Düşmana vereceğimize havaya uçuralım

Koray Şerbetçi / Tarihçi Yazar 12.06.2020

Millî Mücadele'nin önemli cemiyetlerinden Karakol Cemiyeti'nin kurucusu Kara Vasıf Bey ve cemiyetin önemli isimlerinden Yenibahçeli Şükrü Bey Ayasofya'yı düşmana teslim etmek yerine havaya uçurma kararı alırlar. Şükrü Bey bu yönde hazırlıklarını tamamlar. Ayasofya'nın çeşitli yerlerine dinamitler döşenir. Ancak korkulan olmaz. İşgal kuvvetleri Ayasofya'ya saldırmazlar.

Yakın tarihte Türkiye’nin gündemden hiç düşmeyen meselesi Ayasofya’nın tekrar camii olarak ibadete açılması bu kez daha güçlü bir biçimde gündeme oturdu. Peki nedir Ayasofya? Camiilerden bir camii mi? Tarihi kıymete haiz bir bina mı? Yoksa bir sembol mü? Bunu anlamak için ünlü Rus yazar Dostoyevski’nin Cinler romanında Şatov’a söylettiği şu ifadeye bakmak gerekir:

“Hiçbir millet (…) bilim ile mantık yasaları uyarınca oturmamıştır daha (…) Milletler başka bir güçle biçimlenir, hareket ederler (…) Nereden, nasıl doğduğu bilinmeyen açıklanamayan bir güç.”

İşte romanda geçen ve milletleri ayakta tutan bu görünmez ve açıklanamayan güçten kasıt, milletlerin tarihten süzerek nesilden nesile taşıdığı millî ruhudur. Görünmeyen bu ruh, kendisini o millete ait sembollerde gösterir ve insanları bir araya toplayıcı çekim alanı olur.

Ayasofya kimin mülküdür?

Buradan hareketle, Ayasofya bir camiidir, tarihî değere sahip bir yapıdır ve Türk Milleti için bir millî semboldür. Osmanlı tarihçisi Hoca Saadettin Efendi Ayasofya’nın Camii’ye dönüştürülmesini yazarken kullandığı:

“Çan sesleri sustu; yerini tekbir sesleri¸ gülbank-ı Muhammedî¸ zemzeme-i penç-i nevbet aldı.”

İfadesiyle sadece varolan bir durumu anlatmıyor, olayın İslam Âleminin yükseliş sembolü olduğunu da kelimelerle resmediyordu.

Cihan devleti

İstanbul’un fethi hadisesi Türk tarihinde ne anlam ifade ediyorsa Ayasofya’nın fethin sembolü olarak camii haline getirilmesi de o anlamı ifade etmektedir. Mesele enine boyuna aslında bundan ibarettir.

Bunu daha iyi idrak etmek için lisede okutulan herhangi bir tarih ders kitabının sayfalarını karıştırırsanız Rus hükümdar I. Petro’nun siyasî vasiyeti meselesine rastlayabilirsiniz. Kimi tarihçilerce uydurma sayılan bu vasiyet Rus devlet geleneğinde öyle önemli bir sembol haline gelmiştir ki tarihsel gerçekliğinin olup olmamasının bir kıymeti kalmamıştır. Bu vasiyete göre Rusya’nın yeryüzünde söz sahibi olması için uyması gereken politik ilkelerden bahsedilir. Herkes tarafından bilinen ilkesi de Rusya’nın bir cihan devleti olması için sıcak denizlere açılma zorunluluğudur.

Bu çarlık devrinde de böyledir, Sovyet devrinde de günümüz demokratik sisteminde de. Çünkü milletlerin idare edildiği yönetim biçimleri tarih içinde değişir ama onu bir arada tutan ruhu ve onun sembolleri değişmez. Bu bakımdan tarihten süzülüp gelen semboller milletler açısından bu kadar önemlidir.

Şehrin ulu camisi

İstanbul’un fethiyle camiye çevrilmeden önce Megali Eklessia (Büyük Kilise) daha sonra ise Hagia Sophia (İlahî Bilgelik) adıyla bilinen Ayasofya Camii, 1453’ten 1934’e kadar şehrin ulu camisi durumundaydı.

Osmanlılar İstanbul’u almadan önce Ayasofya harap bir haldeydi. Buna doğuya yaptığı seyahatinde bizzat tanık olan İspanyol elçisi Clavijo, seyahatnamesine not düştüğü bu bilgiyle Ayasofya’nın Osmanlılar için önemini anlamamıza yardımcı olacak değerli bir bilgiyi de vermiştir bilmeden. Tarih-i Ebu’l Feth’in yazarı Osmanlı tarihçisi Tursun Bey’in yazdığına göre fetihten sonra kente giren ve doğruca Ayasofya’ya giderek kubbeye kadar çıkan Fâtih Sultan Mehmed, yapının ve çevresinin harap görüntüsü karşısında hüzünlenir ve Şehname’de geçen meşhur Farsça beyti söyler:

“Perdedari mi koned bur kasr-i kaysar ankabut

Bum nevbet mizened ber gonbed-i Afrasiyab.”

(Efrasiyab’ın kubbesi üzerinde baykuş nöbet tutuyor

Kayser’in kasrında örümcek perdedarlık ediyor.)

Elbette Fatih Sultan Mehmet sadece hüzünlenmekle kalmamış, kılıç hakkı olarak camiiye dönüştürülmesini buyurduğu bu ulu mabette Cuma namazı kılmıştır. Burada ilk namazı kıldıktan sonra camiyi kendi hayratının ilk eseri olarak vakfetmiş, yanına sonraları çok değişikliğe uğrayan bir de medrese yaptırmıştır. Ama en büyük hizmeti olarak Ayasofya gibi muazzam bir yapının fizikî olarak hemen kurtarılması çalışmalarını başlatmış ve Ayasofya’nın yıkılmasını önlemiştir.

Zaman içinde İslam medeniyetine Selimiye Camii gibi muazzam bir eser kazandıran Sultan II. Selim zamanında Ayasofya’nın etrafı onu saran ve yapıya zarar veren evlerden kurtarılmış, ayrıca Mimar Sinan tarafından takviye payandaları ve ek minareler yapılarak, yapının çökmesi bir kez daha önlenmiştir.

Sultanahmed Camii'ni de kütüphane yapacaklardı

Osmanlı için bu ulu mabed ve külliyesi o denli kıymetlidir ki bünyesinde beş Osmanlı padişahının türbesini bulundurmaktadır. Osmanlı padişahlarının bayram namazlarını kılmayı tercih ettiği bir camiidir. Ayasofya Camii yapısı itibarıyla, kalabalık bir cemaatin toplanmasına imkân verdiğinden özellikle Ramazan aylarında bilhassa teravih namazında çok kalabalık olurdu. Yine padişahın da katıldığı Kadir geceleriyle bayram namazlarında muhteşem bir görünüş arz ederdi.

Millî Mücadele’deki rolü

Ayasofya Camii, Osmanlı Devleti’nin çöküş günlerinde de işgale karşı millî direnişi ayakta tutan, onu besleyen bir güç oldu.

Bu kara günlerde İngiliz Başbakanı Lloyd George Lordlar Kamarası’nda yaptığı konuşmada, sultanın İstanbul’dan gönderileceğini, Müslüman nüfusun İstanbul’u terk edeceğini ve Ayasofya kubbesine haç konulacağını söylemişti.

İngiliz başbakanın konuşması üzerine Rum Ortodoks Patrik vekili Dorotius, Llyod George’a yazdığı mektupta İstanbul’un anavatan Yunanistan’a bağlanmasını istemiştir. Ama soğukkanlı İngiliz bürokrasisi böylesine bir adım atmanın Hint Müslümanları üzerindeki etkisinden emin değillerdir. Eğer Ayasofya’ya haç takılırsa o sırada henüz İngiliz sömürgesi olan Hindistan’da da Müslümanlar’ın ayaklanacağından korkmaktadırlar. Hindistan’daki İngiliz sömürge valisi de bunu doğrulayıcı raporlar göndermektedirler bu nedenle İngiliz işgal birlikleri Ayasofya önünden defalarca geçmesine rağmen, içeri girme eğiliminde bulunmamışlar, herhangi bir çatışma yaşanmamıştır. Ama Ayasofya İngilizlerin insafına bırakılmamış, bütün işgal süresince Ayasofya’nın bahçesinde Avcı taburları çadırlı ordugâh kurmuş ve nöbet tutmuştur. Camiiye yapılacak bir saldırıda yaşanacak olası bir çatışmada Avcı taburlarının direnişi kırılırsa diye yedek bir plan da hazırlanmıştır.

Milli sembol

Millî Mücadele’nin önemli cemiyetlerinden Karakol Cemiyeti’nin kurucusu Kara Vasıf Bey ve cemiyetin önemli isimlerinden Yenibahçeli Şükrü Bey Ayasofya’yı düşmana teslim etmek yerine havaya uçurma kararı alırlar. Şükrü Bey bu yönde hazırlıklarını tamamlar. Ayasofya’nın çeşitli yerlerine dinamitler döşenir. Ancak korkulan olmaz. İşgal kuvvetleri Ayasofya’ya saldırmazlar.

İşte Osmanlılar için Ayasofya bu denli göz karartılacak mühim bir millî sembol olmuştu.

Süreç 1931 yılında başladı. Amerikan Bizans Enstitüsü adına arkeolog Thomas Whittemore resmi bir başvuruyla Ayasofya Camii’ndeki mozaikleri tamir için izin aldı. Bu tamir ve restorasyon işi bir süre sonra caminin geçici olarak ibadete kapatılmasına neden oldu. Ayasofya yavaş yavaş camii kimliğinden soyutlanmaya başladı. Ayasofya Camii ve külliyesi Fatih Sultan Mehmet’in kendi servetiyle kurduğu vakfa bağlıdır. Bu konuda da bir tuhaf uygulamayla 1934’te camii vakıflardan alınıp Maarif vekaletine nakledilir. İşte tam o sırada müze olması fikri ortaya çıkar. Bu iş için 1’i Alman 9 kişilik bir komisyon kurulur. Kurul Ayasofya’nın ibadete kapatılmasını tavsiye eder.

Böylece Ayasofya Camii¸ 1934’te muhtemelen dış baskıların etkisiyle restorasyon amacıyla kapatılır ve bir daha camii olarak kullanılmaz. Ayasofya Camii¸ 24.11.1934 tarihli ve 21589 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile müzeye dönüştürülür. Ama gariptir bu karar Resmî Gazete’de yayınlanmaz. Ama ne olmuştu da Millî Mücadele’de bu denli savunulan ve Cumhuriyet kurulduktan sonra da on bir yıl daha ibadete açık olan Ayasofya Camii birden bire müzeleştirilmişti?

Kurul kararı var mı?

Bir iddiaya göre böyle bir bakanlar kurulu kararı yoktur. Çünkü bu kararname tarihinde henüz soyadı kanunu olmadığı, Gazi Mustafa Kemal’in de “Gazi M. Kemal” imzasını kullandığı, kararın sonraki devirde Hasan Âli Yücel tarafından düzenlendiğidir. söylenir. Çünkü adı geçen karar, Resmi Gazete’de yayınlanmadığı gibi, sıra numarası da yoktur.

Başka bir iddiayı Türkiye’de başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı yapmış bir isim ortaya atar: Celal Bayar. Bayar’a göre Atatürk’e Yunan Başbakanı’nın Atina’da kendisine Balkan Paktı’nı kabul edilebilmemiz için Ayasofya konusunu açar “Kamuoyunu memnun edecek bir ortam doğsa, belki bundan yararlanıp bir şeyler yapılabilir” der.

Taviz istekleri

Bayar, bu taviz isteklerini söyleyince Atatürk de ona şöyle cevap verir:

“Az önce, Vakıflar Genel Müdürü buradaydı. Ayasofya Camii’ni tamir edecek para bulamıyorlar. Bugünkü hali ile harap ve bakımsız. Hatta mezbelelik. Ayasofya’yı müze yapsak, hem harabiyetten kurtarırız, hem Yunanlılara bir jest yapsak Balkan Paktı’nı kurabilir miyiz? Öyleyse yapalım.”

Tabii bunlar iddialar. Bunlardan anlaşılmaktaki Ayasofya’nın camiden müzeye dönüşmesinde ya normal olmayan iç eller ya da dönemin dış şartlarının baskısı var gibi durmakta.

Olaya dönemin şartları içerisinden bakarsak, Ayasofya’nın cami olmaktan çıkarılması, Batı âlemine artık bir daha fetih günlerindeki gibi iddialı olmama sözünün senedi olmuştur da denilebilir. Ama malumdur ki 21. yüzyılın Türkiye Cumhuriyeti Batı karşısında artık o günün zorunluluklarıyla yaşamamaktadır. Dolayısıyla şartlar değişmiş, Türkiye yeniden iddialı bir hale gelmiştir. Dolayısıyla Türk Milleti’nin Batı karşısında bahtının açıldığı bir durumda elbette millî bir sembol olan Ayasofya’da kapalı olarak kalamayacaktır. İstesek de istemesek de bu böyledir.

@koray_serbetci