ORDAF Başkanı: Katar ile dayanışma, bölgenin güvenliği açısından önemli

ORDAF Başkanı Prof. Dr. Kurşun, ''Katar ile dayanışma göstermek, bölgenin güvenliği ve geleceği açısından önemlidir. Katar ile dayanışma içinde olmak Suudi Arabistan, BAE ve Bahreyn’e karşı olmak demek değildir.'' dedi.

Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Başkanı Prof. Dr. Zekeriya Kurşun, bazı Arap ülkelerinin Katar ile diplomatik ilişkilerini kesmesi hakkında, "Katar her yönüyle bölgede hem ihtirasların hedefi ve hem de istikrarın kilidi durumunda. Bu yüzden ya kaderine rıza gösterip paylaşıma konu olacak ya da farklı davranıp varlığını sürdürecektir. Katar ikincisini seçmiştir. Bu yüzden sahnelenen bu son oyunlar, daha uzun yıllar tekrarlanacaktır." dedi.

Ortadoğu ve Afrika Araştırmacıları Derneğinin (ORDAF) başkanlığını da yürüten Kurşun, Katar ve bazı Arap ülkeleri arasında yaşanan krize nasıl gelindiği, bundan sonraki etkileri ve krizin kökenleri konusunda AA muhabirine değerlendirmede bulundu.

ABD Başkanı Donald Trump'ın kısa süre önceki Suudi Arabistan ziyareti sonrası Körfez bölgesinin karıştığını dile getiren Kurşun, şunları kaydetti:

"Aynı sahnede Trump ile birlikte poz verenler ve Katar arasında soğuk savaş başladı. Aslında ziyaretin hemen sonrasında dünya basınında oluşan gündem, daha ziyade Trump'ın cebinde 110 miyarı silah ticaretinden olmak üzere 400 milyar dolar ile ABD’ye dönmesi olmuştu. Trump ve taraftarları bunu zafer olarak görürken Suudi Arabistan başta olmak üzere Körfez ülkeleri de meseleye başka bir açıdan bakıyorlardı. ABD desteği ve özellikle silahlanma, bölgenin mutlak güvenliğini sağlayacak bir girişimdi. Bu gelişme 'Körfez'i yutma niyetinde olan' İran’ın ihtiraslarını durduracak en büyük adımlardı."

Gündemin birden değişerek Körfez'in karıştığını, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri'nin (BAE) bu "çatlak sese" karşı derhal harekete geçtiğine dikkati çeken Kurşun, benzer bir durumun 2014'te de yaşandığını ancak bugünkü noktaya hiç gelinmediğini vurguladı. Kurşun, "Daha Trump’ın ziyaretinin izleri silinmeden birkaç saat içinde Körfez ve ABD medyası üzerinden harekete geçen kampanya dikkatlerden kaçmadı." diye konuştu.

Bazı Arap ülkelerinin Katar ile diplomatik ilişkilerini kesmelerine değinen Kurşun, "Bu çıkışların sadece gündem değiştirme mi yoksa vicdanlarda saklı eski problemlerle mi ilişkili olduğu daha uzun zaman tartışılacağa benziyor." ifadesini kullandı.

"Bölgenin asi çocuğu ilan edileceği gün gibi açıktı"

Zekeriya Kurşun, şöyle devam etti:

"Körfez İşbirliği ülkeleri arasında uyumun olması bölgenin, Arap aleminin geleceği ve hatta güvenliği için büyük önem arz ettiği gibi Türkiye için de çok önemlidir. Ancak son yıllarda Körfez İşbirliği ülkelerinin üzerinde ittifak ettikleri hiçbir konu maalesef olumlu bir sonucu doğurmamıştır. Arap baharı süresince -Katar hariç- diğerlerinin ortaya koyduğu tavırlar, Suriye meselesi, Yemen sorununun içinden çıkılamaz hale getirilmesi, BAE'nin desteklediği Hafter’e rağmen Libya’daki çözümsüzlük ve Sisi’ye verilen bütün destek ve yardımlara rağmen Mısır’da bir ilerlemenin olmaması ilk akla gelen başarısız örnekler.

Katar’ın, kapılarını Hamas ve İhvan’ın bazı önderlerine açması, Mursi’nin özgürlüğünü talep etmesi ve Türkiye ile yakınlaşmasıyla bölgenin asi çocuğu ilan edileceği gün gibi açıktı. Buna rağmen Arap baharının başlamasından itibaren pek çok baskıyı göğüsleyerek, hatta Körfez İşbirliği Teşkilatından çıkarılma tehdidini alarak bu siyasetini sürdürmesi reelpolitik bakımdan nereye denk düşmektedir? Oysa bölge ülkeleri Suudi Arabistan, BAE, Bahreyn'in Katar ile bugünlerde yaşadıklarının sadece bunlar ile izah edilmesi mümkün değildir. Üstelik sorun zannedildiği gibi yeni de değildir."

"İngilizler Şeyh Temim'in dedesini ikna edememişti"

İngilizlerin 19. yüzyılda Körfez’de yayılmaya ve Körfez şeyhleri ile anlaşmalar yapmaya başladığını hatırlatan Kurşun, "İkna edemedikleri tek kişi, Şeyh Temim’in büyük dedesi Muhammed Al Sani ve oğlu modern Katar’ın kurucusu olan Casim (Kasım) Al Sani olmuştur. Onlar Osmanlı Devleti ile iş birliğinden yana oldular. Bu birliktelik de onlara bölgede yaşanan kabile çekişmeleri ve rekabetlere rağmen Katar yarımadasında tam bir egemenlik sağlama imkanı sağladı. Suudi Arabistan’ın kuruluşuna giden süreçte ise Abdulaziz bin Suud, Katar’ı da kendi nüfuzuna almak sevdasındaydı. Bu yüzden Katar Emiri Şeyh Casim oğlu Abdullah’a Osmanlı askerlerini asla Katar’dan çıkarmama vasiyetinde bulunmuştu." diye konuştu.

Osmanlı askerlerinin de savaşın ağır koşullarına rağmen 1916 yılına kadar Katar’da tutunabildiğini kaydeden Kurşun, bu tarihten itibaren bölgenin İngiliz işgaline girdiğini anımsattı.

İngilizlerin 1960'lı yılların sonunda bölgeden çekilirken Katar’a da BAE konfederasyonunun içinde yer almasını teklif ettiklerini söyleyen Kurşun, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Ancak bunu kabul etmeyerek bağımsızlığı tercih eden Katar, bir kere daha bölgede farklı davranan ülke oldu. İşler burada kalmadı. Katar çetin pazarlıkların ve ihtirasların muhatabı oldu. Suudi Arabistan, bölgeyi tabii uzantısı olarak görüyordu. Üstelik bölgede Vehhabi mezhebinin en çok etkilediği yerdi aynı zamanda Katar. Dolayısıyla doğrudan ilhak olmasa bile Suudi Arabistan'ın nüfuzu altında yaşamalıydı. Aynı şekilde BAE kurulup, Şeyh Zayed güçlü bir lider olarak ortaya çıkınca sınırlarını eski bir meseleye dayanarak Katar aleyhinde genişletmek istiyordu. Zira bugün ABD üssünün yer aldığı Udeid bölgesinin kendi inci avı bölgesi olduğunu iddia ediyordu. Nitekim stratejik müttefiki ABD’nin burada üs kurması BAE'yi hiçbir zaman mutlu etmedi ve bunu Katar’ın kendisine karşı bir taktiği olarak gördü."

Katar'ın en yakın komşusu Bahreyn ile en eski tarihi ve dolayısıyla en sorunlu ilişkilere sahip olduğunu belirten Kurşun, Bahreyn'in de boş durmadığını, iki ülke arasında önce altı zengin gaz yatağı olan Havar Adaları'nın sorun teşkil ettiğini anlattı.

Uzun uğraşlar sonucu bu adaların, Uluslararası Adalet Divanının kararıyla 2001’de Bahreyn’e devredildiğini ve Katar'ın denizden hayli sıkıştırıldığını hatırlatan Kurşun, konuşmasını şöyle tamamladı:

"Bahreyn, elde ettiği bu üstünlükle yetinmeyeceğe benziyor. Zira Katar'ın kuzeybatısında en uç noktası olan Zubara, bir zamanlar Bahreyn yönetici ailesinin ikametgahı olmuştu ve hala burada hakları olduğunu düşünmektedirler. Hülasa Katar, her yönüyle bölgede hem ihtirasların hedefi ve hem de istikrarın kilidi durumundadır. Bu yüzden ya kaderine rıza gösterip paylaşıma konu olacak ya da farklı davranıp varlığını sürdürecektir. Katar, ikincisini seçmiştir. Bu yüzden sahnelenen bu son oyunlar, daha uzun yıllar tekrarlanacaktır. Katar ile dayanışma göstermek, bölgenin güvenliği ve geleceği açısından önemlidir. Katar ile dayanışma içinde olmak dünya barışı açısından da önemlidir. Katar ile dayanışma içinde olmak, Suudi Arabistan, BAE ve Bahreyn’e karşı olmak demek değildir. Bilakis onların zihinlerinde şekillendirdikleri ve silah tüccarlarının da istifade ettiği İran tehdidinin azaltılması açısından önemlidir."