Star/AçıkGörüş
Faruk Önalan / Yazar
Bugün dünyanın başına bela olan birçok terör örgütünün kurulmasına, Amerika Birleşik Devletleri'nin direkt ya da dolaylı katkısı vardır. Bu durumu kendi ifadeleriyle de teyit etmektedirler. Eski ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, bugün mücadele edilen terör örgütlerini yıllar önce kendilerinin finanse ettiklerini, bu durumun o gün için "iyi bir fikir" olduğunu açıkça itiraf etmiştir. Clinton verdikleri desteğin bugün nelere mal olduğunu ya da olacağını da belirtmiştir: "Neyin tohumunu ektiğimize dikkat etmemiz lazım çünkü sonunda onu biçeceğiz. Ciddi bir güven açığımız var. Açık olmak gerekirse bunun sebebi, ABD'nin şu an mücadele ettiği problemi bir zamanlar kendisinin meydana getirmesidir." Clinton'un Dışişleri Bakanı olduğu dönemde en yakınındaki isim Jake Sullivan (bugün ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı)ise patronuna "El Kaide, Suriye'de bizim tarafımızda" mesajı veriyordu.
ABD'nin Irak işgali ve yaptığı insanlık dışı işkenceler, sonrasında Bağdat'ı teslim ettiği İran yanlısı katı mezhepsel yönetimler bugün tüm bölgeyi hatta Afrika'ya, Uzak Doğu ülkelerine kadar ulaşan bir terör ağının oluşmasına zemin hazırlamıştır.
Irak'taki Amerikan hapishanelerinde kalan isimlerin oluşturduğu Şura kararı ile Ebubekir Bağdadi, "Irak İslam Devleti" örgütünün başına geçmişti. Belirli bir süre sonra da Muhammed Culani (Usame el- Absi el-Vahidi) liderliğinde Suriye'de El Nusra Cephesi (Cebhet'un Nusra li Ehli'ş Şam min el-Mucahid'iş Şam fi Sahat'il Cihad) kuruldu. İki örgüt lideri de Osama bin Laden'in öldürülmesinin ardından El Kaide'nin başına geçen Eymen ez-Zevahiri'ye biat etmişlerdir. Ancak daha sonra Bağdadi, Culani'den Nusra Cephesi'ni feshetmesini ve kendisine biat etmesini istedi. Anlaşmazlıklar ve karşılıklı mücadelenin sonunda Bağdadi Nisan 2013 tarihinde "Irak Şam İslam Devleti"ni (DEAŞ) kurdu. Nusra lideri Culani de El-Kaide'ye bağlı olarak Suriye'de faaliyetlerini yürütmeye devam etti. Birleşmeye karşı olan Zevahiri'nin "herkesin kendi bölgesinde olsun" telkinine Culani uyarken Bağdadi uymamıştır. Aradaki anlaşmazlıklar çatışma boyutuna varınca El Kaide arabuluculuk yapmaya çalıştı. DEAŞ'ı "şeriat mahkemesi" kararlarına uymaya çağırsa da Bağdadi bu çağrıları da reddetti. Nusra Cephesi'nin İdlib Komutanı Ebu Muhammed el Ensari'nin öldürmesiyle de ipler tamamen kopmuştur. DEAŞ suikast timi, Ensari'nin evinde eşini, iki çocuğunu ve iki erkek kardeşini de öldürmüştür.
Rusya'nın Suriye'deki iç savaşa dahil olması ve Halep'in kaybedilmesiyle Nusra ve El Kaide arasında da anlaşmazlıklar baş göstermeye başlamıştır. Bunun üzerine Culani, Temmuz 2016 tarihinde yüzünü ilk defa açıkça görüldüğü bir video açıklamasıyla El Kaide'den ayrıldıklarını ve Şam'ın Fethi Cephesi'nin kuruluşunu ilan etti. "Devrimi kurtarmak için El Kaide ile bağımızı koparıyoruz. Şam Fethi Cephesi'nin herhangi bir dış bağlantısı olmayacaktır. Amacımız, Suriye'deki mücahit grupların arasındaki mesafeleri yakınlaştırmaktır." El Kaide ile ilişkilerin koparılmasının nedeni ise uluslararası terör örgütleri listesinde bulunan bir yapı ile aralarında bir bağ olmadığını ilan etmekti. Culani bu durumu da çok net ifadelere izah etmiştir: "El kaide ile bağlantımızı kesmek uluslararası arenaya bahane vermek istemeyen Suriye halkının isteği üzerinde olmuştur. Durumumuzu anlayışla karşıladığı için El-Kaide'ye teşekkür ederiz." Zevahiri'nin yardımcısı Ahmed Hasan Ebul Hayr da örgütsel bağın kesilmesini anlayışla karşıladığını duyurmuştur. Ancak bu hamlelere rağmen ABD, Nusra konusunda görüşlerinde bir değişim olmadığını deklare etmiştir.
Şam'ın Fethi Cephesi de bekleneni veremediği için yaklaşık yedi ay sonra yani 2017 yılı Ocak ayı sonlarında Nureddin Zengi Hareketi, Liva el-Hak, Ensar el-Din Cephesi ve Ceyş el Sünne ile bir araya gelinerek Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) kuruldu. Oluşum Astana sürecine karşı olduklarını belirtip "ihanet ve komplo" olarak nitelendirmiştir. Ayrıca Suriyelileri anlaşmaya karşı çıkmaya çağırmıştır. Hem Nusra hem de HTŞ, Türkiye'nin terör örgütleri listesindedir. TSK, Astana süreci kapsamında İdlib'te gözlem noktaları oluştururken "HTŞ'nin refakat ettiği" yönündeki haberler gerçeği yansıtmamaktadır. Çünkü HTŞ bu dönemde Türkiye'yi tehdit etme cüretini de göstermiştir. Ankara'nın İdlib'e yoğun askeri sevkiyatı sonrasında ise, görüşmelere açık olduklarını beyan etmek zorunda kalmışlardır.
HTŞ'nin kuruluşundan aylar sonra, Eymen ez-Zevahiri'nin, Nusra Cephesi'nin El-Kaide ile ilişkisini kesmesini aslında hiçbir zaman onaylamadığını söylemesi üzerine HTŞ'den ayrılıklar yaşanmaya başladı. Nureddin Zengi Tugayı da Temmuz 2017'de HTŞ ile bağlarını kopardığını açıklamıştır. Sonrasında Ahrar üş Şam, Nureddin Zengi Hareketi, Ceyş el Ahrar ve Şukur el Şam bir araya gelerek Ulusal Kurtuluş Cephesi adı altında birleşti. 2019 yılı sonbaharında ise Ulusal Kurtuluş Cephesi, Milli Ordu ile birlikte Suriye Geçici Hükümeti Savunma Bakanlığına bağlanmıştır. Böylece Fırat Kalkanı Harekâtı bölgesi, Zeytin Dalı Harekâtı bölgesi ve Bahar Kalkanı Harekâtı Bölgesi'ndeki unsurlar tek cephe altında toplanmıştır. Ancak bir yıl sonra, bu defa Suriye Milli Ordusu (SMO) bünyesindeki Hamza Tümeni, Mutasım Tümeni, Sultan Süleyman Şah Tümeni, 20.Tümen ve Kuzey Şahinleri Tugayı, El-Bab ilçe merkezinde Suriye Kurtuluş Cephesi'ni oluşturdu. Birleşen askeri grupların, terörden arındırılan Fırat Kakanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı bölgelerinde yeni adıyla görev yapacağı açıklanmıştır. Fakat aradan iki ay gibi bir süre geçmeden 20. Tümen ve Sultan Süleyman Şah İttifak'tan ayrıldı.
Sahada öylesine karmaşık bir yapı var ki, daha derin detaylara girmeden asıl konuya dönelim. Yaklaşık on beş gün önce İslam Ordusu'na (Ceyş'ül İslam) yakın bir medya aktivisti olan Muhammed Abdullatif Ebu Gannum ve eşi el-Bab'ta düzenlenen bir suikast sonrası öldürüldü. Olaydan kısa süre 3. Kolordu bileşenlerinden Şam Cephesi suikasttan dolayı Hamza Tümeni'ni suçladı. Yaşanan çatışmalarda çok sayıda sivil hayatını kaybetti. Çatışmalar büyüyünce fırsattan istifade eden HTŞ, Afrin'in kapısına dayandı. Şam Cephesi ve İslam Ordusu'ndan oluşan 3. Kolordu Azez'e kadar çekilip, ateşkes yapmak zorunda kaldı. Ancak ateşkese uymayınca HTŞ, Azez'in girişindeki Kefer Cenne'ye kadar ilerledi. Bu noktada Türkiye devreye girince çatışmalar durdu. Daha sonra HTŞ tüm birliklerini İdlib'e geri çekti. Bu süreçte Hamza Tümeni, Süleyman Şah Tümeni ve Ahrar Şam, HTŞ'ye müdahale etmedi hatta yanında durdu. Şüphesiz HTŞ'nin Afrin'de konuşlanması Ankara'nın kabul edebileceği bir durum değildir. Önce Haziran ayı, sonrasında Ekim ayında HTŞ'nin Afrin'e yönelik iki hamlesi oldu. Aslında biraz da geriye gidecek olursak 1,5-2 yıl öncesine dayanan bir plandan bahsedebiliriz. İdlib'i kontrol altında tutan ana güç HTŞ'nin, diğer bölgelere nispeten daha küçük bir alanda daha fazla nüfusu idare etmek durumunda olması yeni hamleler yapmasını da kaçınılmaz kılıyor. İdlib ekonomik açıdan oldukça zayıf bir bölge konumundadır. HTŞ her ne kadar etkin olsa da uzun vadede bunu sürdürebilmesi mümkün değil. Ekstra gelir kaynaklarına ihtiyaç duymaktadır. Bu yüzdendir ki Afrin-Bab hattında söz sahibi olmak isteyecektir. Diğer bir yandan Ukrayna Savaşı'nın zorlukları ve uzun sürmesi Rusların Suriye'deki varlığı azaltması da HTŞ'nin işine gelmektedir. Bir süre sonra HTŞ, yeni bir isim değişikliği ile -3. Kolordu'ya karşı- Hamza Tugayı, Süleyman Şah Tümeni ve Ahrar Şam gibi birliklerle bir ittifak kurmak isteyebilir.
HTŞ lideri Culani uzun süredir sivil kıyafetlerle halkın arasında gezip, ziyaretlerde bulunmaktadır. Oysa 5-6 yıl öncesine kadar yüzünü dahi göstermekten imtina etmiştir. Culani'nin bu imaj değişikliği, siyasi bir figür olarak kabul görülmek istemesindendir.
HTŞ'nin son hamlesinden sonra ABD de tepki göstermek için fırsatı kaçırmamıştır. Suriye Büyükelçiliği hesabından yapılan paylaşımda, HTŞ'nin Halep'in kuzeyine yaptığı son saldırıdan endişe duyulduğu ve HTŞ güçlerinin derhal bölgeden çekilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Washington Enstitüsü, kendilerine konuşan bir kaynağın, ABD'nin Türkiye'yi uyardığını, Culani Afrin'den ayrılmaz ise PKK/SDG'nin bölgeye girmesine müsaade edeceklerini söylediğini aktardı. Tel Rıfat'ı, Münbiç'i kaybetmemek için hem Rusya, hem ABD hem de İran'a yalvaran PKK/SDG'nin Afrin'e nasıl gireceği de büyük bir soru işaretidir. Çok denklemli karmaşık bir bölgede, Türkiye'nin kontrolü altındaki alanlara yönelik kudreti, son yaşananlar olaylarda bir kez daha anlaşılmış, Ankara'ya rağmen bir hamle yapılamayacağı ortaya çıkmıştır.
Son olarak DEAŞ ve türevi terör örgütlerinin çıkış noktası Ebu Gureyb, Bucca cezaevleriydi. Bu doğrultuda Abdullah Öcalan'ın "Diyarbakır Cezaevi olmasaydı biz de olmayacaktık" sözleri de ayrıca üzerinde durulması gereken bir konudur.