası ticarette etkin bir noktaya doğru ilerliyor.

Çin ayrıca yine yarım asırdan fazladır ABD hegemonyasında olan savunma sanayi ve uzay çalışmalarında dev adımlar atarak, hem küresel bir etki yaratıyor hem de ABD hegemonyasına meydan okuyor.

Teoreme göre istediği noktaya gelene kadar yükselen bir güç, iktidarı elinde tutan gücün kurallarına uyum sağlayarak kendi kabiliyetlerini daha hızlı bir şekilde genişletebilir.

Örnek olarak Çin, büyük bir nükleer cephanelik inşa etme çabalarına rağmen 1996'da Kapsamlı Nükleer Test Yasağı Anlaşması'nı imzalamayı kabul etmiş ve ABD'nin kurallarına uyduğunu göstermiştir. Ancak geçen zamanda Çin'in nükleer kapasitesi giderek artmış hatta ABD Dışişleri Bakanlığı'nın 2023 raporuna göre 2030 yılına kadar ABD'yi geride bırakacak bir noktaya gelmiştir.

Çin teoremin tüm şartlarını yerine getirirken, Washington ise mevcut uluslararası kurumları güçlendirmek ve hatta reforme etmek yerine, uluslararası düzeni her zamankinden daha parçalı ve tartışmalı hale dönüştürüyor.

Uluslararası kurumların bu şekilde erozyona uğraması ve işlevselliğinin sorgulanır hale gelmesi, Çin'in yükselişini hızlandırıyor ve Çin'in; Rusya, İran ve Kuzey Kore gibi benzer süreçleri yöneten aktörlerle birlikte hareket ederek, mevcut düzene meydan okuma kararlılığını artırıyor.

DAHA FAZLA DOST DAHA FAZLA GÜÇ

Son zamanlardaki güç geçişi teorisi, ABD'nin gücünü sürdürebilmesi için liberal düzeni yeniden inşa etmesi gerektiğini açıkça ortaya koymaktadır.

Ancak düzenin gerçek anlamda yeniden yapılandırılması için ABD'nin müttefiklerinin de desteğine ihtiyacı vardır.

Zira; uluslararası bir düzen tek başına bir hegemon tarafından inşa edilemez ya da yeniden inşa edilemez; bunun için istekli bir koalisyon gerekir.

Örneğin, hegemonlar arasında doğrudan çatışmayla sonuçlanmayan bir güç geçişi örneği olarak tanımlanabilecek Soğuk Savaş'ı ele alalım.

O dönemde; Sovyetler Birliği'nin yükselişiyle karşı karşıya kalan ABD, Batı'yı güçlendirecek ve Sovyet meydan okumasını kontrol altına almaya yardımcı olacak şekilde liberal bir uluslararası düzen inşa etmek için ittifaklarını kullanabildi. "Komünist tehdit" yaklaşımı Washington'un müttefiklerine ve ortaklarına bu tür çabaları desteklemeleri için açık bir gerekçe sağladı.

Batı liderliğindeki yeni düzen hem NATO gibi askeri ittifaklarda hem de BM gibi uluslararası kurumlarda dengeleri kendi lehine oluşturmayı başardı.

Ancak bugün, ABD öncülüğünde bir uluslararası düzene destek verilmesi, hemen hemen hiçbir ülke için o dönemdeki kadar mantıklı gerekçelere dayandırılamıyor.

ABD, Batı'nın çıkarları uğruna Birleşmiş Milletler ve Uluslararası Ceza mahkemesi gibi uluslararası düzeni "koruyan" tüm kurumların altını oyuyor.

Pek çok ülke hem Çin hem de ABD ile iş yapmaktan memnun ve bu esnekliği korumak istiyor. Hatta NATO müttefiki olarak Soğuk Savaş ve sonrasında ABD'nin en büyük müttefikleri olan Avrupa ülkeleri bile, Çin ve ABD arasında bir tercih yapmak zorunda kalmak istemiyor.

Artık ağırlık merkezi Batı'dan uzaklaşıyor ve bir güç değişimi yaklaşıyor.

Sonuç:

Eğer ABD ve müttefikleri, bu sonuçtan kaçınmayı umuyorsa, sadece Çin'le yüzleşme stratejisi ile hareket edemez.

Zira çerçeve artık çok daha geniş.

Çin ve Çin gibi düşünen ülkelerin oluşturduğu resmi ve gayrı resmi ittifaklar, ABD tarafından altı oyulan ve tamamen Batı'nın çıkarlarına hizmet eden uluslararası yapıların revizyonuna ortak edilebilirse, dünya daha yumuşak bir "güç geçiş süreci" yaşayabilir.

Aksi takdirse ise tarihsel örneklerinde gösterdiği üzere büyük bir savaşın yaşanması kaçınılmaz hale gelir.