Flaş! Orgeneral Akar darbecilere bunu söylemiş

15 Temmuz darbe girişiminde bir süre alıkonulan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ın tanık sıfatıyla verdiği ifadede ''Yanlış yoldasınız dedim'' dediği öğrenildi.

1

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar, Fetullahçı  Terör Örgütünün (FETÖ) darbe girişiminin ardından Ankara Cumhuriyet  Başsavcılığına verdiği ifadede, "Özellikle Güneydoğu'da bölücü terör örgütüne  yönelik emniyet, valilikler, siyaset kurumu, adalet teşkilatı, istihbarat ve  silahlı kuvvetler hepsi mükemmel bir koordinasyonla büyük bir titizlikle başarılı  sonuçlar elde etmekteyken Türkiye Cumhuriyeti hükümetine yönelik tertiplenen bu  alçak darbe teşebbüsüyle tarihimize kara bir leke sürülmüştür." ifadesini  kullandı.

Orgeneral Akar, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına şikayetçi olarak  verdiği ifadede, yaklaşık bir yıldır Genelkurmay Başkanı olarak görev yaptığını  anımsattı.

"Devletimizin bir süredir FETÖ/PDY ile yürüttüğü mücadele bizim de  kurumsal olarak azami dikkat ve hassasiyetle içinde yer aldığımız bir mücadele  olup bu yıl yapılacak Ağustos Şurası'nda silahlı kuvvetler içerisindeki bu  yapının alacağı ağır darbenin hazırlıkları yapılmaktaydı" değerlendirmesinde  bulunan Orgeneral Akar, şöyle devam etti:

TARİHİMİZE  KARA BİR LEKE SÜRÜLMÜŞTÜR

"Şu an geldiğimiz noktada bu terör örgütünün bunu muhtemelen  öngörerek, hiç kimsenin belki de tahayyül edemeyeceği gözü dönmüşlük ve  alçaklıkla sivil insanları katletme, TBMM'yi bombalama, kendi silah arkadaşları  ve birliklerine taarruzda bulunma, emniyet birimlerini bombalama gibi akıl almaz  eylemlere girişip, böyle bir darbe teşebbüsünde bulunduğunu düşünüyorum.  Özellikle Güneydoğu'da bölücü terör örgütüne yönelik emniyet, valilikler, siyaset  kurumu, adalet teşkilatı, istihbarat ve silahlı kuvvetler hepsi mükemmel bir  koordinasyonla büyük bir titizlikle başarılı sonuçlar elde etmekteyken Türkiye  Cumhuriyeti hükümetine yönelik tertiplenen bu alçak darbe teşebbüsüyle tarihimize  kara bir leke sürülmüştür."

Orgeneral Akar, kalkışmanın başladığı 15 Temmuz'da saat 17.00-18.00  sıralarında makamında çalışırken, Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Yaşar  Güler'in, yanına geldiğini ve kendisine MİT'ten gelen bilgi ile bu akşam  içerisinde Kara Havacılık Okulu'ndan 3 helikopterin görevlendirilmesiyle bir  faaliyet icra edileceği yönünde istihbaratı ilettiğini kaydetti.

ACİLEN ALINACAK TEDBİRLERİ  TARTIŞMAYA BAŞLADIK

Güler'in, bu bilgiyle ilgili görüşmek üzere MİT'ten bir heyetin yolda  olduğunu söylediğini bildiren Akar, şu bilgileri verdi: "Bilginin geldiği makam itibarıyla ciddiye aldık. Ben, Yaşar Paşa ve  Kara Kuvvetleri Komutanı Salih Zeki Çolak ile acilen alınacak tedbirleri  tartışmaya başladık. Derhal ve öncelikle karargahımızdaki SKKHM ile görüşüp  sadece Ankara hava sahasının değil, tüm Türkiye hava sahasında bulunan askeri  helikopter ve uçakları kapsadığını, dolayısıyla havada bulunan askeri uçak ve  helikopterlerin üslerine dönmesi, yeni kalkışlara da engel olunmasına ilişkin  emrimi ilgili komutanlara verdim. 2. Başkan Yaşar Güler de bu emri Hava  Kuvvetleri Komutanlığı Harekat Merkezine iletti ve bu şekilde tüm askeri hava  araçlarının uçuşlarının durdurulması emrimiz ulaştırılmış oldu. MİT'ten gelen  bilginin teyidi ve netleştirilmesi bakımından ve bilgide belirtilen uçuş  faaliyetlerinin somutlaştırılması ihtimaline binaen bu hususun açıklığa  kavuşturulması için Kara Kuvvetleri Komutanına derhal gereken en hızlı ve etkili  tedbir ile işin üzerine gidilmesi için emirlerimi verdim. Kurmay Başkanı, Merkez  Komutanlığından ve Adli Müşavirlikten personeller alıp, Kara Havacılık Okuluna  derhal gitmesi, olayı tereddüde yer bırakmayacak şekilde çözüp, idari ve adli  tedbirleri ivedi bir şekilde almasını talimatlandırdım. Gittiğinde devamlı bilgi  vermesini söyledim."

Orgeneral Akar, "Değerlendirmelerimizde ve gelen bilginin daha büyük  bir planın parçası olabileceğini mütalaa ettik ve aldığımız bu tedbirlerle  yetinmeyerek, Ankara Garnizon Komutanı Korgeneral Metin Gürak'ı telefondan  arayıp, bizzat Etimesgut Zırhlı Birlikler Tümenine gitmesini, hiçbir tankın ve  zırhlı aracın hiçbir sebeple birlik dışına çıkmasına müsaade edilmemesi yönünde  tedbirler almasını emrettim. Bu şekilde öncelikle tedbirleri aldıktan sonra  toplantımız bitti" bilgisini paylaştı.

NE DİYORSUN ULAN SEN MANYAK MISIN!

Kendisinin çalışmalarına makamında devam ettiğini anlatan Orgeneral  Akar, gelişmeleri de bir yandan takip ettiğini aktardı. Orgeneral Akar, "Tam emin olmamakla birlikte muhtemelen saat 21.00'e  doğru arkam kapıya dönük bir şekilde yuvarlak toplantı masasında çalışırken kapı  çaldı. Ben 'Gir' dedim ve hatta, 'Kimsin, bu saatte' gibi bir şey de söyledim.  Baktığımda karargahta görevli Tümgeneral Mehmet Dişli'nin geldiğini gördüm."  ifadelerine yer verdi. Akar, müşteki sıfatıyla verdiği savcılık ifadesinde, karargahta  görevli Proje Yönetim Daire Başkanı Tümgeneral Mehmet Dişli'nin geldiğini  gördükten sonra yaşananları şöyle anlattı:

"Dişli, oturmakta olduğum masadaki sandalyelerden birine oturup  heyecanlı ve geçmişte bildiğim, alışık olduğum ruh halinden farklı bir tarzda  'Komutanım operasyon başlıyor, herkesi alacağız, taburlar, tugaylar yola çıktı.  Biraz sonra göreceksiniz' gibi şeyler söyledi. Ben ilk önce anlamlandıramadım.  Cümle içinde belki 'uçaklar' demiş olabilir. Ancak bunun bir kalkışma olarak  ifade edebileceğim bir operasyon olduğunu anladım ve hiddetle 'Ne diyorsun ulan  sen, ne operasyonu, sen manyak mısın, sakın ha' şeklinde bağırdım. Arkam kapıya  dönük olduğu için kapının açık olup olmadığını fark etmedim" sözleriyle anlattı.

HİDDETLİ KARŞI ÇIKMAMA RAĞMEN...

Genelkurmay İkinci Başkanı ve diğer komutanların nerede olduğunu  sorduğunu belirten Orgeneral Akar, Dişli'nin, "Heyecanlanmayın, rahat olun,  gelecekler" gibi laflarla karşılık verdiğini söyledi.

Kendisinin ise "Benim seninle, bir başkası ile böyle işlerin  içerisinde olanlarla hiçbir işim olamaz. Sen benimle ne biçim konuşuyorsun? Kim  bunlar? Siz kimsiniz?" gibi soruları sürekli, hiddetle sıraladığını bildiren  Akar, beyanına şöyle devam etti: "Haliyle çok öfkelenmiştim. Netice olarak 'gittikleri yolun yanlış  olduğunu, büyük bir bataklığa battıklarını, cezasını çekeceklerini, hiç olmazsa  bir erkeklik gösterip başkalarını bu işe bulaştırmadan ve ölüm kalım olmadan bu  işi sonlandırmalarını, hemen giriştikleri bu girişimi durdurmalarını' söyledim.  Fakat ikna edemedim. Kendisi, benim böyle hiddetli karşı çıkmama rağmen  sinirlerine hakim olmaya çalışıyordu ve sakin görünerek, 'Komutanım bu iş bitti  ve herkes yola çıktı' anlamında şeyler söylüyordu. Bir ara Mehmet Dişli, sanırım  dışarıya doğru hareketlendi. Ben de gayriihtiyari yönümü kapıya döndüğümde Serdar  Yüzbaşı, Abdullah Astsubay ve Levent Yarbay'ı gördüm."

"KOMUTANIM SAKİN OLUN, VURURUM"

Akar, Yarbay Levent Türkkan'ın kendisinin emir subayı, Astsubay  Abdullah'ın koruma timinde görevli, Yüzbaşı Serdar'ın da emir subay yardımcısı  olduğunu bildirdi ve "Ayrıca bunların dışında Özel Kuvvetler Komutanlığından  olduğunu değerlendirdiğim ve tam teçhizatlı, eğitim kıyafeti giymiş, silahlı,  miğferli personel dikkatimi çekti." dedi. Orgeneral Akar, şöyle devam etti:

"Odanın içerisine hızla ve aniden girmeye kalkıştıklarını fark edince  ayağa kalktım ve o esnada Levent Türkkan, 'Komutanım otur, kalkma, sakin olun,  zorluk çıkartmayın' şeklinde bağırdı. Beni birisi iterek sandalyeye oturmamı  sağladı ve o esnada arkadan bir başkası, elinde el havlusu tarzında bir şeyle hem  ağzımı hem burnumu kapatarak, nefes almamı engelledi. Bu esnada kolunu boğazıma  doladı, sıktı, askeri kıyafete ait ip türü bir cismin boğazıma sürtünmesiyle o  anda nefes almakta güçlük çektiğim için debelenirken ve ellerimle burnumu açmaya  çalışırken, bir başkası plastik kelepçeyi bileklerime taktı. Benim bu şekilde  direnmem üzerine burnumu açacak şekilde ağzımı kapattılar. Bağırmamı engellemek  istedikleri açıktı. Nefes alma düzenim yerine gelince birazcık sakinleştiğimi  gördüler ve ağzımı kapattıkları havlu benzeri kumaşı çektiler. Bu mücadele  sırasında kelepçenin bileklerime verdiği acı nedeniyle yeniden bağırmaya  başladım. Çıkartmalarını söyledim ve hatta ayağa kalktım. O esnada Levent  Türkkan'ın elinde tabanca ile 'Komutanım sakin olun, vururum, sıkarım' gibi  şeyler söylediğini işittim. Hatta ben bir iki adım daha atıp, kendisine 'Sık  ulan' diye bağırdım. Gözlerinde sıkmakla sıkmamak arasındaki robotik tereddüdü  gördüm. Bu arada elimi sıkan kelepçeleri açmalarını istedim ve tahminen Mehmet  Dişli'nin onayıyla bir komando bıçağı çıkarttılar. Kör bir bıçaktı ve askerlerden  biri kelepçeyi kesmeye çalıştı. Fakat bir süre daha açamadılar. Hatta ben yine  hiddetlendim, bağırdım. Tekrar ikinci kez uğraşıp, kelepçeyi kestiler. Bu şekilde  beni, arkamda biri olacak şekilde oturtarak, etkisiz hale getirdiler."

HEPSİ GAYET SOĞUKKANLI, HİÇBİR ŞEKİLDE  KONUŞMAYIP...

Akar, dışarıdan alçak uçuş yapan uçak ve silah sesleri işitmeye  başladığını bildirerek, tekrar hiddetlenerek, bağırmaya başladığını, ama  kendisini dinlemediklerini söyledi. Bir müddet sonra lavaboya gitmek istediğini  söylediğini aktaran Akar, "Benimle birlikte geldiklerini görünce 'Terbiyesizler,  ahlaksızlar' diye bağırdım. Abdullah Astsubay ve Serdar Yüzbaşı hiç etrafımdan  ayrılmıyorlardı. Sürekli gözetim altında tutuyorlardı. Abdullah Astsubay da  arkadan ayrılmıyordu" dedi.   Akar, şu beyanı verdi:

"Epeyce bir zaman geçti. Televizyon açık olmasına rağmen ve dışarıda  uçak seslerini, silah seslerini duyduğum halde bu yönde bir haber o ana kadar  çıkmadı. Hemen ardından Boğaz Köprüsünde askerin kestiği görüntüler ve buna  ilişkin haber, TV'de yayınlanmaya başladı. Hepsi gayet soğukkanlı, hiçbir şekilde  konuşmayıp, yorum yapmayacak tarzda beklediler. Ve bir müddet sonra 'Gidiyoruz'  deyip, beni aldılar. Montumu, kepimi ve çantamı istedim. Cep telefonum emir  subayı odasında kaldı. Montumu ve kepimi sanırım elime verdiler. Çantayı  kendileri getireceklerini söylediler."

Kapıdan çıktığında tam teçhizatlı, kafasında çelik miğfer ve silahlı  bir şekilde ürkütücü bir yüz ifadesiyle karşısına çıkan askerin dikkatini  çektiğini, sonradan bu kişinin Kurmay Albay Fırat Alakuş olduğunu öğrendiğini  belirten Akar, fuaye alanında ve katta tam teçhizatlı askerlerin tertibat  aldıklarını ifade etti.

SİLAHLI ASKERLERİN NAMLUSU ÜZERİME DÖNÜKTÜ

Kendisini merdivenlerden indirdiklerini söyleyen Akar, "Bir askerin  önümde, namlusu bana doğrultulmuş tam otomatik silah ile geri geri gitmesi dikkat  çekiciydi. Yine bağırdım, 'Ne yapıyorsun lan' diye sinirlendim." dedi.

Dışarıya çıkardıklarında, Atatürk heykelinin olduğu yerde bir  helikopterin beklediğini anlatan Akar, kendisini helikoptere bindirdiklerini  aktardı.

Akar, "Ben, çantada gözlüğüm olduğunu söyleyerek birkaç kez  tekrarladım. Fakat getirmediler. Helikopter havalandı. Nereye gittiğimizi  söylemediler. Ben de sormadım. Helikopterdeki silahlı askerlerin namlusu üzerime  dönüktü. Mehmet Dişli de helikopterdeydi. Bir süre uçuştan sonra iniş yaptık.  Nereye getirdiklerini sordum, Akıncı Üssü olduğunu söylediler ve beni orada bir  minibüse bindirerek, bir binaya götürdüler."

AKIN  ÖZTÜRK TEK BAŞINA YANIMA GELDİ

Orgeneral Akar, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına şikayetçi olarak  verdiği ifadede, helikopterle götürüldüğü binanın üzerinde üs komutanlığı binası  yazdığını ve burada sivil, askeri kıyafetli pek çok kişinin silahlı  beklediklerini söyledi. Daha sonra üs komutanının odasına götürüldüğünü, burada Tümgeneral  Kubilay Selçuk'un ayakta beklediğini anlatan Akar, burada bir kanepeye  oturtulduğunu, bir ara üzerinde tişört ve pantolon bulunan Orgeneral Akın  Öztürk'ün, tek başına yanına geldiğini kaydetti. Orgeneral Akar, şunları  kaydetti:

"Hem bu durum nedeniyle hem de onu gördüğüm için çok şaşırdım ve  burada ne yaptığını sordum. Yanında eşi ve Kara Kuvvetleri Komutanı ile birlikte  İzmir'den komutanlığa ait bir uçakla geldiğini, üsteki lojmanda oturan kızının  evinde iken Abidin Ünal'ın telefonla araması üzerine, üsten birilerinin uçaklar  kaldırdığını ve bu hususa göz kulak olması gerektiğini belirttiği için buraya  geldiğini anlattı. Hatta 'bu hususu söylediğini anlatmaya çalıştığını ancak  dinlemediklerini' söyledi. Ona da olayın başından beri konuştuklarımı söyledim.  Tuğamiral Ömer Harmancık ve Tuğgeneral Hakan Evrim'i gördüm. İlk kısımda  söylediğim sözlerin benzerlerini, yaptıklarının yanlış olduğunu, akıllarını  kaybettiklerini, bu devirde böyle bir şey olamayacağını bağırdım. 'Suriye'yi,  Mısır'ı görmüyor musunuz? Bu tür olayların ülkemizi yıllarca ne kadar geriye  götürdüğünü bilmiyor musunuz.' mealinde sözler sarf ettim. Hiç umurlarında  olmadı."

BU TEKLİFİ ŞİDDETLE VE HİDDETLE REDDETTİM

Orgenaral Akar, Tuğamiral Ömer Harmancık'ın elinde iki yapraktan  oluşan bir metni önce okuduğunu, ardından da kendisine uzatarak, "Komutanım, siz  şunu bir okuyun ve bunu imzalayıp televizyonda okursanız her şey çok güzel  olacak, herkesi alıyoruz, herkesi getiriyoruz." dediğini aktardı. Bu teklifi  "şiddetle ve hiddetle" reddettiğini dile getiren Akar, şöyle devam etti:

"Onlara 'Kendinizi ne zannediyorsunuz? Siz kimsiniz? Topladığınızı  söylediğiniz 2. Başkan, kuvvet komutanları nerede? Bakanlar nerede? Elinizde kim  varsa getirin. Sizin başınız, kıçınız kim?' diye bağırdım. Bunun üzerine Hakan  Evrim, 'Dilerseniz sizi kanaat önderimiz Fetullah Gülen ile görüştürürüz.' gibi  bir şey söyledi. 'Ben kimseyle görüşmem' diyerek tersledim. Ardından Akın Öztürk  dışındakiler odayı terk etti. Üs komutanının odasına takriben saat 00.00'a doğru  girdiğimizi düşünüyorum. Akın Öztürk paşaya da aynı şeyleri söylüyordum. Bana  kendisini dinlemedikleri gibi şeyler söylüyordu. Abdullah Astsubay bir müddet  daha oturduğum odada durdu. Hatırladığım kadarıyla orada üs komutanının emir  subayı olduğunu değerlendirdiğim bir şahıs vardı.

ELİMİ BİLE  SÜRMEDİM, OKUMADIM

Sözde bildiri metnini imzalamamı ve okumamı istediklerinde elimi bile  sürmedim, okumadım, hatta bana okuduklarında önemsiz ve alaycı bir şekilde  dinledim. Hatta öyle ki, bu olaylar bittikten sonra, bu hainlerin oluşturduğu  cuntaya verdikleri isim Yurtseverler Birliği gibi aklımda kaldığı halde Yurtta  Sulh Konseyi olduğu ortadadır. Ruh halimdeki şiddetli kızgınlık ve hiddet hiç  bitmedi. Anılan konseyin kimlerden oluştuğu konusunda bir şey söylemediler. Zaman  zaman odadakiler bir yerlere gidip geliyorlardı. Akın yahut bir başkası bana  farklı bir salonun harekat merkezi olarak kullanıldığını ve 30-40 kişilik bir  ekibin orada bulunduğunu söylemişti. Orayı görmedim. Zorla tutulduğum bütün zaman  zarfında aynı odada kaldım."

GÖZLERİNDE UMUTSUZLUĞU FARK ETTİM

Genelkurmay Başkanı Orgeneral Akar, tutulduğu yerde belli bir süre  sonra televizyonun kapatıldığını, o arada "yaptığınız ayıp" dediğini ve hiç  olmazsa askeri hattan eşine haber vermek için telefon bağlamalarını istediğini  belirtti. Orgeneral Akar, şunları anlattı:

"Telefonla görüşüp eşime askeri hattan Akıncı Üssü'nde olduğumu ve  kendilerine iyi bakmalarını söyledim. Olayların sonunda anladım ki eşim bu  bilgiyi ilgililerle paylaşmış. Televizyon 2-3 saat sonra açıldığında ekranda  TBMM'nin, emniyet binalarının bombalandığı yazıyordu. Zaten sürekli uçak sesleri  de devam ediyordu. Sinirlendim, bağırıp çağırmaya başladım. Bunun üzerine  geldiklerinde Ömer, ölümü göze aldıklarını söyledi. Hepsi robot gibiydi adeta.  Bir zaman sonra Mehmet Dişli tek başına yanıma uğradığında aynı şeyleri söyledim.  Ancak kendisini dinlemediklerini belirtti. Çoğunlukla amiral Ömer Harmancık  konuşuyordu. Televizyon görüntülerinde Sayın Cumhurbaşkanımızın ve Sayın  Başbakanımız ile bazı bakanların beyanları, olaylardaki gelişmelerde halkın darbe  teşebbüsüne canları pahasına direnişi, ilerleyen saatlerde bazı askerlerin teslim  olmaları ya da vatandaş yahut polislerce kontrol altına alınmaları gibi  gelişmeleri takip edince yanımda bulunan bu 4 kişinin genel görünüşleri,  tavırları değişmeye başladı. Gözlerinde umutsuzluğu fark ettim, moralleri iyice  bozulmaya başlamıştı. 'Yeteri kadar batağa battınız. Hiç olmazsa bir erkeklik  gösterip burada kesin. Diğer insanların ölmelerini engelleyin. Gün aydınlanmadan  ortalıktaki tank, top vesaire ne varsa çekin. Yeteri kadar rezil ettiniz, daha  fazla rezil etmeyin. Balkan Savaşı'ndan beter ettiniz. Silahlı Kuvvetlerin  tarihine leke sürdünüz. Gideceğiniz tek yer Cumhuriyet savcısı, askeri savcı ve  inzibattır. Gidip teslim olun. Beni de gönderin' şeklinde daha da hiddetli ve  yüksek sesle birkaç kez haykırdım. Hiç cevap vermediler. Bir süre sonra dışarıdan  patlama sesleri gelmeye başladı. Pistlerin bombalandığını kendileri söylediler." (AA)