M/V Mozart isimli Türk gemisi Gine açıklarına geldiğinde önce farklı programlardan takip edilebilen sinyali kesildi, ardından gemi bir süre sürüklenirken bu sırada uluslararası medyada söz konusu bölgede haydut saldırısı olduğu haberleri konuşulmaya başlandı.
TRT Haber'de yer alan habere göre, kısa bir süre sonra durum netleşti. Gemi korsanlar tarafından saldırıya uğramış, maalesef personel içinden 1 kişi öldürülmüş, kendilerini güvenli odaya kilitleyen personelin bulunduğu alanın kapısı kırılmış ve mürettebattan 15 kişi kaçırılmıştı.
Geminin 4. kaptanı kör bir şekilde seyir yaptığını uydu telefonu üzerinden dünyaya duyururken, Türkiye tüm birimlerini harekete geçirmişti. Sabah saatlerinde söz konusu geminin Gabon'un Gentil Limanı'na demirlediği duyuruldu.
Tüm bunlar yaşanırken hemen herkesin aklında benzer sorular vardı… Nasıl oluyor da teknelerle yanaşan haydutlar dev gemiyi teslim alıyordu, bölgede bu olayların sıklıkla yaşandığı bilinmesine rağmen neden herhangi bir koruma yoktu? Daha da önemlisi kaçırılan 15 personel için nasıl bir süreç işleyecekti?
Bu tür olaylar halk arasında ‘korsanlık’ olarak adlandırılsa da aslında durum pek de öyle değil… Korsanlık ve haydutluk kavramları birbirinden farklı. Literatüre göre korsanlık; savaşan bir devlet tarafından verilen izin üzerine, ticaret gemilerinin silahlandırılarak düşman gemilerine saldırmak suretiyle savaşa katılmaları durumunu içeriyor.
Korsanlık; özellikle ticaret gemisi fazla ancak savaş gemisi az olan ülkelerin tercih ettiği bir yöntem olarak karşımıza çıksa da 1856 Paris Anlaşması'yla bu durum yasaklandı.
Deniz haydutluğu ise şahsi amaçlarla yapılan bir suç eylemi olarak kabul ediliyor. Aynı amaç için bir araya gelen haydutlar, güvenlik koridorunun pek de mümkün olmadığı sularda bu tür eylemler yaparak maddi menfaatler elde etmeye çalışıyor.
Bu noktada yanıtı merak edilen bir diğer konu, yüzlerce ton ağırlığındaki gemilerin teknelerle nasıl baş edemediği…
Haydutlar, gözlerine kestirdikleri gemiye çıkabilmek için farklı yöntemler deniyor. İlk dönemlerde sanki denizde mahsur kalmışlar gibi ‘yardım sinyali’ gönderen haydutlar, daha sonra kendilerine yardıma gelen gemiye kolayca çıkarak personeli etkisiz hale getiriyordu.
Bir süre sonra yöntem değiştiren haydutlar, uzun namlulu silahlar ve hatta roketlerle gemiyi hedef almaya başladı. Herhangi bir silahlı koruması olmayan gemilere haydutlar kolaylıkla çıkabiliyordu.
Son dönemlerde raporlara giren bir diğer yöntem ise şöyle işliyor… Hedeflerine bot üzerinde hızla yaklaşan haydutlar, gemide uygun gördükleri yere bomba yapıştırıp uzaklaşıyor. Daha sonra telsizle gemi kaptanına durumu anlatıyorlar. Kaptana durmaması halinde gemiyi patlatacaklarını söyleyen haydutlar, bu sırada farklı bölgelerden kancalar atarak gemiye çıkıyor.
Haydutlar gemiye çıktıktan sonra iki seçenek kalıyor. İlki personelin parasını ve yükte hafif pahada ağır kişisel eşyalarını çalarak bölgeden uzaklaşmak. İkinci ise tıpkı M/V Mozart gemisinde olduğu gibi personeli şantaj amacıyla kaçırmak.
Burada bir noktanın altını daha çizmekte fayda var; o da gemilerdeki panik odası… Panik odası kilitli bir alan. İçerisinde uzun süre yetecek kadar yiyecek-içecek, el telsizleri, iletişim araçları, ilk yardım seti gibi malzemeler var.
M/V Mozart personeli bu alana saklandı ancak haydutlar yaklaşık 5-6 saat boyunca uğraşarak sonunda kapıyı açmayı başarıp, mürettebatı etkisiz hale getirdi.
Söz konusu bölgede yaşanan haydutluk faaliyetlerinin yoğunluğu, bizi başka bir soruya daha götürüyor… Bu gemiler neden donanmalar tarafından korunmuyor ya da özel olarak bu iş için istihdam edilen personelden niye yardım istenmiyor?
Dünyada deniz ticaretinin son derece yoğun olduğu bilgisinden yola çıkarak, söz konusu riskli bölgelerin de genişliği göz önünde bulundurulduğunda her ticari gemiye bir savaş gemisinin eşlik etmesi zaten mümkün olmuyor.
Belki de bu nedenle diğer seçenek daha da önem kazanıyor; gemiye bu konuda uzmanlaşmış silahlı korumalar yerleştirmek…
Aslında Türkiye, bu alanda son derece yetkin isimlerin yönettiği koruma şirketlerinin olduğu bir ülke. Genellikle emekli SAT komandolarının görevlendirildiği şirketler, belli bir ücret karşılığında Türk firmalara ait gemilerin riskli bölgelerden sorunsuz bir şekilde geçmesini sağlıyor.
Gemi personeline eşlik eden koruma unsurları, uzun namlulu silahları da ustaca kullanabildikleri için henüz haydutlar gemiye uzak bir mesafedeyken müdahale edebiliyor. Hedef gemilerinde silahlı korumaların olduğunu anlayan haydutlar, eylemden vazgeçiyor.
Haydutların nasıl bir talepte bulunduklarına dair şimdilik net bir açıklama yok. Ancak Paksoy-1 gemisinde yaşanan benzer olay üzerinden muhtemel talepleri tahmin etmek mümkün…
Hatırlanacağı üzere Paksoy-1 gemisi 13 Temmuz 2019’da haydutlar tarafından saldırıya uğramış, kaçırılan 10 Türk gemici 9 Ağustos’ta serbest bırakılmıştı.
O dönemdeki görüşmeleri yürüten isimlere uydu telefon aracılığıyla ulaşan haydutlar, sadece maddi taleplerde bulunmakla kalmayıp, bulundukları bölgeye hükümetin bir operasyon yapmaması şartını da koşmuştu.
Gemi personeli ile aralıklarla iletişim kuran Türk yetkililer, yaklaşık 10 günlük görüşmelerin sonunda haydutlara belirli miktarda bir ücret ödeyerek mürettebatı sağ salim bir şekilde teslim almıştı.