Trump'ın tutuklanması seçimleri nasıl etkiler?

Karşıtları, hakkındaki suçlamaları kullanıp adaylığını engellemeye çalışırken Trump da asıl hedefin kendi nezdinde Amerikan halkı olduğu söyleminden hareketle rakiplerine alan bırakmamaya çalışıyor.

AA

Bekir İlhan, eski ABD Başkanı Donald Trump'a yönelik suçlamaları ve yargı süreçlerini, Trump'ın bu duruma yaklaşımını, olayın toplumdaki yansımalarını ve olası etkilerini kaleme aldı.

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) iç politikasında Donald Trump'a yönelik başkanlığının daha ilk zamanlarından günümüze gelen suçlamalar, soruşturmalar, iddianameler ve ev baskınına kadar varan olaylar silsilesi devam ediyor. 2016 seçimlerine Rusya müdahalesi iddiası, 6 Ocak Kongre baskını, Trump'ın başkanlığı sonrası bazı gizli belgeleri elinde tuttuğu iddiaları başta olmak üzere Trump birçok kez Amerikan yargısıyla karşı karşıya geldi. Son olarak 2020 başkanlık seçimleri sırasında Georgia eyaletindeki seçim sürecine müdahale ettiği iddiası üzerinden Trump'a yönelik suçlamalar Amerikan siyasetinin gündemindeydi. Bu olay kapsamında Trump'ın sabıka fotoğrafının çekilmesi Amerikan siyasetinde yeni bir eşiği oluşturuyor.

Trump'ın adaylık durumu

Trump'ın yeniden başkan adaylığını ilan etmesi ve Cumhuriyetçi Parti içinde hala güçlü bir figür olması tüm bu yaşananların politik sebepleri olup olmadığı sorusunu gündeme getiriyor. Ancak gelinen noktada sebepleri ne olursa olsun, bu tutuklamanın 2024'teki başkanlık seçimleri için şimdiden politik sonuçlar doğurduğu aşikar. Çünkü hem Trump hem de Demokratlar meseleyi çoktan politikleştirmiş durumda. Demokrat çevreler "suçlu ve yozlaşmış" bir aday imajı üzerinden Trump'ın adaylık sürecini etkilemek istiyor. Diğer taraftan Trump ise "derin devletin" kendisine saldırdığı söylemi üzerinden bu süreci politik bir momentuma dönüştürmeye gayret ediyor.

ABD'nin kutuplaşmış politik atmosferinde bu durum "beyaz kimlik siyaseti" (white identity politics) olarak biliniyor. Bu sadece Cumhuriyetçilerin değil genel olarak Amerikan liberal çevrelerinin de dikkate alması gereken bir durum. Zaten bu kesimin kimlik siyasetine teşne olmasını tetikleyen faktörlerin başında da Demokratların içinde daha solda yer alan zümrelerin ırk, göçmenlik ve cinsiyet meselelerini ön plana çıkarması geliyor.

Trump suçlamalardan hüküm giyse bile başkanlık için yarışabilecek. Kendisi oy kullanmak için Florida'ya kayıtlı olduğundan böyle bir durumda bu eyalette seçme hakkı olmasa da başkanlık için seçilme hakkı olabilecek. Yani kendisi oy veremese de aday olursa kendisi için oy isteyebilecek. Aynı zamanda başkan seçilirse kendini federal suçlardan affedebileceğine yönelik bir görüş de var.

Bu noktada Trump'ın teknik olarak başkan seçilip seçilememesinden ziyade bu gelişmelerin adaylığını toplumsal ve politik düzlemde nasıl etkileyeceğine bakılmalı.

Demokratlar ve Cumhuriyetçiler ne düşünüyor?

Öncelikle söz konusu hukuki süreçler Trump için hem Demokratlara hem de Cumhuriyetçi Parti elitlerine karşı bir güç testi anlamına geliyor. Çünkü Trump, bu cendereden geçerse herkesi dize getirdiği gibi bir imaj oluşturarak seçim kampanyasını daha güçlü yürüteceğini biliyor. Bu gidişle, ABD'de 2024 başkanlık seçimlerinin adeta bir Trump referandumuna dönüşmesi kaçınılmaz. Ancak ilginç bir şekilde bu hem Trump'ın hem de Demokratların isteyebileceği bir durum. Karşıtları, hakkındaki suçlamaları kullanıp adaylığını engellemeye çalışırken Trump da asıl hedefin kendi nezdinde Amerikan halkı olduğu söyleminden hareketle rakiplerine alan bırakmamaya çalışıyor.

Trump'a yönelik suçlamalar ve yargı süreçleri Cumhuriyetçilerin kendi iç hesapları için de önemli bir konu. Cumhuriyetçi Parti'nin 2024 için aday adayları belli olduktan sonraki ilk televizyon tartışması geçtiğimiz günlerde yapıldı. Trump'ın parti içindeki konumu diğer adayların hala dikkate almak zorunda oldukları bir şey. Çünkü Cumhuriyetçi aday adayları Trump'a bir şekilde bir cevap üretmek zorunda hissediyor. Ancak bir noktada Trump seçmeninden de oy almak istedikleri için ona karşı açık bir cephe almaktan da kaçınıyorlar. Bu nedenle söz konusu tabanı tamamen kucaklayıcı olmasa da onları yabancılaştırmayacak bir çizgide kalmaya çalışıyorlar. Ancak Trump'a çok fazla yakınlaşıp da onun imajı tarafından da yutulmak istemiyorlar. Yine ilerleyen süreçte bazı aday adayları eğer Trump aday olmayı başarırsa başkan yardımcılığı koltuğu için şanslarını sürdürmek isteyeceklerdir. Özellikle bu adaylardan Vivek Ramaswamy'nin Trump ajandasına daha yakın bir söylem geliştirdiği söylenebilir.

Trump suçlamalardan hüküm giyse bile başkanlık için yarışabilecek. Kendisi oy kullanmak için Florida'ya kayıtlı olduğundan böyle bir durumda bu eyalette seçme hakkı olmasa da başkanlık için seçilme hakkı olabilecek. Yani kendisi oy veremese de aday olursa kendisi için oy isteyebilecek. Aynı zamanda başkan seçilirse kendini federal suçlardan affedebileceğine yönelik bir görüş de var.

ABD seçmeninin dönüşümü

Suçlama ve iddiaların toplumdaki yansımalarına bakıldığında, bu durum ABD'de son yıllarda artan kutuplaşmadan bağımsız düşünülemez. Demokrat ve liberal kesimlerin yargı sürecinin işlediği fikrinde olması anlaşılabilir. Diğer taraftan muhafazakar ve Cumhuriyetçi çevreler tarafından yargılamaların sadece hukuki süreçler olarak görüldüğü söylenemez.

Demokratlar ve Trump karşıtı Cumhuriyetçiler "Bu artık bildiğiniz Cumhuriyetçi Parti değil." söylemi üzerinden Trump'ın partiyi ve muhafazakar kitleleri dönüştürdüğü imasında bulunuyor. Amerikan sağ ve muhafazakar çevrelerinde bir değişim olduğu yadsınamaz. Ancak Trump'ın buradaki rolü iddia edildiği kadar büyük değil. Zaman zaman "Trumpizm" diye ifade edilse de bu dönüşüm aslında Trump'ı da aşan bir durum. Bu durum, Steve Bannon gibi Trump'ın danışmanlığını da yapmış aktivist politikacıların bir zamanlar temellerini attığı bir damarın parti içinde yükselmesi olarak okunabilir. Daha özel olarak orta ve alt sınıf, toplumsal statülerini kaybettiğini düşünen beyaz Amerikalılara hitap eden bir damar olarak da tanımlanabilir. Trump zaten yıllardır ufak ufak oluşmuş ve yükselişe geçmiş bir dalganın üzerinde sadece sörf yaptı.

Bu damar son yıllarda Amerika'da Cumhuriyetçi ve muhafazakar çevrelerde daha baskın bir hale geldi. Bu anlamda klasik Amerikan muhafazakarlığından farklı bir çizgi olarak ön plana çıkıyor. Trump da zaten geleneksel muhafazakar değerleri çok fazla merkeze almıyor. Kimilerine göre ise post-ideolojik Cumhuriyetçi Parti diye adlandırılan; ideolojik değerlerinden ayrışarak sadece Trump gibi bir liderin şahsı etrafında toplanıp partide hakimiyet kuran bir yapı söz konusu.

ABD'nin kutuplaşmış politik atmosferinde bu durum "beyaz kimlik siyaseti" (white identity politics) olarak biliniyor. Bu sadece Cumhuriyetçilerin değil genel olarak Amerikan liberal çevrelerinin de dikkate alması gereken bir durum. Zaten bu kesimin kimlik siyasetine teşne olmasını tetikleyen faktörlerin başında da Demokratların içinde daha solda yer alan zümrelerin ırk, göçmenlik ve cinsiyet meselelerini ön plana çıkarması geliyor.

Bu kesimin bir başka dikkat çeken özelliği medya ve Amerikan bürokratik kurumlarına güvenlerinin sarsılmış olması. Trump da bu güvensizliği iyi okuyan bir aktör. Trump'ın bu süreçte X platformuna dönmesi de önemli bir gösterge olarak görülebilir. Trump bu platformu gerek 2016 kampanyası gerekse de başkanlığı sırasında son derece aktif kullanmıştı. Medyaya ve Amerikan bürokratik kurumlarına karşı mücadelesinde kendisini en iyi bu platformun ifade ettiğine ve doğrudan kitlelerle buluşturduğuna inandığı için sonraki süreçte bu platformu daha sık kullanması sürpriz olmaz.

Trump'ın parti içindeki konumu diğer adayların hala dikkate almak zorunda oldukları bir şey. Çünkü Cumhuriyetçi aday adayları Trump'a bir şekilde bir cevap üretmek zorunda hissediyor. Ancak bir noktada Trump seçmeninden de oy almak istedikleri için ona karşı açık bir cephe almaktan da kaçınıyorlar.

Dış politikada olası değişimler

Son olarak tüm bu olayların dünya siyaseti için getirebileceği sonuçları ise Amerikan dış politikasındaki muhtemel değişiklikler bağlamında değerlendirmek gerek. 2024'te Trump veya başka bir Cumhuriyetçi adayın seçilmesinin en çok Rusya-Ukrayna savaşındaki dengeleri etkileyeceği söylenebilir. ABD'nin hali hazırda aktif olarak destek verdiği bu savaşa Cumhuriyetçi Parti içinden uzun süredir eleştiriler geliyor. Cumhuriyetçiler savaş eleştirisini Amerikan toplumunun belki de en kolay dikkat kesileceği alanlardan olması hasebiyle vergiler üzerinden yapıyor. Trump ise başkan olduğu takdirde savaşı 24 saatte bitireceğini iddia ediyor. Bu tarz bir söylem dış politikada daha önce de kısa ve öz slogan üretmesine alışık olduğumuz Trump için şaşırtıcı değil. Yine Amerikan kamuoyunda son yıllarda seçim müdahalesi gibi sebeplerden ötürü Rusya sürekli gündemde. ABD'nin Rusya-Ukrayna savaşında bir taraf olduğu da düşünüldüğünde başkanlık yarışında dış ve iç politika meselelerinin oldukça iç içe geçeceği tartışmaları izlemek mümkün.

[Bekir İlhan, University of Cincinnati, School of Public and International Affairs'te Siyaset Bilimi alanında doktora adayıdır.]

* Makalelerdeki fikirler, yazarına aittir ve Anadolu Ajansının editöryal politikasını yansıtmayabilir.