Ülkemiz 100 yıllık tarihi boyunca cunta, darbe, postmodern darbe, darbe girişimi, muhtıra, e-bildiri, kalkışma, küresel operasyon, kriz ve kaos gibi kavramların hepsiyle tanıştı, hepsiyle yüzleşti, yaşadıklarıyla sarsıldı ancak yıkılmadı. Yaşatılan utanç günlerinin, günlüğünde ise sürekli medya yazılıydı. Senaryoyu yazanlar bazen başrol bazen de figüranlığa layık görüyordu… Ancak aldıkları temel görev, utanç günlerine önce zemin hazırlamak sonra meşrulaştırmak oluyordu. Günlükler incelendiğinde sözde bu gazeteciler, vesayetçiler ile büyük bir uyum içerisinde çalıştıklarına tanıklık ediyoruz. Hatta bugün bile 27 Mayıs 1960’da gerçekleşen ve demokrasiye vurulan en büyük darbelerden birinin yıl dönümünde ‘Tekzip Cumhuriyet’inde kanlı Mayıs’ı kanlı kalemiyle savunabiliyor, TELE 1’de ekran karşısına geçerek Şebbihaları kıskandıracak derecede timsah dansı yaparak darbeyi kutlayabiliyorlar. Savunma ve dansta iyi olduklarını biliyoruz. 12 Eylül 1980 darbesinin baş mimarlarından dönemin meşhur işkenceci askeri savcısı Albay Nurettin Soyer’in oğlu da öyledir. Hem maske takar, hem dans eder, hem de sıkı savunur. Piste çıktığı an üçünü birden yapabilme yeteneğine sahip nadir isimlerdendir. En temel ortak yönleri atalarından aldıkları pisti asla kimseyle paylaşmamaları, sahneye çıktıklarında sonuna kadar tepinmeleridir.. Özetle maskeli balo hiç bitmez.
Kayıt dışı siyaset
Yaşatılan utanç günlerinin, günlüğüne dönecek olursak, gazetecilerin özenle imzalarını attıkları yalan haberlerini hatırlarız. Haberlerini besleyen güç ise kayıt dışı siyasettir. Onların da silahı yalan, iftira ve fitnedir. İhtisas alanları ise şiddetin dilini mermi olarak kullanabilme ve utanma duygularını yitirmeye kodlanmalarıdır. Vicdan mı? Koltuk için her yol meşrudur anlayışını benimseyenlerin vicdanımı olur mu? Olmaz. Günlüklerde gazeteciler ve sözde siyasetçi özde vesayetçilerin dışında sahada aktif rol üstlenen provokatörler ve tetikçiler vardır. Günlüklerde de kendilerine rastlarız. Kanlı 1 Mayıs, Sivas, Çorum, Maraş olayları, Gazi Mahallesi, 6-8 Ekim ve Gezi kalkışması gibi kaosa zemin hazırlayan ya da hazırlamayı amaçlayan amatör gibi duran ancak profesyonelce sahnelenen süreçlerden biliriz kendilerini.
Faili belli cinayetler
Faili meçhul olarak sunulan, faili hep belli olan; Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Bahriye Üçok, Necip Hablemitoğlu, Hrant Dink cinayetleri, Zirve Yayınevi katliamı, Papazların hedef alınması ve Danıştay saldırısında karşımıza çıkmışlardı. Her cinayet bir darbe girişimine doğru yol almış, her katliam bütünlüğümüzü hedef yapmış, her saldırı toplumsal barışı zedelemişti. Ve tüm bu süreçlerde vesayete hizmet eden gazeteciler katili gizleme görevini profesyonelce yerine getirmiş, siyasi iradeyi hedef almaktan geri durmamıştı. Perdelemeye başladıkları anda, gri propaganda işi sandıktan umudunu kesen siyasi oluşumlara verilmiş, iktidar psikolojik harp taktikleriyle hedefe oturtulmuştu.
Düşman kardeşler ittifakı
Daha yakın dönemin utanç günlüklerine bakacak olursak karşımıza 17 /25 Aralık küresel operasyonunun çıktığını görürüz. Düşman kardeşler ittifakı. 28 Şubat’tan bu yana yeni bir darbe bekleyen, beklemekten vazgeçmeyen stratejik ortaklar… FETÖ’nün kripto mesajlarıyla birleşen karanlık yürekler. Önce sosyal medyayı devreye soktular. Algı çalışmalarını muhalefet partileriyle birlikte yürüttüler. Görsel ve yazılı medya manipülasyonda sınır tanımadı. Gerek şantaj yolu gerekse de iftira ve karalamalarla ekranları kapladılar, gazetelerden taştılar, kürsülerden millete parmak salladılar. Devletin şah damarını kesmeye kalktılar. Başaramadılar ama vazgeçmediler. Yeni bir takvim belirleyip 15 Temmuz işgal girişimi için stratejik ortaklıklarını derinleştirdiler. Terör saldırıları ile başladılar. Sistematik bir şekilde ekonomiyi hedef aldılar. Milletin sinir uçlarına dokunan manipülatif haberlerin sayısını artırdılar.
Dijital medya ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve hükümetin devrileceğine yönelik algı operasyonlarını devreye soktular. Türkiye tarihinin en kanlı terör saldırısı, işgal ve darbe girişimi olan 15 Temmuz’a zemin hazırlamak için trol hesapları devreye soktular. Türkçü, Kürtçü, türkücü, sağcı, solcu, Atatürkçü, Kemalist maskeli troller, kanlı girişim öncesi devlet sırları niteliğindeki bilgilerin içeriğini değiştirerek iktidarı hedef aldılar, darbe imalarında bulundular, hakareti olağanlaştırıp, yalanı meşrulaştırmaya kalktılar, devletin üst düzey bürokratlarını açık açık tehdit ettiler. FETÖ’nün sosyal medyada verdiği mesajları ana muhalafet partisi provokatif bir şekilde propaganda malzemesi yaptı, Pensilvanya sufle verdi onlar seslendirdiler. Konuşma metinleri ile FETÖ’nün sosyal medyada verdiği mesajlar bire bir örtüşürken, hep birlikte “Yatakta basıp şafakta alacaklar” “İyi bir çıkış yok artık! Kötü, daha kötü, en kötü çıkış var, Kötü olan darbe diyelim, gerisini siz tahmin edin”, “Sürgündeki Erdoğan ve Erdoğan sonrası döneme hazırlık”, “Tümsek çoktan aşılmış; aydınlık günler de yakındır”, “Cumhurbaşkanı için iki ihtimal vardır. Ya saraydadır ya hapishanededir” şeklinde paylaşım ve açıklamalar yaptılar…
Yalan terörü yine devrede
Birden durdunuz değil mi? Süreç geride bıraktığımız son altı aya ne kadar da benziyor?
Önce ekonomik operasyonlar. Orman yangınları, yakanlar tarafından başlatılan manipülasyonlar. Depremler. Depremler üzerinden dezenformasyon. Çığlar, enkaz altında kalan acılarımızı propaganda aracı olarak kullanmalar. Terör olayları. Derken İdlib. Libya… Eş zamanlı sosyal medya üzerinden yaygınlaştırılan yalanlar, ana muhalafet partisi eliyle başlatılan tersten propaganda, şehit cenazelerinde timsah gözyaşları, bazen gülmeler, kendilerini açık etmeler, terörizmi değil de SİHA ve İHA’ların hedef gösterilmesi, terörle mücadeleye gölge düşürmeye kodlanan sözde siyasiler, kutuplaştırmayı derinleştirecek eylemler, önce ezanların ıslıklanması sonra sabote edilmesi…
Anlaşılan işareti almışlardı. Önlerinde engel gördükleri kim varsa itibarsızlaştırmaları gerekiyordu. Öyle de oldu. Yalanla etkin mücadele eden, terörizmin medya sözcülerinin operasyonlarını boşa çıkartan, kamu diplomasisinde tarih yazan İletişim Başkanlığı hedef alındı, yerli ve milli savunma projeleri gölgelenmeye çalışıldı.. IMF ile gizli görüşmeler yapıldı ve IMF’nin haciz memuru konumunda olan ve ekonomik tetikçilik yapmaya devam eden siyasiler eş zamanlı milli ekonomiyi yıpratmayı denedi. Ve açlık grevleri üzerinden provokasyon çabaları... Korku filmi gibi!.. Hiç utanmadılar da. Ölüm emrini kendileri verdi, kendileri konuyu TBMM’ye taşıdı, hayatını kaybedenler üzerinden yine kendileri siyaset devşirdi… Celladına aşık bir kitle de olup biteni görmezden geldi. Katile katilsin diyemedi. Sosyal medya lejyonerlerinin karakter suikast denemeleri ile koronavirüs salgını üzerinden başlayan yalan ve iftira kampanyası izledi süreci. 7/24 başlatılan yalan haber furyası, üretilen sahte belgeler, küresel başarının gölgelenmesi için ana muhalefet partisi temsilcilerinin sergiledikleri duruş ile süreç devam etti. Durmadılar.
Ortak acı üzerinden provokasyon
Yeni bir hakaret furyası başlattılar. Bürokratları hedef gösterip tehdit ederken, açık açık darbe imasında bulundular. Anayasayı gayrimeşru ilan ederek, kayıt dışı siyaset arayışına girişilmişti ki eş zamanlı vefa gruplarını şehit ettiler, Adana’da ise çalışmalarını engellemek için saldırı dahil her yolu denediler, terörle mücadelede tarih yazan polisleri hedef gösterdiler, bekçiler üzerinden algı denediler. Tüm bunlar devam ederken, Londra merkezli bazı finansal kuruluşlar devreye girdi. Ellerinde olmayan Türk lirası ile hızlı bir şekilde ve yüksek miktarda döviz almaya kalkarak, Türk lirasına değer kaybettirmeye yönelik manipülatif ataklar yaptılar.
Derken, kiliselerden haçlar sökülmeye başlandı, Hrant Dink Vakfı’na tehdit e-mailleri gönderildi. Yalan terörü ise hem malum medyada hem de siyasilerin dillerinde devam etti.
Ve Barış Çakan… Yüreğimiz yandı. Ankara’da ezan okunduğu sırada yüksek sesle müzik dinleyen üç kişiyi uyardığı için bıçaklanarak hayatını kaybeden Barış Çakan üzerinden huzurumuza kastetmek için yalan terörünü tekrar devreye soktular. Tutmadı. Yalanlarıyla kendileri ve kendileri gibi düşünenleri zehirlemenin ötesine geçemediler. Son altı ayda söylem ve eylemleriyle hayal ettikleri zemini hazırlayamadılar. Kahroldular. Milli iradeye yapılan tüm saldırılar milletin sağduyusu, onurlu gazetecilerin doğru bilgiyi doğru anda devreye sokması, devletin şeffaf, yerinde ve hızlı refleksleriyle boşa çıkartıldı.
Yalan bataklığı
Ancak artık yeter. Muhakkak yalan terörüne karşı, etkin bir mücadele başlatılmalıdır. Bunun adı tekzip değil, çözümü para cezası değil, zorunlu yayın hiç değil, yalandan medyayı tümüyle arındıracak etkin yaptırımların biran önce TBMM’nin gündemine getirilmesidir. Vesayetin ve terörün beslendiği yalan bataklığı bizzat TBMM’de yapılacak yeni düzenlemelerle kurutulmalıdır. Dillerinde özgürlük, yüreklerinde faşistlik ve zulüm yatanların ellerinden yalan terörü alınmalıdır. Aynı şekilde yalan terörünü ve hakareti olağanlaştırmaya çalışan siyasetçilere karşı da caydırıcı önlemler alınmalı, kimse bu konuda dokunulmazlığa sığınmamalıdır. Yalan terörü ile hedef alınan geleceğimizdir. Geleceğimizi kafese almaya çalışanlara izin verilmemelidir.