Suni krizler Amerikan hegemonyasının düşüşünü durdurabilir mi?

21. yüzyılda küresel ve bölgesel barışın yolu ABD hegemonyasından geçmemektedir. Zira Amerika'nın küresel siyasetinin bir parçası olan krizleri fırsata çevirme, suni krizler üreterek hegemonya devşirme politikaları iflas etmiştir.

Star/AcıkGorus

Emre Çalışkan/ AYBÜ

Amerikan dış politikasının önde gelen isimlerinden Henry Kissinger "Yeni Dünya Düzeni" tezleri tartışmalarında Amerika'nın dünyada hegemonik güç olması üzerine "Nihayetinde barış ancak hegemonya ya da güç dengesi ile sağlanabilir." cümlesini kurmuştu. Aynı Kissinger 2022 yılına gelindiğinde Rusya-Ukrayna savaşı üzerine "Rusya ve Çin ile kısmen bizim yarattığımız meseleler yüzünden savaşın eşiğindeyiz ve bunun nasıl sona ereceği ya da neye yol açacağı konusunda hiçbir fikrimiz yok." cümlesini kurdu. Henry Kissinger'ın yaklaşık 30 yıl arayla kurduğu bu iki cümle aslında Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) dünya üzerinde geldiği konumunu özetler niteliktedir. Bugün dünya üzerinde Amerikan hegemonyasının düşüşü hızla sürerken, bu düşüşü gören Amerikan politika yapıcıları yaşadıkları bu "hegemonik sıkışmayı" suni krizler üzerinden aşmanın peşine düşmüştür. Başka ülke ve bölgelerde yaşanan krizleri kendisine çıkış yolu olarak gören Amerika, bu krizler üzerinden bir şekilde hegemonyasını yenilemeyi başarıyordu. 1990'larda Körfez Krizi, sonrasında Irak'ın işgali gibi meselelerde bunu görmek mümkün. Ancak 2010'lu yıllardan itibaren düşüşe geçen küresel Amerikan hegemonyası kendine çıkış yolu bulmakta zorlanır hale gelmiştir. Eski stratejilerle yeni hegemonyalar peşinde koşma politikasının artık işlemediğini görmesi gerekir. Uzun yıllar yangınları kıyıda izleyerek, vekalet savaşları yoluyla krizler üreterek ya da krizleri derinleştirerek kendisine bir şekilde çıkış yolu bulan ve hegemonik güç üreten sistem artık çalışmamaktadır. Bunun en önemli iki göstergesi Rusya-Ukrayna Savaşı ve en son işgalci İsrail'in Filistin'de uyguladığı şiddettir. Geçmişte olduğu gibi bu iki krizin Amerika tarafından hegemonya üretme adına bir fırsat olarak değerlendirildiği aşikâr. Rusya-Ukrayna Savaşı üzerinden krizi derinleştirmeye yönelik çabaları bunun göstergesidir.

De facto çatışmalar

Eski Almanya Başbakanlarından Gerhard Schröder'in geçtiğimiz günlerde savaşın ilk zamanlarında "Ukrayna'nın İstanbul'da barış anlaşması imzalamasına ABD izin vermedi." sözleri bunu destekler niteliktedir. Rusya-Ukrayna savaşı ABD için derinleşmesi gereken suni bir krizden ibaretti. Rusya-Ukrayna savaşı üzerinden Avrupa'da -özellikle Almanya üzerinde- hegemonik gücünü artırmayı hedefleyen Amerika, bugün ise İsrail üzerinden Ortadoğu'da hegemonik güç devşirme peşine düşmüştür. Ortadoğu'da Arap Baharının kadük kalmasıyla birlikte kendi çıkarlarını tekrar elde etme adına bölgeyi tasarlamaya kalkışan ABD, bu girişiminde istediği neticeyi alamayınca de facto çatışmalar üzerinden bölgede krizin devamlılığını sağlama yoluna gitti. Trump döneminde artan bölgeden çekilme seslerine rağmen, ABD'yi tekrar "eski günlerine döndürme" hayali Biden'ın göreve gelmesi ile yeniden hayat buldu.

Suriye krizinin yıllarca çözüme kavuşmayan çatışma bölgesi olarak kalmasının sebeplerini, ABD'nin bölgedeki çıkarlarını henüz elde edememiş olmasında aramak gerekir. Düzen kurmaktan ziyade kriz yaratmak ve o kriz üzerinden güç devşirme siyaseti ABD'nin bölgede uyguladığı yegâne politikalardan birisi olmuştur.

BM işlevsiz

Yıllardır Ortadoğu'da var olan İsrail sorunu, İsrail'in Filistin'e uyguladığı işgal ve soykırım da ABD'nin bölgedeki çıkarları için derinleştirdiği suni krizlerden birisidir. İsrail'in tüm barbarlığına rağmen uluslararası örgütlerin işlememesi ve Avrupa başta olmak üzere İsrail'e verilen desteğin arkasında yine ABD bulunmaktadır. İşlevini yitirmiş Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nden İsrail aleyhine herhangi bir kararın çıkmaması, ABD'nin Avrupa başta olmak üzere ülkeleri İsrail'in yanında hizalandırma çabası krizi büyütme ve bölgedeki kaosu derinleştirme çabasından ileri gelmektedir. İsrail'in katliamlarına son verebilecekken ABD'nin takınmış olduğu bu krizi derinleştirme stratejisi, küresel barışı tehdit etmenin yanında İsrail ve ABD için uluslararası güven ve meşruiyet krizini de beraberinde getirecektir. Bu durumda Filistin'de dünyanın gözü önünde yaşanan soykırımından uzun vadede İsrail ve ABD'nin zarar göreceği de aşikâr. Bu politikalar rasyonalitesini yitirmiş, küresel hegemonyasını yitiren bir devletin panik halidir. ABD'nin İsrail'in saldırgan ve işgalci politikalarından kaynaklı ortaya çıkan krizi yönetmek, barışa katkı sağlamak yerine, krizi hegemonik güç devşirme fırsatı olarak görmesi bu panik halinin tezahürüdür. ABD Dışişleri Bakanı Blinken'ın Türkiye'ye İsrail sorunu nedeniyle yaptığı son ziyarette kullanmış olduğu "Biliyoruz, Dünya Amerika'dan bir şeyler yapmasını bekliyor, bizde bunun için gayret ediyoruz." cümlesi sahte bir hegemonik gücün zihin dünyasının dile gelmesinden ibarettir. Zira Ortadoğu başta olmak üzere bölge halklarının ve devletlerin Amerika'nın hegemonik devlet olarak yeniden dünyanın jandarması olması gibi bir beklentileri bulunmadığı gibi, ABD'nin artık evine dönmesinden başka bir dilekleri bulunmamaktadır. ABD artık rasyonalitesini kaybetmiş, hayalperest stratejiler peşinde koşan yaşlı bir hegemon hüviyetindedir. Bu hayalperestlik ABD'nin düşünü durdurmak bir yana, daha da hızlandıracaktır. Bugün geldiğimiz noktada ABD'nin tek kutuplu dünya düzenin artık geride kaldığını kabullenmesi, 21. yüzyılda Rusya, Çin, Türkiye, Hindistan gibi ülkelerin küresel ve bölgesel aktör olmaya başladığı yeni çok kutuplu bir dünyanın var olduğunu içselleştirmesi gerekir. Yeni aktörlerle hegemonik bir güç ilişkisinden ziyade, daha sağlıklı, eşit ve gerçekçi ilişkiler içerisine girme yönünde çabalar göstererek küresel barışa hizmet edebilir. 21. yüzyılda küresel ve bölgesel barışın yolu ABD hegemonyasından geçmemektedir. Zira Amerika'nın küresel siyasetinin bir parçası olan krizleri fırsata çevirme, suni krizler üreterek hegemonya devşirme politikaları iflas etmiştir.