13 yıllık Suriye iç savaşında neler yaşandı? Suriye'de bu noktaya nasıl gelindi? Bundan sonra ne olacak?

Suriye'de 1963'de iktidara gelen Baas Partisinin 61 yıllık kanlı iktidarı, 2011'de özgürlük talebiyle başlayan halk hareketlerinin şiddetle bastırılmak istenmesiyle patlak veren iç savaşta, başkent Şam'ın rejimin kontrolünden çıkmasıyla çöktü. Peki 13 yıllık Suriye savaşında neler yaşandı? Bu noktaya nasıl gelindi? İşte detaylar...

Mehmet Selvitop

Güvenlik anlaşmaları, göç dalgaları, terör örgütleri, istihbarat ve vekalet savaşları ve sonuç...

1955 yılında Humus Askeri Akademisini pilot subay olarak bitiren Hafız Esad, mezuniyetinin ardından uzun bir süre Sovyetler Birliği'nde havacılık eğitimleri aldı.

1961 yılında ise Suriye'de yaşanan iç karışıklık sonrası Suriye Ordusu tarafından ihraç edildi ancak o, iktidarı eline geçirmek isteyen Baas Partisi'nin yanında yer alarak 1963 yılında gerçekleştirilen askeri darbede rol oynayarak Suriye Silahlı Kuvvetleri'ne geri döndü.

Ancak bu gelişme Hafız Esad için yeterli değildi.

1965 yılında Hava Kuvvetleri Komutanlığı'na yükselen Hafız Esad, ardından Şubat 1966'da Savunma Bakanı oldu. 1969-1970 yılları arasında Baas Partisi'nin sivil ve askerî kanatları arasında baş gösteren iktidar mücadelesinde etkin biçimde yer aldı.

Bu çatışmayı doruğa çıkaran Ürdün'deki iç savaşın ardından ise 13 Kasım 1970 tarihinde askerî bir darbeyle iktidarı ele geçirdi.

Hafız Esad Mart 1971'de yapılan sözde halk oylamasıyla da devlet başkanı seçildi.

İşte Esad ailesinin Aralık 2024'de kadar sürecek olan yaklaşık 64 yılık zülüm süreci böyle başladı.

BEŞAR ESAD DÖNEMİ

20 binden fazla insanın katledildiği Hama Katliamı ve terör örgütü PKK'ya kucak açması da dahil olmak üzere 19 yıl boyunca baskıcı Baas rejimi ile ülkeyi yöneten Hafız Esad'ın ölümü sonrası ise Suriye yönetiminin bir hanedanlık gibi oğluna geçtiği bir süreç yaşandı.

Suriye'yi 1970'li yıllardan beri katı bir şekilde yöneten Hafız Esad'ın koltuğunu devralması beklenen büyük oğlu Basil Esad, 1994 yılında bir trafik kazasında hayatını kaybetti. Ve bu gelişmenin ardından Suriye'deki iktidar Beşar Esad'a kalmış oldu.

Beşar Esad 2000 yılında "reform" sözü vererek babasının yerine geçti. Baasçı devlet tarafından lanse edilen "Arap sosyalizminin" yerini piyasaların almasına izin vereceğini ve eski patronaj ağlarını ortadan kaldıracağını vaat etti.

Ancak Esad'ın 2000-2010 yılları arasındaki sözde reformları, sadece iktidara ortak olan yüzde beşlik bir kısım olan Baas rejiminin yandaşlarına yararken halkın geri kalanı ise özellikle 2006'da başlayan ve 2010 yılına kadar devam eden kuraklık nedeniyle daha da fakirleşti. Esad yönetimi ise bu kesimi görmezden gelmeye devam etti.

Aslında 2000 yılında koltuğa oturan Esad'ın ülkeyi nasıl yöneteceğine dair beklentiler ise 1995 yılında Wall Streer Journal'a verdiği bir demeçte net bir şekilde anlaşılıyordu.

Beşar Esad o demecinde; "Ayakkabımızla insanların kafasına bastırmadan bizim toplumumuzu yönetmenin yolu yok" ifadelerini kullandı.

Esadlar yaklaşık 64 yıl boyunca sadece otokratik değil aynı zamanda kleptokratik bir sisteme başkanlık etti.

Zira; ülke içerisinde Baas Rejimi'ne sadakatı sağlamak için askeri gücünü kullanan Esadlar, aykırı noktalarda Suriyelileri rejime bağlamak için uyguladıkları baskının yanı sıra, Baas rejimine yakın kalabilmesi için de bazı azınlıklara da maddi destek ve yetkiler sağlıyordu.

İşte bu nedenle, 2011 ayaklanması iç savaşa dönüşürken azınlık gruplarının pek çok üyesi rejime sadık kaldı.

SURİYE İÇ SAVAŞI NASIL BAŞLADI?

Arap Baharı Aralık 2010'da Tunuslu bir seyyar satıcının kendini yakmasıyla başladı.Bu eylem Tunus'ta ve ardından Orta Doğu ve Kuzey Afrika'da protestolara yol açarak Tunus, Mısır ve Yemen'de iktidarların değişmesine neden oldu.

Bu olaylardan esinlenen on beş çocuk, Suriye'nin güneybatısındaki yoksulluk içerisinde bulunan Deraa kentinde bir okulun duvarına sprey boyayla şu yazıyı yazdı: "Halk rejimin düşmesini istiyor."

Bu çocuklar kısa bir süre içerisinde tutuklandı ve işkence gördü. Onların arkasında toplanan göstericiler ise polisle çatıştı ve kısa süre içerisinde protestolar ülkede yayılmaya başladı.

Aslında birçok protestocu rejim değişikliğinden çok daha mütevazı bir şey istiyordu. Siyasi tutukluların serbest bırakılması, yarım asırlık olağanüstü halin sona ermesi ve ülkede azınlık olan Baas taraftarlarının faydalandığı haklardan yararlanmak.

Ancak Esad yönetimi protestoculara sert karşılık vermek konusund kararlıydı.

Rejim karşıtı protestolar kısa sürede Dera'dan Şam, Hama ve Humus gibi büyük şehirlere yayıldı. Dera'daki olaylar başka yerlerde olacakların haberici niteliğindeydi.

Suriye ordusu silahsız protestoculara ateş açtı ve kitlesel tutuklamalar gerçekleştirdi. Gözaltı merkezlerinde işkence ve yargısız infazlar sık sık rapor ediliyordu.

Ardından Nisan 2011'in sonlarında Suriye ordusu tanklarla Dera'yı kuşattı.

Sivil ölü sayısı arttı ve bölge sakinlerinin gıda, su, ilaç, telefon ve elektrik bağlantısı kesildi. Esad rejimi Dera'da, rejim karşıtı halka karşı adeta bir Holokost gerçekleştiriyordu.

Uluslararası kınamaların ardından rejim bazı tavizler verdi. Ancak Deraa'daki tepkisini protestoların olduğu diğer yerlerde de tekrarlamaya devam edince, tüm bu gelişmeler muhaliflerinin silahlanmasına yol açtı.

SURİYE'DE YENİ GERÇEKLİĞİN İLK ADIMLARI

Temmuz 2011'de Esad'ın ordusundan ayrılan bir grup asker Özgür Suriye Ordusu'nu (ÖSO) kurduklarını açıkladılar.

Ancak ilk zamanlarında ÖSO savaşçıları, çoğu zaman operasyonlarını koordine edemedi ve bazen de farklı bölgesel destekçilerini yansıtan rakip çıkarlara sahip oldu. Kaynakların kısıtlı olması nedeniyle zaman zaman korumakla yükümlü oldukları nüfusu koruyamadı.

Esad rejiminin işkence ve cinayetleri, Suriye'deki kaostan faydalanmak isteyen El Kaide militanları tarafından istismar edildi. Ocak 2012'de Nusra Cephesi adlı bir grup kendisini El Kaide'nin Suriye kolu olarak ilan etti ve bir sonraki ay El Kaide lideri Eymen El Zevahiri bölgedeki gruplara, rejime karşı cihada katılma çağrısında bulundu. Nusra Cephesi savaş alanında rakip muhalif gruplardan daha büyük başarılar elde ettikçe Suriyeli ve yabancı katılımcılar kazandı.

Nisan 2013'te Irak'taki El Kaide'nin kalıntılarından oluşan ve kendilerine Irak IŞİD adını veren bir grup ortaya çıktı ve katliamlarda Nusra Cephesi'ni bile geride bıraktı.

Birkaç ay içinde bu grubun güçleri Suriye'nin doğusu ve Irak'ın batısını kapsayan topraklar üzerinde kontrol kurdu. IŞİD ve onlara katılan diğer aşırılık yanlısı grupların yükselişi giderek artan mezhepsel çatışmayı besledi ve IŞİD kontrolündeki bölgelerde yaşayan siviller bölgeyi tamamen terk etmek zorunda kaldı.

Ancak Suriye'de aşırılık yanlısı grupların yükselişi esasen Esad rejimininin kendi eseriydi.

Zira Esad ortaya çıkan yeni durumu avantaja çevirerek iktidarı korumak istiyor bunu da dünyaya, kendi yönetimi ile bu kesimler arasında bir seçim olarak sunmaya çalışıyordu.

2011 yılının ortalarında Esad rejimi, bölgedeki güçleri ve dünyayı bu ikilemde kendisini seçmesi ve ülke içerisindeki isyanı itibarsızlaştırmak için yüzlerce IŞİD militanının hapishanelerden serbest bıraktı.

Bu andan itibaren hem Esad güçleri hem de Esad'ın hedefi doğrultusunda kullanmak istediği bu gruplar, düzenli olarak sivilleri hedef almaya başladı.

Esad rejiminin 2013 yazında kullandığı kimyasal silahlar nedeniyle yaklaşık 1.400 sivilin hayatını kaybetmesi dünyada infial uyandırdı. O tarihten bu yana geçen yıllar içinde de Esad Rejimi büyük sivil kayıplara yol açan yıkıcı konvansiyonel silahlar kulllanmaya devam etti.

Rejim düzenli olarak kuşatma ve hava bombardımanları ile toplu cezalandırma taktiklerine başvurmaya devam etti.

Tüm bu gelişmelerin ardından Suriye uluslararası bir arenaya dönüştü ve Rusya'dan İran'a, ABD'den Körfez ve Fransa başta olmak üzere batı devletlerine kadar çok sayıda ülke, gerek istihbaratları gerekse de vekil güçleri ile Suriye sahasında yer almaya başladı.

İÇ İSYANDAN ULUSLARARASILAŞMIŞ İÇ SAVAŞA

Suriye'deki iç savaşın derinleşmesi hem rejim yanlısı hem de rejim karşıtı güçleri dış destekçilere bağımlı hale getirdi. Büyük güçler müdahalelerini derinleştirdikçe Suriye, bölgenin jeopolitik rekabetlerinin yaşandığı bir savaş alanı haline geldi.

Artan kayıplar ve firarlar Esad'ın ordusunu zayıflattıkça, rejim İran ve Rusya'ya giderek daha fazla güvenmeye başladı.

Lübnan'daki vekil gücü Hizbullah'a giden hayati kara yolunu korumak isteyen ve "Şİİ Hilali" olarak adlandırılan projesini hayata gerçirmek isteyen İran, rejimi desteklemek için milyarlarca dolar yatırım yaptı.

İran Devrim Muhafızları Esad'ın ordusuna danışmanlık yapmaya başladı ve uzun süre rejim askerleri ile birlikte Suriye topraklarındaki katliamlara ortak oldu.

Ancak İran'ın paramiliter gücü ve bir araya getirdiği milisler sahada rejim lehine kazanımlar elde edemedi.

Esad artık vekil güçler yoluyla tek başına ülkenin iktidarını elinde tutamayacağını anlamıştı.

Tarihler 2015 yılın gösterdiğine Esad, o ana kadar kendisine kritik bir diplomatik destek sağlayan Rusya ile masaya oturmak zorunda kaldı.

Zira Moskova 2011'de NATO öncülüğünde Libya'ya yapılan müdahaleyi ve ardından yaşanan kaosu gerekçe göstererek BM Güvenlik Konseyi'nde Suriye rejimini cezalandıracak önlemlerin tamamını veto etmiş ve uluslararası müdahaleyi engellemişti.

Rusya ve Esad 2015 yılında bir güvenlik anlaşması imzaladı ve Eylül 2015'te Rus hava kuvvetleri Suriye'de konuşlanarak çatışmaya doğrudan girmiş oldu.

Moskova hava saldırılarının öncelikli olarak IŞİD ve El Kaide'yi hedef alacağını iddia etse de bunu asla yapmadı ve Suriye'de Esad rejiminin iktidarda kalmasını önceleyen bir politika ile Suriye hava sahası başta olmak üzere Esad'ın katliamlarına karşı atılacak olan hamleleri engellemeye odaklandı.

Bu da Esad'ın ülkenin batı omurgası boyunca uzanan nüfus merkezleri üzerindeki kontrolünü güçlendirmesine yardımcı oldu.

Muhalif güçlerin de yabancı destekçileri oldu.

Amerika Birleşik Devletleri DEAŞ ile mücadele kapsamında askeri olarak varlığını meşrulaştırdığı Suriye'de, Fransa ve İngiltere'nin yer aldığı bir koalisyon ile hareket etti ve Körfez ülkelerinden de destek aldı.

ABD VE TERÖR ÖRGÜTLERİNİN "MÜTTEFİKLİĞİ"

DEAŞ'ın Türkiye'nin etkin mücadelesi ile temizlenmesinin ardından bölgedeki varlığını devam ettirmeye çalışan ABD, krizi fırsata çevirmek için Suriye'nin kuzeyinde fiili bir özerk bölge oluşturmak isteyen terör grupları ile ortak hareket etmeye başladı.

ABD'nin ve Batı başkentlerinin terör örgütü olarak kabul ettiği terör örgütü PKK'nın Suriye uzantıları olan YPG ve PYD'nin adını SDG olarak değiştiren ABD, bu grupları sözde "müttefik" ilan etti.

DEAŞ'ın 2014 yılında Türkiye sınırına yakın stratejik bir bölge olan Ayn ül-Arap'ı (Kobani) kuşatması bir dönüm noktası oldu.

Bu olayın ardından, bu bölgeyi DEAŞ'a karşı sözde savunan terör örgütü YPG'nin önceliğinin; ülkenin kuzeyinde ABD desteği ile özerk bir bölge, diğer bir ifade ile Türkiye sınırı boyunca uzancak olan bir terör devleti kurmak olduğu net bir şekilde ortaya çıktı.

Tehlikenin farkında olan Türkiye, Suriye ile güvenlik anlaşması yapan Rusya, Şii Hilali hedefi ile Suriye sahasında bulunan İran ve ABD'ye rağmen 2016'dan 2019 yılına kadar terör örgütü ve uzantılarının olduğu bölgelere Fırat Kalkanı Harekatı, Zeytin Dalı Harekatı ve Barış Pınarı Harekatı gibi başarılı operasyonlar düzenledi.

Türkiye, NATO ortağı olan ABD'nin sözde müttefiklerini kendi sınırından uzaklaştırırken, aynı zamanda bu grupların yeniden varolmasını engellemek için de Suriye içerisindeki Suriye Milli Ordusu'nu desteklemeye başladı.

Türkiye diğer ülkelerin emperyalist hedeflerinin aksine, hem halkına zulmeden Esed rejiminin karşısında yer aldı, hem kendi ulusal güvenliğini savundu hem de Suriye'nin toprak bütünlüğünü de bozacak olan projenin önünü kesmiş oldu.

İç savaş Ekim 2019'da o dönem ABD Başkanı olan Trump'ın Suriye-Türkiye sınırındaki Kürt savaşçıları destekleyen yaklaşık bin ABD askerini çekmesiyle yeni bir aşamaya girdi.

Bu sürpriz hamle Türkiye'nin 2016 ve 2019 yılları arasında gerçekleştirdiği operasyonların da önünü açtı. Geri dönen mülteciler için 30 km derinliğinde bir tampon bölge oluşturmak amacıyla hareket eden Türkiye nokta operasyonlarına devam etti ve gerçekleştirdiği operasyonlarda oluşturduğu İdlib dahil olmak üzere sivil halkın yaşadığı alanları korumayı başardı.

Biden yönetiminin gelmesi ile birlikte ABD'nin SDG adı verdiği PKK uzantılarına desteği devam etse de, terör grupları Suriye'nin kuzeyine sıkıştı ve hedeflediği şekilde genişleyemedi.

MÜLTECİ KRİZİ

Suriye'nin savaş öncesi yirmi iki milyonluk nüfusunun yarısından fazlası şiddet nedeniyle yerinden edildi. Yaklaşık yedi milyon kişi ülke içinde yerinden edildi ve neredeyse bir o kadarı da ülke dışına kaçmak zorunda kaldı.

En ağır yükü ise komşu ülkeler üstlendi. Beş milyondan biraz fazla nüfusu olan Lübnan sekiz yüz bin Suriyeliye ev sahipliği yaparken, yarım milyondan fazla Suriyelinin yaşadığı Ürdün de mültecilerin sınırı geçmesini yıllarca engelledi.

Üç milyondan fazla Suriyeliye ev sahipliği yapan Türkiye ise bu yükü en fazla sırtlayan ülke oldu.

Dünya kendi refahına tehdit olarak gördüğü insanlara sırtını dönerken ve mülteci botlarında hayatını kayberek kıyıya vuran Aylan bebeklerin ölümünü duyarsızca izlerken, Türkiye sorumluluk alarak daha büyük insani felaketleri engelleyen bir anlayışla hareket etti ve insanlık onuruna sahip çıktı.

Ve artık topraklarını kaybeden tüm Suriyeliler için özgür bir şekilde topraklarına dönmelerinin önü açıldı.

SON KATRE

13 yılda yaşanan katliamlar, değişen dengeler, uluslararası müdahaleler, istihbarat ve vekalet savaşlarının ardından bugün itibari ile Suriye'de Esad rejiminin olmadığı yeni bir dönem başladı.

Suriye'de muhaliflerin rejime yönelik olarak yaklaşık on gün önce başlattığı 'Saldırganlığı Caydırma Operasyonu' sahada dengeleri değiştirdi. Önce Halep'i daha sonra Hama'yı ele geçiren muhalif güçlerin yolculuğu son olarak Humus ve Esad rejiminin kalesi olan Şam'da son buldu.

Bu gelişme sonrası ülkeden kaçtığı açıklanan Esad'la birlikte, Suriye'de Beşar Esad'ın 1970 yılında Baas darbesi ile başa geçtiği ve daha sonra Beşar Esad'ın devam ettirdiği yaklaşık 64 yıllık zülüm dönemi de sonra erdi.

Geriye iki önemli nokta kaldı.

İlki topraklarını özgürleştiren ve bugüne kadar muhalif olarak adlandırılan Suriye'nin gerçek sahiplerinin özgür ve bağımsız bir Suriye'yi yeniden inşaa etmesi, ikincisi ise Suriye'nin kuzeyinde terör devleti kurma adı altında faaliyet gösteren terör gruplarının kökünün kazınarak Suriye'nin toprak bütünlüğünün sağlanması.

Bunu sağlayacak olan tek güç ise artık ne Esad'ı 13 yıldır koruyan Rusya ve İran ne de terör örgütlerini müttefik olan tanımlayan ABD ve batılı ortakları. Bunu sağlayacak olan tek ülke Türkiye...