Star Açık Görüş
Prof. Dr. Kudret Bülbül/Siyaset Bilimci
Komşumuz İran'da dün 14. Cumhurbaşkanlığı seçimi gerçekleştirildi. 2. tura kalan seçimlerde Türk bir ailenin çocuğu olan Mesud Pezeşkiyan ülkenin 9. Cumhurbaşkanı oldu.
Seçimlere katılım düzeyi, Pezeşkiyan'ın kimliği, vaatleri, Humeyni'den bugüne kapalı bir rejim olarak varlığını sürdüren İran rejiminin bu vaatlere ne kadar müsaade edeceği, rejimde bir açılım sağlanıp sağlanamayacağı ciddi analizler gerektiriyor. Bu makalede bu konular değerlendirilecek olmakla birlikte, henüz çok erken olması nedeniyle, aşağıda yazılanları nihai değil, erken bir analiz olarak görmek gerekir.
Düşük katılım düzeyinin anlamı...
2. turdaki seçim sonuçlarına göre Pezeşkiyan'ın yüzde 53.7 ile seçimi kazandığı açıklandı. "Reformist" Pezeşkiyan'ın bu turda yarıştığı "muhafazakar" aday Said Celili'nin oy oranı ise yüzde 44.4'de kaldı. İlk turda yüzde 40'larda olan seçime katılım oranı ikinci turda yüzde 49.8 oldu.
2009'da Ahmedi Necat'ın seçildiği seçimde yüzde 85, Ruhani'nin seçildiği 2013'de yüzde 72 olan katılım düzeyi, Reisi'nin seçildiği 2021 seçimlerinde yüzde 48 düzeyinde kaldı. Bu sonuçlardan hareketle İran'da seçimlere olan ilgi düzeyinin gittikçe düşmekte olduğu ifade edilebilir. 10-15 yıl gibi kısa bir süre olarak görülebilecek bir dönemde seçimlere olan ilginin bu kadar azalması İran'daki siyasal sisteme dair duyulan ilgi, beklenti ve güven duygusundan bağımsız olarak okunamaz. Gittikçe düşen katılım düzeyleri esasen İran'daki rejime dair beklenen ya da beklenmeyen umudun bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Bu durum İran'ın uzun yıllar dış dünyaya kapalı bir rejim olarak varlığını sürdürmesinin ve küresel ambargolarla kısıtlanmanın bir sonucu olarak gelişen ciddi bir toplumsal tepki ya da beklentisizlik hali olarak görülebilir.
Mesud Pezeşkiyan ve vaatleri...
Böyle bir beklentisizlik ortamında girilen seçimlerde, Pezeşkiyan vaatleri ile çok ciddi bir siyasal-toplumsal karşılık üretebilmiş midir?
Bunun için öncelikle biraz Pezeşkiyan'ı tanımak ve vaatlerine bakmak gerekir.
1954'de Mahabad'da dünyaya gelen Pezeşkiyan mesleki olarak tıp eğitimi almış bir doktor. Muhammed Hatemi döneminde 2001-2005 yılları arasında sağlık bakanlığı yapmış bir isim. 2013'de Cumhurbaşkanlığı adaylık başvurusu yapmış ama daha sonra başvurusunu geri çekmiş. 2021'de adaylık başvurusu ise Anayasayı Koruyucular Konseyi tarafından reddedilmiş. Birkaç dönemdir Tebriz milletvekili olarak İran Meclisinde bulunuyor.
Eşini ve oğlunu 1994'de bir trafik kazasında kaybetmesi sonrasında, 2 oğlu ve kızını tek başına büyütmesi, şefkatli bir insan olduğuna dair toplumsal bir algı oluşturmuş.
Pezeşkiyan, İran siyasetinde reformist olarak seçim kazanan ilk siyasetçi olarak görülen ve kabinesinde bakanlık yaptığı Muhammed Hatemi döneminden beri aşırılığa kaçmayan bir reformist olarak görülüyor. Adaylığı döneminde de diğer adaylardan farklı olarak görece daha liberal ve reformist bir duruş sergiledi. Batı ile daha iyi ilişkiler geliştirilmesi, ambargoların kaldırılması için çalışacağını dile getirdi. Ülkeyi dış dünyaya kapatan internet yasaklarına da gerekmedikçe karşı olduğunu ifade etti. İran'da kadınlara yönelik "baş açma yasağı"nın sona erdirilmesi gerektiğini dile getirdi. Bu bağlamda şu ifadesi dikkat çekici: "Biz çocuklarımızın iffetli olmasını istiyoruz ancak bu davranışlar onları dinden uzaklaştırıyorsa bu yöntemi sürdürmemeliyiz".
İfadelerinden ve yaklaşımlarından Pezeşkiyan'ın radikal değil, son derece ılımlı bir reformist olduğu söylenebilir. Daha fazlasına İran rejimi ne kadar izin verirdi bilemiyorum ama Pezeşkiyan'a reformist demekten ziyade, onu reformistlerin desteğini alan bir isim olarak görmek daha doğru olabilir.
Bugünkü durumda, mevcut siyasal sistemin izin verdiği oranda bir değişim ve dönüşüm vaadiyle seçime giren Pezeşkiyan'ın seçimi kazanmasına rağmen, vaatlerinin çok ciddi bir heyecan yarattığı ve toplumsal karşılık bulduğu söylenemez. Bu durumu bir önceki cumhurbaşkanlığı seçimine katılım düzeyinin yüzde 48 olduğunu düşündüğümüzde, bu seçimlerde seçime katılım düzeyinin yüzde 2 bile artmamış olmasından gözlemleyebiliyoruz.
Pezeşkiyan siyasal sistemde ciddi değişiklikler yapabilir mi?
Seçmenlerin yüzde 50'den fazlası seçimlere katılmayıp vaatlerine ilgi duymamış olsa da cumhurbaşkanlığı döneminde Pezeşkiyan ciddi bir değişim ve dönüşüme imza atabilir mi?
Bu soruya yanıt vermek için İran'daki rejime, iç ve dış faktörlere bakmak gerekiyor.
Mevcut haliyle İran siyasal sistemi, benim Siyaset Bilimi kitabımda değerlendirdiğim şekilde, vesayetçi rejimler ya da güdümlü/vesayetçi demokrasiler başlığı altında değerlendirilebilir. Bu siyasal sistem ya da rejim biçimi, yakın dönemlerde artık pek bahsedilmese de Türkiye'nin geçmişinde oldukça yakından tanıdığı bir siyasal sistem biçimidir. 1960 ve 80 darbeleri ve 28 Şubat dönemlerinde ülke olarak bu güdümlü demokrasi durumunu yakından yaşamıştık. Türkiye'de bu dönemlerdeki vesayet rejimleri daha çok askeri vesayete dayanırken bundan farklı olarak İran'da daha çok molla vesayetine dayanmaktadır.
İran'daki, seçimlere kimlerin katılabileceğine dair sistem de Türkiye'deki 12 Eylül dönemindeki sistemi çağrıştırmaktadır. O dönemde Türkiye'de seçimlere kimlerin katılabileceğine, daha sonra kaldırılan "Milli Güvenlik Konseyi" tarafından karar veriliyordu. Benzer şekilde İran'da seçimlere kimlerin katılabileceğine Anayasayı Koruyucular Konseyi (Şurayı Nigehban) tarafından karar verilmektedir.
Elbette Türkiye İran, İran da Türkiye değildir. Komşu iki ülke olsalar da her iki ülke arasında, farklı siyasal, kültürel, dini, ekonomik, tarihsel koşulların getirdiği devasa farklılıklar bulunmaktadır. Bununla birlikte vesayet dönemlerinin ya da koşullarının getirdiği benzerlikler de söz konusudur. Bugün İran'ın tartıştığı konulara, küresel aktörlerle ilişkilerine bakıldığında 1980'ler, 90'lar Türkiye'sini çağrıştıran örtüşmelerden bahsedilebilir.
Kapalı rejimlerin belki de en temel özelliği herhalde toplumlarına yaşam biçimi dayatmasıdır. Bu açıdan bugün Türkiye'nin geride bıraktığı askeri vesayet dönemlerindeki en baskıcı unsur, militan laiklik ya da laikçilik olarak tanımlanan belirli bir yaşam biçiminin tüm topluma dayatılması çabasıydı. Dönemin Anayasa Mahkemesi Başkanlarından birinin dile getirdiği "Laik olmayan, insan bile değildir" ifadesi, bu laikçi yaşam biçimi bakışının ya da dayatmasının öz bir ifadesi olarak görülebilir. Kendisi gibi düşünmeyen, yaşamayan insanları insan bile görmemek herhalde en radikal, fanatik ya da sığ bakış açılarından biri olsa gerek. Özgürlükçü ve çoğulcu bir laiklik değil, en koyu bir totaliterlik, en katı bir despotizm, militan laiklik anlayışı adına bu dönemde savunulabilmiştir. Geçmişte Türkiye'nin karşı karşıya kaldığı laikçi yaşam biçimi dayatmasının daha ağırıyla bugün Şii-İslam yorumunu temelinde İran toplumunun karşı karşıya olduğu pek çok muhalif kesim tarafından ifade edilmektedir.
Türkiye ve İran açısından bakıldığında kapalı rejimlerin örtüştüğü bir başka alan, bu tür rejimlerin dayatmalarını en fazla kadın giyimi üzerinden gösterme çabasıdır. İran'da baş açma yasağı uzun on yıllardır uygulanmaktadır. Bu yasağa karşı 2023 yılında, 22 yaşındaki Mahsa Amini'nin öldürülmesinden sonra başlayan gösteriler aylarca sürmüştü. Türkiye'deki 12 Eylül Askeri darbesi ile ilk adımları atılan 28 Şubat döneminde daha da ağırlaştırılan baş örtme yasağı da on yıllarca sürmüştü. Uzun yıllar uygulanan pek çok genç kızın ve kadının ağır mağduriyetine, hayallerinin, geleceklerinin, eğitimlerinin çalınmasına yol açan bu arkaik yasak (bazılarınca hala savunulabiliyor olsa da) Ak Partinin ilk yıllarında da kaldırılamamıştı. Bu dayatma ve zorbalık ancak 2013 yılında, alt yapısını o yıllarda benim de çalışmakta olduğum Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı'nın hazırladığı, 30 Eylül 2013 tarihinde Başbakan Erdoğan'ın açıkladığı Demokratikleşme Paketi ve sonrasında atılan adımlarla kaldırılabilmiştir. İran'daki bu dayatmanın kaldırılabilmesi bakalım ne kadar sürecek?
Kapalı rejimlerin dış dünyadan bağımsız olduğu, küresel aktörlerin bu tür rejimleri desteklemediği görüşü çoğu kez doğru değildir. Çoğu kez bu tür rejimler küresel aktörlerle işbirliği içerisinde varlığını sürdürürler.
Türkiye açısından bakıldığında tüm askeri darbelerin ya da darbe girişimlerinin küresel aktörlerle işbirliği ya da onların bilgisi dahilinde gerçekleştirildiği söylenebilir. 12 Eylül askeri darbesini, dönemin CIA Türkiye Şefi Paul Henze, ABD Başkanı Jimmy Carter'a "bizim çocuklar başardı" diye haber vermişti.
Benzer şekilde İran-Batı gerginliğini, gerginlik üzerinden olduğu kadar faydalanma üzerinden okumak da mümkün.
Gerginlik boyutunu, tarafların birbirine meydan okumalarını ve birbirlerine verdiği zararları biliyoruz. Bu gerginliği kontrollü bir gerginlik olarak okumak ve tarafların bu gerginlikten birbirleri için ürettiği faydayı da görmek gerekir.
Rusya'nın Ukrayna saldırısı sonrasında ABD'nin geliştirdiği politika, bir taraftan Ukrayna'ya destek vererek Rusya'yı zayıflatmak iken diğer taraftan artan/artırılan Rusya tehdidi karşısında Avrupa ülkelerini daha fazla kendi tarafına çekmek ve Batı'yı daha fazla kendi hegemonyası altına almak olarak özetlenebilir. ABD'nin artan/artırılan İran tehdidi karşısında izlediği politika da bundan başka bir şey değildir. "İran tehdidi" karşısında ABD'nin özellikle bazı Arap ülkelerini daha fazla kendi yanına çektiği ve bu ülkeleri daha fazla kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirdiği ortadadır.
İran açısından bakıldığında ise ABD tehdidini, gerek rejimi içeride daha fazla derinleştirme, rejime karşı eleştirileri bastırma ve gerekse bölgesel yayılma için araç olarak kullandığı da ortadadır. Bu karşılıklı tehdit politikasından taraflar faydalanmamış olsaydı ABD'nin Irak gibi etkili olduğu bölgelerde, İran'ın daha sonra daha fazla etkili olması herhalde söz konusu olamazdı.
Kapalı rejimlerde yaşayan toplumların, daha doğrusu Müslüman toplumların, İran ve Türkiye örneğine bakıldığında adeta beklentileri de örtüşüyor: Sivil, dindar ve demokrat. Bu nitelikler Türkiye'yi askeri bir rejimden sivil bir yönetime taşırken Turgut Özal için en fazla dile getirilen üç özellikti. Benzer şekilde daha fazla demokratik talepleri dile getirmesi, İran'daki vesayetin taşıyıcısı olan unsurlardan gelmemesi, dindar ama sarıksız bir isim olması açısından bu üç özellik Pezeşkiyan için de ifade edilebilir.
Bundan sonrası..
Mevcut kapalılık durumundan ve küresel ambargolardan en fazla İran halkı zarar görmektedir. İran'ın daha fazla sivil, demokratik ve çoğulcu bir yönetime kavuşması başta İran olmak üzere bölgemizi daha fazla istikrara kavuşturacaktır. Çünkü demokratik ya da halkının rızasına dayanan rejimlerin meşruiyeti ve sağlayacağı ortam, bu tür ülkeleri iç ve dış baskılara karşı daha dayanıklı kılacaktır. Pezeşkiyan'ın bir Türk olarak farklı toplum kesimlerinin desteğini alarak iktidara gelmesi daha sivil ve demokratik bir rejime kavuşmak açısından bir fırsattır. Daha sivil, demokrat ve halkının daha fazla meşruiyetine dayanan bir İran kendisi için de bölgemiz için de küresel dünya için de daha fazla barışa, huzura katkı sağlayabilecek bir İran olabileceği için daha fazla arzu edilir. Daha istikrarlı bir İran, Irak, Türkiye ve Suriye küresel şer odaklarının bölgesel dizayn ya da parçalama çabalarını önlemek için acil bir gereklilik ve zorunluluktur.
Pezeşkiyan, Özal'ın Türkiye'de gerçekleştirdiği gibi, İran siyasal sisteminde demokrasi ve özgürlüklerden yana köklü bir değişim yaratmak ister mi? İsterse dini liderin çok daha etkin ve belirleyici olduğu bir siyasal sistemde 2. adam olarak buna ne kadar yetkisi olur ve ne kadar izin verilir? Bütün bunları süreçte göreceğiz. Umarım İran rejimi, halkının bu beklentisine daha fazla kulak kabartır ve küresel aktörler yeniden İran'ı daha fazla içe kapanacak politikalar uygulamaya zorlamazlar..
Bununla birlikte toplumsal-siyasal dönüşümler birden, kendiliğinden ve sancısız gerçekleşmiyor. Rahmetli Özal'ın ne tür zorluklarla, askeri rejimden Türkiye'yi alarak daha sivil, daha özgür ve daha demokrat bir hale getirebildiğini o günleri yaşayanlar iyi bilirler. Rahmetli Menderes gibi Özal'ın da bu değişimi hayatı ile ödediğini düşünürsek (ben Özal'ın öldürüldüğüne inananlardanım) bu tür değişimlerin hiç de kolay olmadığını söylemek kehanet olmasa gerek.
Komşumuz İran'ın bu değişimi, Pezeşkiyan'ın vaatlerini daha huzurlu ve barışçıl bir şekilde gerçekleştirebilmesini dileyelim..