Açık Görüş - Dr. Hülya Bulut / Yazar
Eskiler 'bilmek' deyince bunu üçe ayırırlardı: İlmel bilmek (îlm-ül yakîn), aynel bilmek (ayn-ül-yakîn) ve hakkel bilmek (hakk-ul-yakîn). İlmel bilmek o konu ile ilgili birşeyler okumuş ve duymuş olmak; aynel bilmek konuyu örnekleri ile birlikte görmüş olmak, hakkel bilmek ise konuyu bizzat yaşamış olmak demektir.
Örneğin; Cumhuriyet tarihinin 100.yılına denk gelen 2023 yılında Türk Deniz Kuvvetlerinin en büyük savaş gemisi TCG Anadolu hakkında birşeyler duymanız, okumanız onu ilmen bildiğiniz anlamına gelir. Sarayburnu'na gider de TCG Anadolu'yu yakından görürseniz, bu artık onu aynel bilmişsiniz demektir. TCG Anadolu'ya ayak basmanız, gezip dolaşmanız...onunla asker selamı vererek kucaklaşmanız, göz göze geldiğinizde göz pınarlarınızdan birkaç damla yaşın akması, siz gururla başınızı dimdik tutarken rüzgarın saçlarınızı okşaması, elinizdeki Türk bayrağını dalgalandırması, gözlerinizdeki ışıltı, yüzünüzdeki tebessüm, kalbinizdeki heyecan.....artık onu hakkel bildiğinizin kanıtıdır.
Fikir ayrılıkları
İşte, Cumhuriyet tarihinin tam da 100. yılına denk gelen 2023 yılı hem uluslararası gelişmeler, hem de iç dinamikler açısından son derece önemli bir yıl. Yaklaşık 200 yıldır geride kaldığının farkında olan bir toplumda...öğretilmiş çaresizliği yıkanlar bir yandan hemen her alanda gelişmiş dünya ile farkı kapatmaya çalışırken, diğer yandan da yenilmişlik psikolojisini atlatamayanlar ile mücadele etmek zorunda kalıyor ne yazık ki. Parlak bir geleceğe sahip olacaklarına inananlar ile inanmayanlar arasında yaşanan fikir ayrılıklarını görmezden gelmek mümkün olmasa gerek.
Öyle ki, toplum bu fikir ayrılıklarını geçen zaman içerisinde sosyal, ekonomik ve siyasal olaylar karşısında farklı tercihlerinde ifade etti, etmeye de devam ediyor. Çünkü, en temelde beslendikleri kaynaklar taban tabana zıt. Bir grup, toplumsal gelişmeyi içselleştirerek kendi tarihinden ve kendi öz kaynaklarından aldığı güçle ilerlemeyi sağlayacağına inanıyor. Diğer grup ise kendisini devrimci olarak nitelendirerek aynı hedefe Batı'ya yakın olması ve Batı'yı kopyalaması durumunda ulaşabileceğine ikna edilmiş durumda. Yaklaşık 200 yıllık bu çatışma alanının birikerek günümüze geldiği, adeta billurlaşarak önemli bir sosyolojik olgu şeklinde karşımıza çıktığı son derece açık ve net. İşte, 14 Mayıs 2023 tarihi tam da bu kırılmanın, siyasi yarılmanın bir dönüm noktası olacak belki de.
Hakikati aramak
Hem geleneksel medyada, hem de sosyal medyada yer alan önemli bazı konulara hangi istikametten bakmamızın daha doğru olacağı konusunda tereddüte düşenlerimiz oluyordur. O mu haklı, yoksa bu mu? İşte zaman zaman ikircikli kurulan ve 'evet, ama' ile başlayan cümleleri de işte bu fay hattında değerlendirmek mümkün. Çoğu insan ne yazık ki modern çağın hastalığı olarak ifade edilen dezenformasyonda yönünü bulamadığından yakınıyor. Ne dersiniz? Tam da bu bağlamda bize bir pusula gerekmez mi?
Bakın size ne anlatacağım:
İmam Şafi'ye sormuşlar: Hakikati nasıl buluruz? İyi ile kötüyü, masum ile suçluyu, doğru ile eğriyi, sevap ile günahı...Sözün özü hakikati nasıl buluruz?
Hazret demiş ki: 'Hakikati arayan bâtılın attığı oku takip etsin, o okun saplandığı hakikattir! Masumu arayan zalimin attığı oku takip etsin. Mümini arayan kafirin attığı oku takip etsin. Musa'yı arayan Firavun'un attığı oku takip etsin.
Ama bana sorarsanız: 'Kimdir doğru? Kimdir eğri? Nedir hakikat?' Ben bilmem. Oku takip edelim derseniz, işte o olur!'
Doğruya doğru
Yukarıda ifade etmeye çalıştığım üzere İmam Şafi'nin bu açıklamaları tam da bu noktaya denk düşüyor. Hazret, sanırım bize diyor ki; 'Bir meseleyi analiz ederken tarafınızı tam olarak netleştiremiyorsanız, kötülüğünüzü isteyen ve her koşulda size düşman olan kesimlerin o meseleye nasıl baktığına dikkat edin!'
İşte, doğruya ulaşmak için pusulamızı bulduk!
Olanlar oldu
Johnson mektubunu bilenler bilir. Türkiye 1959 Zürih ve Londra anlaşmalarından doğan garantörlük hakkını Kıbrıs'ta Enosis yanlılarının yaptığı katliamları durdurmak için kullanamamıştı. Sebebi neydi? Ne elimizde vardı, ne avucumuzda! Kısacası Türkiye 1960'larda müdahale etmek için yeterli malzemeye, silaha, teçhizata sahip değildi.
Dolayısıyla artan terör ve tehditlere, ancak 1974 yılında Erbakan-Ecevit ikilisinin milli duruşları ve siyasi risk alma yönündeki kararlıkları sayesinde karşılık verebilmiştik. İşte o tarihten bu yana neredeyse 50 yıl boyunca adaya ve adada yaşayan soydaşlarımıza barış ve huzur getirmiş olduk.
Tabii ki bunun da bir bedeli vardı: Türkiye'ye ambargo uygulanacaktı! İki milli partinin kurduğu koalisyon düşürülecekti! Türkiye'de sağ-sol çatışmaları yaşanacaktı! Türkiye'de alevi-sünni mezhepleri üzerinden kargaşa çıkartılacaktı! Bu şekilde zemini hazırlanan ve 'bizim çocuklar yaptı' denilen 1980 askeri darbesi hayata geçirilecekti! Evet bu coğrafyada bağımsız politikalar uygulamanın bir bedeli hiç olmaz olur muydu?
Savunma sanayimiz, iki gözümüzün çiçeği
Yüzlerce yıllık Türk devlet birikimi bu gelişmeleri hiçbir zaman unutmadı. Türkiye hem caydırıcılık açısından, hem de sınırlarını koruyabilmek ve terörle mücadele edebilmek açısından tüm dünyanın gıpta ettiği savunma sanayisini çok şükür başarıyla kurabildi.
Türkiye'nin, peygamber ocağı olan Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) dünyada savaşmayı bilen ve bunu da mertçe yapan nadir ordulardan biridir. TSK bugün savaşmak niyetiyle değil, üyesi olduğu NATO ülkelerinin bölgedeki niyetlerini okumak için son 20-30 yılda İran'da, Irak'ta, Suriye'de, Yemen'de, Sudan'da, bugün Rusya-Ukrayna savaşında yaşananları üzülerek, fakat son derece profesyonel bir bakışla izlemekte.
Bugün Erdoğan döneminde yüzde 20'lerden yüzde 80'leri aşan yerlilik oranına ulaşan savunma sanayimizin temelleri işte bu olaylara dayanır. Örneğin, Türkiye İHA-SİHA'larda dünyanın en başarılı iki üç ülkesinden biridir. TCG Anadolu ve diğer MİLGEM projeleri dünyayı şaşırtmakla kalmıyor. KIZILELMA, HÜRKUŞ, GÖKBEY, BORA...bugün 75 milyar dolara çıkartılan bütçe ile savunma sanayimiz TSK'nın ihtiyaçlarını karşılıyor, ülkemiz için istihdam sağlıyor ve dost coğrafyalardaki ülkelere de katma değerli bu ürünleri ihraç ediyor.
İmam Şafi'nin işaret ettiği oklar
İşte bu bağlamda; İHA-SİHA'ya neden gerek olsun? Libya'da, Azerbaycan'da ve Doğu Akdeniz'de ne işimiz var? diyenlerin kimler olduğuna gelin tekrar bakalım isterseniz. Baktığımızda göreceğimiz şey şu:
Türkiye'nin kendisini korumak için geliştirdiği bu sistemlere ve ürünlere en fazla karşı çıkan ABD'dir. Yunanistan'dır. Ermenistan'dır. Terör örgütü FETÖ'dür. Terör örgütü PKK ve YPG'dir ve tüm bu terör örgütlerinin siyasi uzantısı HDP'dir. HDP ile iş birliği yapan Altılı Masa'dır. Ve belki de daha ilginç olanı Atatürk'ün kurduğu 100 yıllık CHP'yi başkalaştırmayı başaran Kemal Kılıçdaroğlu'nun göz yumduğu Ünal Çeviköz'dür, Sezgin Tanrıkulu'dur....İHA ve SİHA'ya dokunacağım diyen pusulası şaşmış Ali Babacan'dır.
Sağ olsunlar!!! Pusula görevi görüyorlar. Bize yol gösteriyorlar. Bu projelerin ne kadar büyük zorlukla ama yepyeni bir ivme ve heyecanla başarıldığını ve içinde bulunulan konjonktür açısından ne kadar elzem olduğunu anlamamıza imkan veriyorlar. Eee, ne demek istediğimi anladınız tabii ki!!!
Biz varız
Türkiye'nin düşmesini, tökezlemesini, kan kaybetmesini isteyen güçlere yol verecek değiliz. Biz öldük mü ki? Eğer daha önce ifade ettiğim 200 yıllık mücadelede çok da kritik ve stratejik bir dönüm noktasına geldiysek, yapılacak tek şey var demektir: 'Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır, o satıh da bütün vatandır!'.
İşte gördüğünüz gibi hemen her konuya, mega projeye bu pusulayı uygulamak, dikkatlice ölçmek biçmek mümkün.
Başka hangi meseleler derseniz, gelin şöyle kısaca üzerinden geçelim:
Erdoğan çok uzun bir süredir kentsel dönüşümün önemini ve önceliğini söylerken Mimarlar Odası bile olaylara dahil oldu ve yaptırmayız diyenlerle birlikte hep karşı tarafta durdu. Ne yazık ki, 6 Şubat'ta yaşadığımız dünyanın en büyük ikiz karasal depreminde Türkiye olarak bunun bedelini çok ağır ödedik.
İlginç ve doğru bir modelleme ile nüfusun yüksek olduğu şehirlere ve bölgelere Şehir Hastanelerini inşa etmeye başlayan Erdoğan'a yine aynı kesimler 'ne gerek var böyle büyük hastanelere' demedi mi? Peki pandemide ne oldu? İşte Erdoğan yine haklı çıktı! Türkiye pandemide bütün dünyanın örnek gösterdiği bir sağlık uygulamasıyla pandemiyi en hafif geçiren ülkelerin başında geldi.
Türk aile yapısını bozmaz dediği LGBT üyeleri tarafından, fahri LGBT üyesi olarak ilan edilen Kılıçdaroğlu'nu dinledikçe, dünyadaki nüfus verileri bakımından önemli bir seviyede olan Türkiye'nin yıllara sari bu ekonomik gücünün hangi yöntemle baltalanmaya çalışıldığı da son derece aşikar.
Gördüğünüz gibi, örnek verilecek çok şey var...
Karadeniz gazı bulunup da Filyos limanına taşınınca, yine birileri ortaya çıkıp 'Gaz maz yok! Bu Rusların bir oyunu' demedi mi? Türkiye, Devrim Otomobilli travmasını aşmak için Türk mühendisine, işçisine ve yatırımcısına güvenerek TOGG'u piyasaya sürünce yine aynı ağızlar söz birliği etmişçesine 'TOGG mogg yok. Bunlar İtalya'dan getirilen arabalar' demedi mi?
Öyleyse hızlı trenler, inşa edilen köprü ve otoyollar, yenilenebilir enerji yatırımları, Akkkuyu Nükleer Enerji Tesisi, sağlık turizmindeki gelişmeler, teknoparklar ve nitelikli startup'ların önünü açmak gibi daha pek çok projenin tam da hemen şimdi yanında olmamızın zamanıdır. 14 Mayıs'ta; Türkiye kazanmalı. Vatanını, milletini, bayrağını sevenler kazanmalı. Geleceğini inşa etmek ve ona sahip çıkmak isteyenler kazanmalı.