Bugünlerde Orta Doğu’ya ait pek çok haber ve analizin odağında bulunan konulardan biri de İsrail’de tekrarlanacak genel seçimler. 7 Nisan 2019’da yapılan seçimler neticesinde Binyamin Netanyahu’nun hükümeti bir türlü kuramaması ve İsrail Evimiz Partisi lideri Avigdor Liberman’ın askerlik yasasında hiçbir Yahudiye iltimas geçilmemesinde diretmesi sebebiyle 17 Eylül’de tekrar edilecek olan İsrail genel seçimleri, pek çok tartışmaya konu olmakta.
Katz’ın Twitter hesabı üzerinden İbranice ve Arapça olarak yapmış olduğu paylaşımı neredeyse her kritik dönemeçte İsrail sağının bölge huzurunu hiçe sayarak desteklediği politikalara ilaveten aynı zamanda da söylem bazında Türkiye’ye yaptığı saldırıların kronik bir rahatsızlığa evrildiğini kanıtlar nitelikteydi.
İsrail siyasetinin uzun zamandır değişmezi halinde
Şanghay Üniversitesi Küresel Yönetişim Araştırma Merkezi’nde araştırma görevlisi olan Selim Han Yeniacun'un analizine göre, İsrail’in son yıllarda geri adım atmaksızın sürdürdüğü saldırgan tavrın özellikle seçim süreçlerinde daha baskın bir hal alması alışıldık bir durum. Bu tavra karşı bölgesel ya da küresel düzeyde gelecek en ufak bir eleştiri ise bilhassa İsrail sağı tarafından derhal seçim malzemesi haline getiriliyor. Bunun sebebi ise İsrail siyasetinin hem ana hem ara blokları arasında çeşitli çıkar çatışmalarını yoğunluklu olarak yaşaması ve birbirinden rol kapma yarışında olan siyasi figürler. Partilerin ve siyasilerin öncelikli hedeflerinin, aşırı parçalı bir yapı arzetmesine rağmen Knesset’te bir koltuk sahibi olmak, ardından kendi müşterek çıkarlarını tasvip ve tasdik edecek potansiyele sahip ortaklarla bir koalisyon kurmak olduğu gerçeği, İsrail siyasetinin uzun yıllardır değişmezi halinde. Müşterek çıkarların uyuşmazlığı, bazen bir bakanlık koltuğu elde etmek veya zor durumda kalan mevcut başbakanı aklamak için yeni tavizler dayatmak, bazen de daha önce verilmiş tavizlerin toplum yararına olmayan kısımlarını gün yüzüne çıkartarak koz elde etmek şeklinde tezahür edebiliyor. İşte böyle bir karmaşa içerisinde 10 aydır istikrarlı bir hükümetten yoksun olan İsrail siyaseti, 26 Ağustos’ta Netanyahu’nun iki ay önce dışişleri bakanı olarak atamış olduğu eski dostu ve sâbık Ulaştırma ve İstihbarat bakanı Yisrael Katz’ın tweeti ile daha da karmaşık bir hal aldı.
Katz’ın Twitter hesabı üzerinden İbranice ve Arapça olarak yapmış olduğu paylaşımı neredeyse her kritik dönemeçte İsrail sağının bölge huzurunu hiçe sayarak desteklediği politikalara ilaveten aynı zamanda da söylem bazında Türkiye’ye yaptığı saldırıların kronik bir rahatsızlığa evrildiğini kanıtlar nitelikteydi. Dahası, “Türkiye'nin Doğu Kudüs'te yürüttüğü kışkırtıcı fitne faaliyetlerinin durdurulması için bir dizi önlem paketi hazırlanması konusunda dışişleri bakanlığına talimat verdim” ifadelerinin yer aldığı bu tweet, Türkiye’nin tepkisini çekmekle kalmayıp yaklaşan seçimler öncesi pek çok İsraillinin de bakana cevap vermesine yol açtı. Gönderinin altında yapılan seçmen yorumları ise “saçmalık”, “seçim öncesi başarısız bir deneme” ve “yeni bir sorun doğuruyorsunuz” gibi pek çok olumsuz ifadeyi içermekteydi.
Dışişleri Bakanının yapmış olduğu bu hamle, sadece İsrail sağında kronikleşen ve seçim öncesi nükseden Türk düşmanlığının bir yansıması mıydı? Binyamin Netanyahu ve oğlu Yair Netanyahu, Liberman, Benny Gantz, Ayalet Shaked ve Yair Lapid gibi geniş yelpazeden siyasetçilerin her seçim öncesi Türkiye kartını kullandığı biliniyor. Buna mukabil Bakan Katz’ın profili, İsrail siyasetine ilişkin daha karmaşık bir tabloyu ortaya çıkarıyor.
Netanyahu’nun başında olduğu hükümetler sırasında Türkiye ile en olumlu havanın yaşandığı dönem olan 2016 yılı bile iki ülke arasında soğuk rüzgarlara sahne olmuştu. 2017’de ise Birinci Dünya Savaşı’nın 100. yılı anmalarında İsrail’in İngiliz işgalini, bir özgürleştirme adımı olarak ülkenin neredeyse her yanında kutlaması, mevcut Filistin meselesini bir yana koyacak olursak zaten başlı başına bir anlayış sorunu. Kaldı ki, işgal altında bulunan Doğu Kudüs’teki Türkiye faaliyetleri uluslararası hukuk ve işgal yönetiminin idari kriterleri doğrultusunda nizami bir şekilde ilerlemekte. Dahası, iki ülke arasında cereyan eden her türlü krize rağmen ekonomik, kültürel ve tarihsel etkileşimi hiçe sayarcasına takınılan bu tutumun kaynağında hem mevcut idari kadroların siyasi ikbal beklentisiyle sergiledikleri popülizmin hem de bir şeyleri perdeleme ihtiyacının olduğu açık. Türkiye Doğu Kudüs’ü bağımsız Filistin’in başkenti olarak tanırken burada yapmış olduğu faaliyetleri gerçekleştirebilmek için zaten halihazırda İsrailli yetkililer ile temas halinde bulunmakta.
Doğu Kudüs Türkleşiyor mu?
Türkiye’nin Filistin politikalarında kazandığı etki alanı ve Arap nüfusu nezdinde artan sempatisi Filistin genelinde ve Kudüs üzerinde görünürlüğünün artmasına imkan verdi. Tabii ki bu açıdan Yahudi toplumunda da kültürel anlamda bir Türkiye rüzgarı estiğini söylenebilir. Bu çerçevede Türkiye, 2005 yılından itibaren TİKA ile bölgede çok yönlü projelerle yardım ve kültür faaliyetleri yürütmeye başladı.
Başlarda Batı Şeria ve Gazze’de başlayan bu çalışmalar zamanla Kudüs'ü de içerek şekilde yaygınlaştırıldı ve sosyal dokusu kırılgan olan bu kentte Arap nüfus nezdinde popülerlik kazandı. Buna ek olarak, Türk dizi-film sektörünün Orta Doğu’ya açılmasından etkilenen coğrafyada görsel araçlar sayesinde Türk dili bir cazibe unsuru oldu; bu konuda da Türkiye’nin Yunus Emre Enstitüsü eğitim-kültür faaliyetlerini yoğunlaştırmak suretiyle bu avantajı korumayı başararak Türk dilini bir Avrupa dili kadar öğrenilmesi gerektiği düşünülen bir seviyeye taşıdı. Filistin coğrafyasında bu ve buna benzer faaliyetleri yürüten kurumlar sadece Türkiye’ye ait olmadığı gibi İsrailli siyasetçilerin sadece Türk kurumlarına değil UNWRA ve UNESCO gibi Birleşmiş Milletlere bağlı uluslararası kamuoyu desteğine sahip kurumlara dahi kolayca savaş açabildiklerini de hatırlatmakta fayda var. Dahası, British Council, DAAD, Austrian Hospice, YMCA, Institut Français de Jérusalem, The American Cultural Center ve daha pek çok kurum Doğu Kudüs merkezli faaliyetler yürütüyor. Türkiye’ye ait olsun olmasın, benzeri kurumların hedef alınması, seçim kampanyasına malzeme temin etmekle beraber İsrail’in uluslararası kamuoyunda daha da zor bir pozisyona düşmesine yol açacak.
Dışişleri bakanının seçim yatırımı mı, kurtulma planı mı?
Yaklaşan 17 Eylül seçimleri Netanyahu ve Likud için hiç de kolay geçmeyecek. Bir yandan Gazze, Batı Şeria, Lübnan, Suriye ve Irak’ta yaşanan krizlerin güvenlik siyaseti odaklı bir kampanya için tırmandırıldığı ortadayken başta Netanyahu olmak üzere Likudlu bakanlar pek çok suçlama ile karşı karşıya. Sosyal Dayanışma ve Refah Bakanı Haim Katz’ın güveni kötüye kullanma ve dolandırıcılık suçlarından yargılanacağının açıklanmasından sonra 16 Ağustos tarihinde istifa etmesi, Netanyahu’nun rüşvet iddianamesinin hâlâ açıklığa kavuşamaması ve Türkiye hakkındaki tweetiyle gündeme gelen eski ulaştırma ve istihbarat bakanı Yisrael Katz’ın pek çok sebeple eleştirilerin odağına oturması Likud için tehlike çanlarının çaldığı anlamına geliyor. Katz’ın göreve getirilme hamlesini ve seçim öncesindeki Türkiye açıklamasını sorgulamak için kısıtlı da olsa bir profil analizi gerekiyor.
Yisrael Katz, 1955 doğumlu ve Likud Partili bir siyasetçi olmasının ötesinde bir figür. Açıkçası en hafif tabirle “şahin” olarak sınıflandırılabilecek bir siyasetçiyi dışişleri bakanlığı gibi hassas bir göreve getirmek, olsa olsa uzlaşma ve diplomasinin yürütülmesinden ziyade savaş ve politik çatışma kararlılığının en üst seviyede tutulması için verilmiş bir karar olabilir. Katz’ın İsrail sağının ve hatta aşırı uçların her zaman sempatisini kazanan bir figür olmaktan öte, uslanmaz bir Filistin düşmanı olduğunu söylememiz yanlış olmayacak. Kudüs İbrani Üniversitesi’nde okuduğu 80’li yıllarda Arap öğrencilere karşı kullandığı şiddet sebebiyle almış olduğu cezalardan tutalım, Ariel Şaron hükümetinin Gazze’den çekilme kararını Netanyahu ile protesto edip istifasına kadar, Batı Şeria ve Gazze’deki yasa dışı yerleşimcilere vermiş olduğu desteklerden ulaştırma bakanlığı dönemindeki eleştirilen ihale yönetim şekline kadar pek çok konuda üzerinde soru işaretleri bulunan bir isim. Başbakan Binyamin Netanyahu’nun siyasi yol arkadaşı olmanın ötesinde adeta kendi üzerine almadan yürüteceği işlere aracılık yapan Katz, nisan seçimleri öncesinde hem İsrail kamuoyunun hem de ABD’li diplomat ve siyasetçilerin eleştiri bombardımanına da tutulmuş bir isim.
Nisan seçimleri öncesinde Ynet, Times of Israel, Jerusalem Post gibi haber mecraları, özellikle Katz’ın başında olduğu Ulaştırma Bakanlığı’ndaki ismi verilmeyen kaynaklarından elde ettikleri bilgilerin ışığında, demiryollarından limanlara kadar pek çok ihalenin Çinli firmalara verilmesini sert ifadelerle gündeme taşımışlardı. ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton ve İsrail İç İstihbaratı olan Şin-Bet'in (Şabak) Başkanı Nadav Argaman’ın dahi üstü kapalı bir şekilde eleştirdiği isim olan Katz, İsrail’deki ABD lobisinin ve ABD’deki Yahudi lobisinin Çin yatırımlarını ülkeye çekmekten sorumlu tuttukları bir numaralı kişi. Katz’ın seçim sürecinde ismi etrafında oluşan olumsuz atmosferi yıkmak için uç söylemlere başvurması sadece İsrail sağının kronik bir sorunu olmanın ötesinde İsrail üzerindeki doğu-batı satrancı esnasında dikkat dağıtma çabaları olarak da yorumlanabilir.