AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik MYK sonrası açıklamalarda bulundu.
Çelik'in açıklamalarından satırbaşları:
DİYARBAKIR ANNELERİ
Anne yüreğinin üstünde bir makam yoktur. Anne yüreğinin çığlığıdır. Anneler evlatlarına kavuşmak için teröre karşı kararlı bir duruş gösteriyorlar. Anne yüreğinin konuştuğu yerde herkes susar. Kelimelerin bittiği yer anne yüreğinin konuştuğu yerdir. Diyarbakır'da anneler yüreğiyle konuşuyorlar. Terörün bu evlatları nasıl zorla dağa kaçırdığı ve buna karşı mücadelemiz karşısında terör örgütüne sesini çıkarmayanların duruşu manidardır. Yeri geldiğinde en çok kullandığı kelime barış kelimesi. Bunu da tamamen farklı manada kullanıyorlar. Annenin vicdani çağrısı karşısında maalesef terör örgütüyle aynı dili konuşmaya devam ediyor. Bu her türlü siyasi mülahazadan farklı bir şeydir. İnsanlıktan yana olup olmamak, anne yüreğinden yana olup olmamak meselesidir.
TÜRKİYE'NİN TAVRI BM'DEN DE TAKDİR GÖREN BİR TAVIRDIR
Sayın Cumhurbaşkanımızın geçen haftalarda Cenevre ve Malezya'ya yaptığı ziyaretler önemliydi. Özellikle küresel mülteci durumunun gündeme getirilmesi son derece önemlidir. Dünya, AB Akdeniz'deki ölümlere sessiz kalırken Türkiye'nin tavrı BM'den de takdir gören bir tavırdır. Hala mültecileri almak için referandumdan bahsedenler, tel örgüterle geri çevirenler, aylarca gemilerde bekletip, aylar sonrası ana karaya basmasına izin veren malesef insanlık dışı uygulamalar vardır. Avrupa'nın bir başkentinde bir belediye başkanı en çok insan haklarından bahseder, ancak köprülerin altına kayalar yerleştirir ki insanlar oraya yerleşmesin diye. Bu konudaki yüz akımızı, vicdani duruşumuzu daha güçlü bir şekilde anlatmak bakımından sayın Cumhurbaşkanı'nın katıldığı forum, küresel mutabakatın talep edilmesi bakımından ve Türkiye'nin bu mutabakatın önüne geçen uygulamaları son derece önemli olmuştur.
'AKDENİZ'DEKİ SEVR'İ LİBYA İLE İMZALANAN ANLAŞMAYLA PARAMPARÇA ETTİK'
Malezya'da bağımsızlık, iyi yönetişim konusunda sayın Cumhurbaşkanımızın çok önemli mesajları olmuştur. Birtakım ülkelerin katılması birtakım propagandalarla engellendi. İslam İşbirliği Teşkilatı'na alternatif bir iş yapmıyor, tam tersine hedeflerini ve ajandasını güncelleyecek işlere imza atılıyor. Libya ile ilgili olarak sayın Cumhurbaşkanımızın yaptığı açıklamaları hep beraber takip ediyoruz. İstanbul'da imzalanan Güvenlik ve Askeri İşbirliği Mutabakat çok önemlidir. Ana karadan ölçmeden sahip oldukları adalardan egemenlik, kıta sahanlığı, deniz yetki alanları gibi birtakım sınırlar ortaya koyuyorlar, neredeyse sayın Cumhurbaşkanımızın dediği gibi Türkiye'yi Akdeniz'e olta atamaz hale getirmek istiyorlar. Sayın Cumhurbaşkanımız burada ifade kullandı, 'Akdeniz'deki Sevr'i Libya ile imzalanan anlaşmayla paramparça ettik' dedi.
Sevr'in bir benzerinin Akdeniz'de Türkiye'nin önüne Sevilla adası ya da Güney Kıbrıs yönetimi, İsrail, Mısır, Yunanistan mutabakatı olarak gelmesi karşısında Türkiye bu duvarı mutabakatla yok etmiştir. Hem Türkiye'nin hem de KKTC'nin hakkının sonuna kadar korunacağı ifade edilmiştir. Mutabakatı Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti'yle imzalıyoruz. Türkiye'nin imzaladığı anlaşmada taraf olanlar BM nezdinde Libya'da meşru olarak kabul edilen taraftır. Türkiye'den birilerinin çıkıp da bunu 'orada iki taraf var biz yanlış tarafla anlaşma imzaladık' demelerin tamamen cehaletten kaynaklanıyor. Türkiye bir kere daha hukuk, diplomasi yoluyla cevabını vermiştir.
Karşımızda bu anlaşmayı eleştirmeye çalışan devletler var. ABD'den, AB'den geliyor. Anlıyoruz, onlar orada başka denklemler kurgulamaya çalışıyorlar. Bizi çok şaşırtan şey CHP ileride çok farklı sıkıntılara neden olabilirler gibi bir şeyler söylediler. Daha önce 'geç kalıyoruz' demişlerdi. Türkiye'nin anlaşma sağladığı mutabakat hükümetini CHP Grup Başkanvekili cihatçı olarak nitelendiriyor. Hafter'i ise ılımlı ve seküler yapı olarak ifade ediyor. Bu cihatçı lafı Hafter'e destek veren birtakım Fransız sözcülerinin lafı olarak gündeme geldi. Hafter'i destekleyen güçlerin kimler olduğuna bakın. O güçlere baktığınızda Hafter gerçekten seküler midir? Biz Türkiye Cumhuriyeti'nin milli çıkarlarına bakarız. Nerede hangi pozisyon almamız gerekiyorsa onu alırız. Ki anlaşma imzaladığımız kesim BM tarafından meşru kabul edilen kesimdir.
CHP'NİN SİYASETİ GDO'LU
Bakalım Hafter Türkiye hakkında söyledikleri nedir? Türkiye'yi sık sık tehdit ediyor, Türkiye'yi vurmaktan söz ediyor. Türkiye'nin oradaki varlığını düşman unsur olarak görüyor. Türkiye ile anlaşma imzalayan Ulusal Mutabakat Hükümeti, BM'nin meşru muhatap kabul ettiği hükümettir. Yunanistan'ın başını çektiği ve diğer devletlerin katıldığı Akdeniz'deki Sevr'i darmadağın etmemiz karşısında şimdi muhataplarımızı cihatçı olarak ilan ediyorlar. Eleştiri dediğiniz şey nihayetinde bir dairenin içinde yer alır zıt pozisyonlarda olursunuz, tutar eleştirirsiniz. Fakat bunların siyaseti GDO'lu. Genetiği ile oynanmış siyaset. BM'nin meşru olarak kabul ettiği Ulusal Mutabakat Hükümeti'ne cihatçı diyorlar, Türk gemilerini vurmaktan bahseden, Türkiye'nin varlığını hedef olarak gören kişiye seküler ve ılımlı diye destek veriyorlar. Şimdi bu dairenin dışına çıkmaktır. Bunları kim telkin ediyor, kim bunlara bilgi veriyor, doğrusunu söylemek gerekirse ürkütücü bir tabloyla karşı karşıyayız.
Yunanistan'dan diğerlerine kadar Libya üzerinden Akdeniz'de aleyhimize alan oluşturulmaya çalışırken, Türkiye'nin sessiz kalmasını, milli çıkarlarından vazgeçmesini talep etmiş oluyorsunuz. Türkiye milli çıkarlarının korunması konularda ana muhalefet partisi tarafından duyarlı politika üretmesi gerekmektedir. CHP geçmişteki genel başkanları zamanında hiçbir zaman gayrimilli bir duruş sergilememişti. Eleştirmekten çok mutlu oluyoruz değiliz. Libya'da, Akdeniz'de neredeyse bir kayığın gezeceği kadar alan kalmamış, herkes orada bir de 'orada ne işiniz var' deniyor.
''TÜRKİYE BU YÜKÜ TEK BAŞINA KARŞILAMAYACAK''
2019 Mayıs ayı başından itibaren sivillere saldırılar düzenleniyor. Soçi Muhtırası'nın açık ihlali anlamına gelen saldırılar yoğunlaşmıştır. Rejimin tek taraflı ilan ettiği ateşkesin ardından bu ihlalleri sürdürdü. İdlib'deki son durumda Astana toplantısında gündeme geldi. Sükunetin tesisi, çatışmaları azaltmaya bağlılığın teyid edilmesi gerekiyor. Rejimin sivilleri hedef almasından ciddi bir şekilde kaygı duyuyoruz. Bundan sonra Türkiye bu mülteci akınını tek başına karşılayamaz. AB ve müttefiklerimiz 'Türkiye nasıl olsa bu yükü çekiyor' diyerek sözlerini yerine getirmediler. Türkiye'ye destek verilmezse, artık mülteci meselesinin Türkiye'den çok Avrupa'nın meselesi, müttefiklerimizin meselesi haline geleceğini açık bir şekilde ifade ediyoruz. BM'nin insani işler konusundaki genel sekreteri yardımcılarından Ursula Müler, 'uluslararası toplumu uyarıyoruz, Türkiye bunu nasıl olsa kaldırır demeyin, Türkiye bunu tek başına kaldırmayacak, uluslararası toplumun sahip çıkması gerekiyor' demiştir.
YAPTIRIM DİLİ MÜTTEFİKLİĞE ZARAR VERİYOR
ABD Kongresi'nin her iki kanadında iç siyasi hesaplarla birtakım hareketler olduğunu görüyoruz. Rasyonel dış politika hesaplarıyla yapılsa Türkiye'ye, böylesine önemli müttefike yaptırım diliyle konuşmak yerine tam tersine daha çok işbirliği nasıl yapabiliriz demeleri gerekiyordu. Son derece güçlü ilişkilere sahip müttefiklik ilişkilerimiz bu kararlarla giderek daha kırılgan hale geliyor. Müttefiklerimize daha sağduyulu, rasyonel politikalar üretmesi konusunda bir çağrı yapıyoruz. Tabii ki Türkiye'ye karşı yaptırım dili kullanacaksa egemen bir devlet olarak mütekabiliyet çerçevesinde Türkiye bunlara cevap verecektir. Yaptırım hasım devletlere karşı kullanılır. Müttefikler birbirine karşı yaptırım dilini kullanıyorsa o zaman müttefikliğe zarar veriyorlar demektir. Bu aksın, istikametin değişmesi, işbirliği dilinin tehdit dilini alması çalışacak ortak alanlarda büyük bir zaaf oluşturacaktır.
2019 Mayıs ayı başından itibaren sivillere saldırılar düzenleniyor. Soçi Muhtırası'nın açık ihlali anlamına gelen saldırılar yoğunlaşmıştır. Rejimin tek taraflı ilan ettiği ateşkesin ardından bu ihlalleri sürdürdü. İdlib'deki son durumda Astana toplantısında gündeme geldi. Sükunetin tesisi, çatışmaları azaltmaya bağlılığın teyid edilmesi gerekiyor. Rejimin sivilleri hedef almasından ciddi bir şekilde kaygı duyuyoruz. Bundan sonra Türkiye bu mülteci akınını tek başına karşılayamaz. AB ve müttefiklerimiz 'Türkiye nasıl olsa bu yükü çekiyor' diyerek sözlerini yerine getirmediler. Türkiye'ye destek verilmezse, artık mülteci meselesinin Türkiye'den çok Avrupa'nın meselesi, müttefiklerimizin meselesi haline geleceğini açık bir şekilde ifade ediyoruz. BM'nin insani işler konusundaki genel sekreteri yardımcılarından Ursula Müler, 'uluslararası toplumu uyarıyoruz, Türkiye bunu nasıl olsa kaldırır demeyin, Türkiye bunu tek başına kaldırmayacak, uluslararası toplumun sahip çıkması gerekiyor' demiştir.
KAŞIKÇI CİNAYETİ DAVASI
Kaygılarımızı haklı çıkaran bir karar oldu. Dedik ki yargılama İstanbul'da yapılsın. Uluslararası toplumun gözetimi altında yargılanma yapılası gerekir ki, herkes hukuka göre işlettiğinden mutmain olsun. Önce 21 kişi tutuklandı hızlı bir şekilde 11 kişi serbest bırakıldı. Savcılık 3'ünü daha suçsuz buldu. 5 kişiye idam cezası verildi. Serbest bırakılan isimler kraliyet danışmanı Kahtani, diğeri istihbarat başkan yardımcısı, diğeri İstanbul Başkonsolosu en kritik isimler. Bunların serbest bırakılması bu yargılama sonucunun ne kadar tatminkar olmadığını radikal şekilde göstermektedir. Yargılama sonucu tatminkâr olmamıştır. Yerel işbirlikçi konusunun kararda gündeme gelmemesi son derece önemli. Sanki biz Suudi Arabistan'da yönetimle ilgili pozisyon sahibiymişiz, birilerini hedef gösteriyormuş gibi. Suudi Arabistan dost ve kardeş bir ülkedir. Bizim bir şey söylememize gerek yok. Bir kere daha şeffaflık ve saygın mahkeme çağrısı yapıyoruz. İstanbul'da uluslararası kurumların gözetiminde bir yargılama yapılmasını talep ediyoruz.
Burada manevi coğrafyamız var. Tabii ki buralarda bizim siyasi emelimiz yok. Tabii ki egemenlik haklarına saygı duyuyoruz. Sanki buralar bize çok uzak, sanki Mars'taki kolonilerden bahseder gibi bahsediyorlar. Tabii ki buradaki egemen devletlere saygı duyuyoruz. 'Orada ne işimiz var, Mehmetçik sınırımızı korusun' diyorlar. Aynı şekilde YPG ile DEAŞ'la mücadelede hala sınırda duralım deniyor. Dünyadaki devletler milli çıkarların bulunduğu yerde askerlerini bulundururlar, orada bir denklem kurarlar. Libya'da Ulusal Mutabakat Hükümeti'ni bertaraf etmeye çalışan, birtakım yerlerden asimetrik destek alan Türk gemilerini vurmaya çalışan bir yapı var. Tabii ki orada olacağız. Sevilla anlaşması denilen denklemi Libya ile yaptığımız mutabakatla bozduk. Bu milli çıkarlarını koruma meselemiz Akdeniz'den, Balkanlar'daki varlığımızdan, Karadeniz'deki varlığımızdan geçmiyor mu? Sadece sınırlarına kapana bir devlet mantığı olabilir mi? Biz Akdeniz'deki bu tabloyu BM'nin meşru kabul ettiği Ulusal Mutabakat Hükümeti ile bozduk. Siyasi okur yazarlık meselesi kadar siyasi coğrafya meselesi de burada gündeme geliyor. Birazcık daha bu coğrafyalarda ne olup bittiği konusunda daha bilgili olmalarında fayda var.
Detaylar Geliyor...