Aksam.com.tr
Hasan Selçuk Turan
Kısa süre önce "Mavi Vatan" ile ilgili çıkışıyla gündeme gelen CHP'nin Dış Politikadan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Ünal Çeviköz, "Mavi Vatan'ın tarifine baktığınız zaman, egemenlik haklarının ötesinde alanı kapsayan ve bu şekilde egemenliğin daha geniş bir alana yayılmasını öngören bir kavram." dedi.
200 mile kadar uzanan bölgenin "Mavi Vatan" kapsamında egemenlik alanı olarak görülmesinin "saldırgan ve yayılmacı bir algı yaratacağını" savunan Çeviköz, Türkiye'nin Doğu Akdeniz başta olmak üzere hak sahibi olduğu karasularında yürüttüğü faaliyetlerden duyduğu rahatsızlığı dile getirdi.
Oysa; Fatih, Yavuz ve Kanuni sondaj gemilerinin yanı sıra Barbaros Hayreddin Paşa ve Oruç Reis sismik araştırma gemilerinden oluşan 5 gemilik filo, Doğu Akdeniz başta olmak üzere Türkiye'yi çevreleyen denizlerde Türk bayrağını dalgalandırarak Mavi Vatan'daki araştırmalarını sürdürüyor. Öte yandan, Montrö'yü işaret ederek bir bildiri imzalayan 104 amiral de, Çeviköz'ün sözlerine sessiz kalmayı tercih etmesi dikkat çekti.
Peki, zamanında Türkiye'yi Azerbaycan, Irak ve Birleşik Krallık nezdinde büyükelçi olarak temsil eden Ünal Çeviköz, Doğu Akdeniz'deki gerilimden Türkiye'yi sorumlu tutarak neyi amaçlıyor?
Bugün Türkiye'nin uluslararası hukuktan doğan haklarını korumasına karşı yükselen "Türkiye yapamaz." ya da "Tadımız kaçmasın." gibi ifadeler, akıllara Recaizade Mahmud Ekrem'in Araba Sevdası eserini getirdi.
Tanzimat sonrası Türk toplumunda ortaya çıkan alafranga tiplerle alay etmek amacıyla yazılan Araba Sevdası, romantik ve özenti anlayışa getirdiği eleştiri bağlamında Recaizade Mahmud Ekrem'in kalıcı eserlerinden biri oldu. İşte 5 adımda Araba Sevdası ve başkahramanı Bihruz Bey'in bugüne ışık tutan özellikleri...
1. Hiçlik ve yok olma üzerine
Araba Sevdası'nın konusu hiçliktir. Faaliyetlerini daha çok edebiyatın yenileşmesi yönünde yapan Recaizade Ekrem'i çağdaşları arasında benzersiz kılan tüm eylemleri eylemsizliğe, tüm öykünmeleri başarısızlığa, duyguyu abes duygusallığa ve düşü yokluğa dönüştüren bir roman yazmış olmasıydı.
Araba Sevdası'nda arabalar yok olur, sevdalar yiter, sevgili kayıplara karışır, metinler buruşturulmuş kağıtlar üzerinde boşluğa atılır, ilişkiler (özellikle de Bihruz'un annesiyle ve hocasıyla ilişkisi) çıkar ilişkisine dönüşür. Eylemler, Çamlıca'daki arabaların döne döne gidişini yineleyen "muttasıl ve müselsel devreden zencir-i müteharrik" gibi hiçbir yere ulaşamayan, bir kısır döngüyü, sanki aynı abes merkeze zincirlenmişçesine tekrarlayan eylemlerdir.
2. Mirasyedi Bihruz Bey
Babasının sağlığında iyi bir eğitim görmemiş, çok yüzeysel ve yarım yamalak bir eğitimin yanısıra şımartılan Bihruz Bey'in yetim kalışı, tahsilini yarım bırakışı, ve sefahata dalarak servetini tüketişi romanın daha ilk yirmi sayfasında özetlenir:
"Alelûmum mirasyedilerin düşündüğü gibi Bihruz Bey de servetini yemekle bitmez tükenmez zannederdi. Binaenaleyh ulu orta giriştiği istihlâkâta nakitten başlandı. Onlar bitince İstanbul tarafındaki en az irat getiren dükkanlar birer birer defolundu. Badehu Beyoğlu'ndaki ehemmiyetli mağazalara sıra geldi. Bunlar da elden çıkarıldı. İrat namına Galata'da bir han kalmış idi. Nihayet o da satıldı. Mülk olarak elde Süleymaniye'deki konak ile Küçük Çamlıca'daki köşkten başka bir şey kalmadı."
3. Kendini anlamak için sözlük
Eserin kendi kullandığı dili anlamak için Fransızca ve İngilizce sözlüklere başvuran; gene kendi kullanacağı bir sözcüğün, Osmanlıca yazılışını bilmediği için, sözlükten anlamını bulamayan başkarakteri Bihruz Bey muazzam bir vakadır.
Bu cehaletin hep "anlam"da ortaya çıkması ve Bihruz Bey'in yaptığı, söylediği, giderek yaşadığı her şeyi bir anlamsızlıklar yumağına çevirmesi, sorunun yalnızca cahil bir bireyin sorunu olmadığı, daha genelde paylaşılan bir sorun olduğu izlenimini verir. Burada sözüm ona 'sevda' konuşuyor:
"İşittiğin doğrudur, inan!.. İnan ki hal yamandır! Ağla ki tesellisi mümkün olmayan bir felaket içindesin. Yan yakıl ki dermanı bulunmayan bir derde uğradın. Ah! la bel blond! El e mort! (Çünkü Bihruz Bey'in sevdası Fransızca da öğrenmiş idi.)"
4. Gösteriş ve zırvalıkta en önde
Çamlıca'da şık bir züppe olarak görünebilmek için bir sürü anlamsız jest ve mimikle poz veren, soğukta dizlerinin üstünde bir kadife örtüyle titreyen, yaz sıcağında giyindiğinden haşlanan Bihruz Bey, gösteriş için her türlü zırvayı yapabilir.
"Bihruz Bey her nereye gitse, her nerede bulunsa maksadı görünmekle beraber görmek değil, yalnız görünmek idi."
5. Araba Sevdası'nda mizah
Yazar Recaizade Ekrem, Bihruz Bey'in saçmalıklarını sergilemek amacıyla yazdığı kısımlarda, bu saçmalıkları araya girip kendi sesiyle yargılayacağına, Bihruz Bey üslubunu benimseyerek anlatır.
"Periveş Hanımın landosu İstavroz'un üzerinden Beylerbeyi'ne doğru yokuş aşağı bir derecede süratle gidiyor ki, tekerlekler yere değmiyor! Lando'yu çekenler beygire asla benzemez bir çift mahlûkı acip. Bunları kullanan mahut parlak düğmeli (köşe) değil, Keşfi Beyin kendisi. Bihruz Bey yağız bir ata binmiş landoyu takip ediyorsa da bir türlü yetişemiyor, atı kırbaçlıyor, sürüyor, koşturuyor, tam landoya yetişeceği vakit hayvan geri geri gitmeye başlıyor; Bihruz Bey bu halden fevkalade müteezzi olduğu halde arkasına dönüp görüyor ki, (Madam Piyer) olması lazım gelen bir ihtiyar madam hayvanın kuyruğuna yapışmış geri geri çekip duruyor! Bu aralık Mösyö Piyer etekleri yerlere sürünür derecede uzun bir rop dö şambr giymiş, başında rengâmiz tüylerle müzeyyen bir kadın şapkası, iki koltuğunda da birer bordo şişesi olduğu halde birdenbire meydana çıkıyor: "Kes köse kö lamur? Se tön tambur! se ton tambur... me mon şer kavaliye! javü anfen kö lö bo seks vo miyö kün lapen!" diye haykırıp sıçradıkça landoyu deviriyorlar! Landonun içinden bir çift kaplumbağa ile bir de fino köpeği zuhur ediyor. Derken Bihruz Beyin yağız atı beyin altından sıyrılıp ve büyük bir atmaca gibi havalanıp uçmaya, kaplumbağalar dans etmeye, fino köpeği de (Belle Helene) operasından bir parçayı terennüm ederek havlamaya başlıyor."
Şimdi, hatıra gelen Çeviköz'ün de Batı'ya pek fonetik gelen bu konuşmaları Bihruz Bey'den günümüze bir merhabadır, kim bilir...