Kapitalizmin tetikçilerine karşı

Zamanımızın en büyük sorunlarından biri de ‘kamil insan'a duyduğumuz ihtiyacın had safhada olması. Türkiye'de 9,5 milyon çalışan mobbing mağduru. Pek çok yönetici ‘en iyi!' okullardan mezun oysa. Diyorum ki acaba, şu meşhur ‘en iyi!' okullar, ‘en iyi!' eğitim kavramlarının içinin gerçekte çoğu zaman ruhsuzluk ile bağdaşmış olduğunu görmenin zamanı geldi de, geçmedi mi?

Açık Görüş - Dr. Hülya Bulut/ Yazar

Yıllar önce, Boğaziçi Üniversitesi'nde Prof.Dr.Mahmut Erol Kılıç ile Prof.Dr. Kemal Sayar'ın public event denilen türden bir kamu eğitimi etkinliğine katılmıştım. Her iki kıymetli hocamızı da her zaman mümkün olduğunca takip etmeye, okumaya, izlemeye gayret etmişimdir. Geçenlerde, instagramdaki akışta Prof.Dr. Kemal Sayar'ın bir açıklamasına denk geldim. Konuşmasının bir yerinde şunları söylüyordu hocamız:

'Narsisizm yaygın bir hastalık olarak tüm toplumları sarmaya başladı. Özellikle de sosyal medyada kendimizi görme ve gösterme merakımızla kendine sevdalanma hastalığı çok yaygınlaşmaya başladı. Herkes kendi hikayesinin büyük kahramanı ve başka insanları da figüranlar olarak algılamaya başladı. Nefsimizi terbiye etmek, kendimizi unutmak çok büyük erdemler haline geldi. Tevazu için çok güzel bir tabir vardır. Sen'i duymak için ben'i unutmak. Ben, ben'i unutmadan seni nasıl duyabilirim ki? Yani içimde kendimle ilgili binlerce plan varken, onca gürültü içinde boğulmuşken sen'in anlattığını ne kadar yeterince duyabilirim ki? Kamil insan ben'ini unutan ve başka insanları duyabilen bir insandır. Kendi kusurlarıyla yüzleşebilen bir insandır ve o kusurların üstüne basarak onları aşarak daha ileriye doğru hamle edebilen insandır.'

Kendini görme ve gösterme isteği, nefis terbiyesi, sen'i duyabilmek, insanın kendi kusurlarıyla yüzleşebilmesi, kamil insan olabilmek... İşte, zamanımızın en büyük sorunsallarından biri de 'kamil insan'a duyduğumuz ihtiyacın had safhada olması. Ailede, ebeveynlikte, akrabalıkta, mahallede, komşulukta, arkadaşlıkta, dostlukta, sosyal ortamlarda, çalışma hayatında, şirket yönetiminde... Hayatın her aşamasında, kamil insana denk gelebilmek ne büyük bir şans, ne büyük bir lüks oldu şu hayatta. Kendimizi belki de en çok bu yönümüzle gözden geçirmeye, iyiye-güzele ve doğruya yönelen yolculuğumuza ayna tutarak kendimizle yüzleşmeye nasıl da ihtiyacımız var.

Narsizim ve kariyer

Mesela, pek çok şirket yöneticisi, yazar, akademisyen, gazeteci, doktor, avukat, sanatçı.... 'en iyi!' okullardan mezun olur, 'en iyi!' okullarda master-doktora yapar, 'en iyi!' sertifikaları alarak, 'en iyi!' işlerinde 'zirveye erişmek ve zirvede kalmak' için bir ömür boyu uğraşır durur. Tüm bu süreçlerin maddi ve manevi bedelleri o kadar yüksektir ki; yaş almak, sürekli disiplinli bir hayat yaşamak, çoğu zaman asosyal olmak, kariyer yollarında gözlerin ferinin sönmesi, yitirilen sağlık...derken çoğu insan bulunduğu pozisyonu kaybetmekten öylesine ve ölesiye korkar ki! Ha bir de hiç hak etmediği halde sahip oldukları pozisyonları koruma isteğinde olanlar vardır ki, çaresizlik hissi onlar için tetikleyici başka bir unsur olarak bu korkunun daha fazla hissedilmesine neden olabilir.

İşte, bu gruptaki insanlar kendilerini ele geçiren bu korkuların ne yazık ki çoğu zaman esiri olmuşlardır ve nedense sürekli olarak tetikte bekler haldedirler. Aslında bu tetikte olma hali, ne yazık ki tam bir teslim olmama halidir. Kul hakkı yemek, hak sahibine hakkını vermemek, sözünde durmamak, entrikalarla insanları etkisiz bırakmak, çalışma koşullarını olumsuzlaştırmak, iş yükünü en olmaz şekillerde arttırmak, alın teri kuruduktan çok sonra hesaplaşmak...hep bu teslimiyetsizlik hallerinin yansımalarıdır.

Sonradan bakıp gördüğünüz, şaşıp da kaldığınız şey ise bunca 'iyi eğitimli!' insanın nasıl olup da, böylesine acımasız şekilde başkalarını sömürmekte hiçbir beis görmüyor ve bunu tereyağından kıl çekercesine yapıyor olabilmeleri. Belki burada gözden kaçırdığımız husus; hep en iyi eğitim olarak pazarlanan sistemin Batı değerlerine, filozoflarına, matematikçilerine, fen bilimcilerine... yoğunlaşması, dolayısıyla her zaman bir ayağı aksak, ruhen yetersiz ve öğretilmiş çaresizlik girdabında tâ en başından itibaren 1-0, 2-0, 3-0... yenik başlayan insanların varlığını da sorgulamamızın gerekli olduğudur.

CEO'nun CheckList'i

Vision and Strategy (Vizyon ve Strateji), Corporate Governance (Kurumsal Yönetişim!), Talent Management (Yetenek Yönetimi), Brand Reputation (Marka Ünü/Bilinilirliği), Stakeholder Management (Ortak Yönetimi), Leadership and Culture (Liderlik ve Kültür), Risk Management (Risk Yönetimi), Customer Focus (Müşteri Odaklılığı), Innovation and Tech (Yenilik ve Teknoloji), M&A (Merger and Accusation-Birleşme ve Satınalma), Financial Management (Finansal Yönetim), Operational Efficiency (Operasyonel Verimlilik), Investor Relations (Yatırımcı İlişkileri), Sustainability and CSR-Corporate Social Responsibility, Kurumsal Sosyal Sorumluluk), Continuity and Succession (Süreklilik ve Ardıllık) bir CEO'nun yani Chief Executive Officer'ın checklistinde yer alan temel konu başlıklarından bazıları.

Eee, bunca şeyi yapmak olur da, kendini göstermemek, hep doğru ve dürüst kalmak mümkün olur mu? Olursa ne kadar olur? Hukuk tarafına baktığımda da, çok genel bir bilgi vermek amacıyla Türkiye'de 9,5 milyon çalışanın mobbing mağduru olduğu yönündeki bir veriyi de paylaşmak isterim. Diyorum ki acaba, şu meşhur 'en iyi!' okullar, 'en iyi!' eğitim kavramlarının içinin gerçekte çoğu zaman ruhsuzluk ile bağdaşmış olduğunu görmenin zamanı geldi de, geçmedi mi? Liyakat, dürüstlük, insana davranış şekilleri, sömürü, sömürerek tüketmek... gibi pek çok unsuru mesela tasavvuf ile ele alsak, bu çerçevede tarihteki olaylarla da bütünleştirerek sanki bir 'örnek olay/ case study/ vak'a incelemesi' gibi değerlendirerek İnsan Kaynakları!na farklı bir bakış açısı getirsek, olmaz mı?

İnsan 'kaynak' değildir

Hatta geleceğin 'insan kaynakları!' henüz ilköğretim-orta öğretim-lise çağındayken mutlaka tasavvuf dersleri ile tanışmalı diye düşünüyorum. Ama, ne olur yeter ki ezbercilik olmasın. Sonrasında üniversite eğitimine devam etmek isteyenler için seçmeli ders statüsünde olsa da, tasavvuf eğitimine mutlaka devam edilmesi yönünde kanaate sahibim. Öyle ki, geleceğimizi emanet edeceğimiz çocuklarımız, gençlerimiz kendilerinin 'kaynak' olmak için yaratılmadığını ve asla öyle olmadıklarını bilsinler, anlasınlar, içselleştirsinler. Öyle ki, 'şeriat gemisinde kalmayıp, hakikat denizine dalmak için' kendilerini inşa etme sürecinin önemini kavrayarak insanlığa, vatanımıza ve milletimize faydalı olsunlar.

İnsanı 'kaynak' olarak gören bir anlayışın yerine, Yaratılanı Yaratan'dan ötürü sevmemizi söyleyen, Anadolu'da Türkçe şiirin öncüsü olan sufi şair Yunus Emre'nin (1238-1328), Molla Kasım için kullandığı ifadeleri belki de bu nedenle çok severim. Ezbercilik yerine hikayeleştirerek anlatım yöntemlerinin etkili, sıcak, samimi ve öğretici olduğunu düşündüğüm için yazımın kalan kısmını da bu formasyona göre organize etmek istedim.

Derviş Yunus bu sözü eğri büğrü söyleme,

Seni sîgaya çeken bir Molla Kasım gelir.

Menkıbeye göre Yunus'un söylediği üç bin kadar şiirin, iki bini kâh yakılarak kâh suya atılarak Molla Kasım tarafından yok edilir. Ancak, sıra son bin şiire geldiğinde ise;

...

Derviş Yunus bu sözü eğri büğrü söyleme,

Seni sîgaya çeken bir Molla Kasım gelir.

beyitlerini görünce, Molla Kasım ne yaptığını acı acı anlar, ama iş işten geçmiş olur. O ayma anını yaşayıncaya kadar geçen süre içinde Yunus'un şiirlerindeki her bir anlamın tek tek İslam'a aykırı olduğunu düşünen Molla Kasım, parçalı bakış açısının doğru olmadığını da kendiliğinden anlamış olur. Yunus'un şiirlerinin tamamını gördüğünde sadece yaptığı acı hatayı anlamakla kalmaz, bütüncül yaklaşımın önemini de kavramış olur.

Molla demişken

Osmanlı'da ilim insanlarına verilen bir unvan olarak bilinen 'Molla' kelimesi Arapça, 'eşi benzeri olmayan' anlamına gelen 'men lâ nazîre leh' den doğmuş bir kelimedir. Yunus Emre gibi, tasavvuf ehli olan Molla Fenarî'de onunla aynı anlayışa sahip birçok sufi Allah'a iman etmeyi sadece sözlü bir eylem yani 'La ilahe illallah / Allah'tan başka ilah yoktur' cümlesini söylemekten ibaret görmemişler, bu anlayışı hayatın ve düşüncenin tüm sahalarına yaymayı hedeflemişlerdir.

15.yüzyılda yaşayan en büyük dört bilginden biri olan Molla Fenarî (diğer üçü İbnü'l Mûlakkin-hadis ve fıkıh-, Mecdeddin Şirâzi -dil- ve Zeyneddin Irakî -hadis ağırlıklı olmak üzere, fıkıh- olarak bilinir.) son derece mütevazi, adil, paylaşımcı ve cesur bir insan olarak, toplum tarafından çok sevilmekteydi. Öyle ki; kadılık, müderrislik ve şeyhülislamlık görevlerini yaparken bir yandan da kitap yazmaya devam etmiştir. Dolayısıyla çok yönlülüğünü her bakımdan layıkıyla yapmış bir insandır.

Tasavvuf ehli bir yönetici

Molla Fenârî kendi yaşadığı dönemin mutasavvıflarından Emir Sultan ile yakın bir dostluk kurmuştu. Hz.Peygamber'in soyundan gelen ve aslen Buharalı olan Emir Sultan 1391'de Bursa'ya gelmiş ve yerleşmiş. Emir Sultan, 25-26 yaşlarında iken Yıldırım Bayezıd'ın kızı Hundi Fatma Sultan'la evlenmişti. Bu evliliğin hikmeti ise her ikisinin de gördüğü bir rüya ile ilişkiliydi. Her ikisi de rüyasında Peygamberimizin (S.A.V) onları birbirine nikahladığını görmüşlerdi. Bu rüyaların ardından, Molla Fenârî de onların nikahlarını kıydı. Edirne civarında fetihte olan Yıldırım Bayezıd'ın bu durumdan haberi yoktu. Dönüşte, 'padişahım kızınız fakir bir dervişle evlendi' diyerek saray çalışanlarından birinin kendisine haber vermesinin ardından sinirlenen Yıldırım Bayezıd her ikisinin de öldürülmesini emretti. Emir Sultan kendisine karşı gönderilen askerleri Yasin Suresi'nin 36.ayetini okuyarak geri çevirdi. Molla Fenârî de bu hususa ilişkin olarak Yıldırım Bayezıd'a bir mektup yazdı:

'Mektubuma kullarına daima merhamet eden Allah Teala'nın adıyla başlarım. Bendeniz insanların en acizi olarak Türk ve İslam memleketlerinin koruyucusu, Osmanoğulları'nın övündüğü ve Hak uğruna savaşanların komutanı, İslam dininin ve Müslümanların yardımcısı olan padişahımın ömrünün uzun olmasını ve neslinin çoğalıp kıyamete kadar şan ve şerefle yaşamasını Rabb'imden niyaz ederim...Bizim sultanımızdan bir ricamız vardır: Dün öldürülmesini emrettiğiniz Emir Sultan, Rasûl-i Ekrem'in neslinden oldukça saygın bir kişidir. Bunun gibi, temiz kalpli Peygamber neslinden bir kişi zamanımıza kadar Anadolu'ya ayak basmamıştır. Buna benzer aslı temiz bir kimseyi elleri hediyeler dolu davetçiler göndererek Buhara'dan Anadolu'ya getirmeye uğraşsaydınız, sizin için ebedi bir şeref olurdu. Böyle yapmadığınız halde manevi bir iradeyle yurdumuza gelen bu zat dolayısıyla Peygamber Efendimize yakınlık kazandığınız taktirde, dünya ve ahiret saadetiniz artacaktır. Şunu da belirteyim ki, damadınız Peygamberimizin; 'Ümmetimin alimleri İsrailoğularının peygamberleri gibidir.' buyurduğu kimselerdendir....Bir daha onun başını kesmek için asker gönderirseniz, bunun bütün yurdumuzun felaketi olacağından şüphemiz yoktur. Son ferman şüphesiz sultanımızındır.'

'Hatta bir defasında Molla Fenârî, kadılık görevini sürdürürken bir dava ile ilgili olarak devrin padişahı Yıldırım Bayezıd'ın şahitlik yapmak amacıyla huzuruna gelmesine rağmen, onun şahitliğini kabul etmemişti. Taşköprülüzâde'nin naklettiğine göre Molla Fenârî, Yıldırım Beyazıd'a şahitliğini kabul etmemesinin gerekçesi olarak : Siz, cemaatle namaz kılmayı terk etmektesiniz. Cemaati terk edeninse şahitliği kabul edilmez' demişti.

Hiç kuşku yok ki, bu ifadeler cesur ve adil bir insanın karakterini yansıtmaktaydı. Düşünsenize padişaha bile adalet karşısında eşit muamele etme cesaretine ve inancına sahip olan bir anlayış, nasıl olur da insanı dolayısıyla kendisini de 'kaynak' olarak görebilir ve narsist olabilir?

Not: İlahiyatçı Doç. Dr. Betül Gürer'in 'Bir Osmanlı Entellektüeli Molla Fenârî' kitabını keyifle okurken, ilgili yerlerde kendisinden alıntılar yaptım. Hakkı helal olsun inşallah.

Avrupa enerji güvenliği düğümünü Katar diplomasisi çözer mi?

14.05.2022

Katar'ın son dönemde hem bölgede hem de küresel ölçekte artan diplomatik gücü, Avrupa enerji güvenliğinde oluşan bu düğümün çözülmesine büyük bir katkı sunabilir. Burada Katar'ın Biden yönetimi tarafından geçtiğimiz günlerde "NATO üyesi olmayan önemli müttefik" statüsüne yükseltildiğinin de hatırlatılması gerekmektedir.

Küresel, bölgesel ve ülkesel temelleriyle normalleşme

14.05.2022

Türk dış politikasında başlatılan normalleşme süreci vülger değerlendirmelerle açıklanamayacak kadar kompleks jeopolitik, jeoekonomik ve jeostratejik motivasyonlarla ilerlemektedir.

E-Bülten'e Katılın

Tüm içeriklerden haberdar olmak için e-bültenimize kayıt olabilirsiniz.

İnsan insanın cennetidir

14.05.2022

İnsanın içinde varlık kazandığı kültür, dil, din gibi toprak da bir imkandır, bir değerdir. Bunları birer metaya dönüştürüp, paylaşım mevzuu yapanlar aslında milliyetçilik maskesi ile vatanı da milleti de aşağılıyorlar.

Yine İmamoğlu yine bir iletişim krizi

14.05.2022

Kılıçdaroğlu'nun israf ve elektrik faturaları ile ilgili mesajlar verirken kaldığı otelin yüz bin küsur Türk Lirası üzerindeki faturasının İmamoğlu ekibi tarafından servis edildiği söyleniyor. İmamoğlu'nun balıkçıdaki fotoğrafının da Kılıçdaroğlu ekibi tarafından servis edildiği çokça konuşulmuştu. Nitekim İmamoğlu'nun Doğu Karadeniz gezisini eleştirenler de daha çok Kılıçdaroğlu'na yakın isimler.